EBU Muhammed El Colani, çok değil bundan iki ay öncesine kadar Suriye’nin kuzeybatısında Hatay’a bitişik İdlib vilayetinde dar bir alanda sıkışmış, üstelik BM Güvenlik Konseyi tarafından “terörist” olarak nitelendirilen silahlı bir muhalefet grubunun lideriydi.
Aynı El Colani, önceki gün Türkiye’nin gönderdiği özel bir uçakla Ankara’ya gelmiş ve Esenboğa Havalimanı’nda uçağın merdivenlerinden sivil giysileriyle ve bir haftadır kullandığı yeni unvanı, “Suriye Cumhurbaşkanı” kimliğiyle inmiştir. Artık iç savaştaki kod adı El Colani’yi değil, gerçek adı Ahmet eş Şara’yı kullanmaktadır.
O tarihte Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) lideri olan El Colani’nin önceki gün Beştepe’de protokoldeki tanımıyla önüne “kırmızı halı” serilerek karşılanacağı, daha sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte basın toplantısı düzenleyeceği, geçen kasım ayının son haftasında bir tahmin şeklinde söylenseydi, herhalde bu ifade dinleyenler tarafından çok yaratıcı bir senaryonun dışavurumu olarak görülürdü.
*
Her bakımdan çok kuvvetli bir sembolizmle yüklüydü Ahmet eş Şara’nın Ankara ziyareti. Bir kere, Suudi Arabistan’dan sonra ikinci yurtdışı ziyareti için Türkiye’yi seçerken, ülkesinin 911 kilometrelik bir sınır paylaştığı kuzey komşusuna Suriye’nin geleceğinde özel ve öncelikli bir rol atfetmekte olduğunu bütün dünyaya göstermiş olmaktadır.
Tabii, burada yaptığı tercihin gerisinde Suriye’nin geleceğine dönük tasavvurlarının yanı sıra Türkiye’nin kendisinin serüveni üzerindeki etkisinden kaynaklanan bir boyutu da görmek gerekir.
Ahmet eş Şara’nın bugünkü konumuna gelmesinin arkasında, Türkiye’nin sınırına yeni bir göç dalgasını önlemek saikiyle, İdlib’de ciddi bir askeri güç bulundurup Esad rejimini bu bölgeye girmekten caydırmış olmasının rolü göz ardı edilemez. Liderliğini yaptığı HTŞ, özellikle 2017 sonrasında İdlib’de kendisine bir yaşam alanı bulabildiyse, bunu önemli ölçüde Türkiye’ye borçludur.
Kendisinin cumhurbaşkanlığına uzanan sürecin birçok dönemeç noktasında Türkiye’nin iradesinin izdüşümlerini görmek mümkündür. HTŞ’nin geçen 27 Kasım’da Halep’e dönük saldırısıyla başlayan ve Esad rejimini deviren askeri harekâtında, Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) içindeki bazı askeri grupların da yer almış olması başlı başına önemlidir.
Bir bu kadar önem taşıyan, geçen hafta 29 Ocak Çarşamba günü Şam’da düzenlenen ve Eş Şara’nın Cumhurbaşkanı seçildiği “Zafer Konferansı”na katılan askeri üniformalı temsilciler arasında Türkiye’nin himaye ettiği SMO bünyesindeki önde gelen silahlı grupların komutanlarını da görüyoruz.
Bu gruplar, iç savaş ve sonrasındaki kilitlenme döneminde varlıklarını büyük ölçüde Türkiye’nin desteği sayesinde sürdürebilmiştir. Bugün ise Suriye’nin girdiği yeni dönemde Ahmet eş Şara’nın üzerinde durduğu iktidar zemininin dayanakları arasında yer alıyorlar.
*
Sıraladığımız bütün bu faktörler, Türkiye ile Suriye’deki yeni yönetim arasındaki yakınlığın kayda değer ortak paydalarıdır. Aynı zamanda, iki ülke arasında çok yakın ve yoğun bir işbirliği döneminin başlamakta olduğunun da habercisidir.
Önümüzdeki dönemde Suriye’nin bütün kurumlarıyla yeniden şekillenmesinde ve fiziki olarak bugün birçok bölgesinde enkaza dönüşmüş ülkenin yeniden imarında Türkiye’nin kritik bir rol oynayacağı anlaşılıyor.
Ülkede başlayacak inşaat faaliyeti için ilk hesaplamalara göre 500 milyar dolara yakın bir kaynak gerekecektir. Muhtemelen Körfez ülkeleri burada mali külfetin belli bir kısmını üstlenecektir. Keza, Batı’dan da ciddi bir kaynak beklentisini söz konusudur. Gerek coğrafi gerek siyasi yakınlık faktörleri ve ayrıca özel sektörünün tecrübesi nedeniyle Türkiye’nin de bu faaliyetten ciddi bir pay alması gündeme gelecektir.
*
Buna karşılık, kısa dönemde daha çok öne çıkan başlıklar siyasi meseleler ve güvenlik konusudur.
Bunlardan birincisi, Fırat’ın doğusundaki bölgede PKK uzantısı YPG’nin ipleri elinde tuttuğu ‘Özerk Yönetim’in varlığıdır. Ahmet eş Şara, ziyareti öncesinde ve Ankara’da yaptığı açıklamalarda�“Suriye’nin kuzeydoğusunda toprak bütünlüğünü engelleyen tehditler” meselesinde Türkiye ile aynı dalga boyunda durduğunu ortaya koymuştur.
Özellikle Ankara’ya gelmeden önce “The Economist” dergisine verdiği mülakatta, Suriye topraklarının Türkiye’ye tehdit oluşturmaması için yaptıkları taahhütlerin arkasında durduklarını vurgulamıştır.
Bir diğer muhtemel işbirliği alanı, bu konuyla da doğrudan bağlantılı olan Suriye’de DEAŞ militanlarının alıkonduğu, kontrolü ABD himayesinde YPG unsurları tarafından sağlanan cezaevleri ve kampların durumudur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün “Suriye’nin kuzeydoğusundaki kampların kontrolü konusunda yanlarında olduğumuzu tekrar teyit ettik” diyerek, Türkiye’nin desteğini vurgulamıştır.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, dün AA’ya yaptığı açıklamada, yeni Suriye yönetimi, Türkiye, Ürdün ve Irak’ın dörtlü bir işbirliği mekanizması içinde bu konuda birlikte çalışmaları önerisini tekrarlamıştır.
*
Bu arada, dikkat çekilmesi gereken bir başlık, Ahmet eş Şara’nın Economist’e aynı mülakatında, “Türkiye’nin Suriye’deki PKK unsurlarına karşı topyekün bir savaş açmaya hazırlandığını”, ancak müzakerelere alan açılması için kendilerinin Türkiye’ye “beklemesini” söylediklerini anlatmasıdır.
YPG’nin, askeri gücünü Suriye devletinin kurumlarına entegre etmeyi prensip olarak kabul ettiğini, bunun detayları üzerinde müzakerelerin sürdüğünü söylüyor Eş Şara.
*
Gerek YPG’nin akıbeti gerek Suriye’de DEAŞ’lıların bulunduğu cezaevlerinin yönetimi meselesi, Türkiye’nin ABD’de henüz iş başı yapan Trump yönetimi ile gireceği diyalogun gündemini de yakından ilgilendiriyor. Muhtemelen Türkiye-ABD diyaloğunun en kritik başlıklarından birini oluşturacaktır bu dosyalar.
Tutumu bu aşamada “öngörülemeyen” aktör ABD Başkanı Donald Trump’tır. Dış politika alanında birbiri ardına attığı “sarsıcı” adımlar, Trump’ın her türlü sürprize, problem yaratmaya açık biri olduğunu gösteriyor.
Burada öncelikle yeni yönetiminin nasıl bir Suriye politikası belirleyeceği, daha doğrusu Trump’ın bu ülkedeki ABD askerlerini çekip çekmeme konusunda vereceği nihai karar beklenecektir.
Tabii bu noktada bölgede “Kürt Kartı”nı oynamak arzusunda olduğunu gizlemeyen İsrail’in, Başkan Trump’a Suriye politikası konusunda hangi yönde telkinlerde bulunacağı sorusu da önem taşıyor.
*
Sonuçta bütün bu yönleriyle bakıldığında, çok dikkatli bir şekilde yönetilmesi gereken son derece hassas bir sürece giriliyor Suriye’de.
Güçlüklerden biri, sahadaki komutanların “kurucu iradesi” ile cumhurbaşkanı seçilen�Eş Şara’nın bu geçiş döneminde gücü elinde toplarken, lideri olduğu örgütün BM Güvenlik Konseyi’nin terör örgütleri listesinde yer almakta oluşudur. Kendisinin HTŞ’nin geçen hafta Şam’da düzenlenen konferansta lağvedildiğini söylemesi, örgütün bu listeden çıkabilmesi için yeterli olmayabilir.
Öte yandan, uluslararası camianın da Eş Şara’dan beklentileri yüksektir. Bunların başında, ülkedeki bütün dini, mezhepsel ve etnik grupların çeşitliliğini yansıtan kapsayıcı bir yönetim oluşturması beklentisi geliyor.
Her ne kadar yola çıkarken silahlı grupların iradesiyle cumhurbaşkanı seçildiyse de, bundan sonrasına dönük yaptığı kapsayıcılık taahhüdü, kendisine şans tanınması anlamında önemli bir siyasi kredi açılmasına yardımcı olmuştur.
*
Bu taahhütlerine uygun davrandığı ve kapsayıcı bir zihniyetle hareket ettiği oranda dış desteği de güçlenecektir. Burada elinde toplamakta olduğu siyasi gücü yönetirken, iktidar paylaşımına, uzlaşıya ne kadar açık olacağı süreç içinde görülecektir.
Meselenin bu yönü Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Türkiye de uluslararası camia karşısında Suriye’nin yeni liderliğine kuvvetli bir şekilde kefil olmaktadır.
Ahmet Eş Şara, ülke içinde birleştirici olduğu ve geniş bir ulusal mutabakatı temsil ettiği ölçüde, Türkiye gibi kendisini destekleyen ülkelerin de elini güçlendirecektir. Bundan uzaklaşan adımlar attığı ve içeride sorunlar baş gösterdiği takdirde, kuşkusuz denklemin tersi geçerli olacaktır.