Kurt kuzuyu yemeye karar verince

Merak etmeyin, başlıktaki hikayeyi anlatmayacağım. Bildiğinizi var sayıyorum.

Sadece durumun özeti bu olduğu için başlığa koydum.

Menajer Ayşe Barım, önce tekelleşme iddiası ile, ardından bazı işadamlarının ilişkilerini gölgelemek için ajansına bağlı isimler arasında sahte aşklar yarattığı iddiaları ile yıpratıldı.

Sonunda hiçbirinden bir şey çıkmayınca, “Gezi protestolarına” destek verme suçlamasıyla karşı karşıya kaldı.

12 yıldır bu konuda tek bir soru, tek bir suçlamaya maruz kalmayan, Gezi Davası denilen ucubede adı bile geçmeyen kadın bir anda “Gezi planlayıcısı” oldu.

Şimdi ajansına bağlı oyuncular teker teker “adalet saraylarına” davet edilip Barım hakkında sorulara muhatap oluyorlar.

Tüm bunlara paralel olarak memleketin köklü yapım şirketlerinin hemen hepsine Rekabet Kurulu incelemesi sürüyor ki, son derece şaşkınlık verici.

Şaşkınlık verici çünkü Türkiye’de rekabetin en sert ve en görünür olduğu yerlerden biri dizi sektörü.

Her gün rating karnesi alan onlarca yapım şirketi kıyasıya mücadele ediyorlar.

Her bir rating altın değil pırlanta değerinde.

Kanalların ve yönetimlerinin geleceğini belirliyor, yapım şirketlerinin milyonlarca dolar kâr veya zarar etmesine neden oluyor.

Üstelik Türkiye’de tutan dizilerin büyük bölümü yurt dışında da ilgi görüyor ve esas geliri yurt dışından elde ediyor.

Ancak yapım şirketlerine Rekabet Kurulu soruşturması garip bir yere evrilmiş durumda.

Şirketlerin yılların tecrübesi ile edindikleri iş yapma yöntemleri, bağlantıları, iş ilişkileri özetle “know how”ları Rekabet Kurulu vasıtası ile ele geçiriliyor.

Bu şirketlere sorulan soruların rekabet ile falan alakası yok.

Doğrudan milyonlar değerindeki bilgi birikimleri talep ediliyor.

Yapımcılar bu bilgilerin alınıp TRT veya iktidara yakın kanallara, yurt dışına satılma ve para kazanma ihtimali olmayan vurdulu kırdılı erkek dizileri ya da propaganda maksadı ile üretilmiş tarih dizileri dışında üretim yapamayan dizi yapımcılarına peşkeş çekilmesi ihtimalini değerlendiriyorlar.

Bu ihtimal gerçek dahi olsa sonuç vermez.

Sonuçta yapımcı dediğin şeyin sermayesi de know how’ı da kafasında.

İnternetten atom bombası yapımını okuyan birinin atom bombası yapma ihtimali ne ise, bu yolla dizi yapmayı öğrenen bir yapım şirketinin iyi iş çıkarma ihtimali de o kadar.

Tüm bu işlerin nedeninin işleri kötü giden iktidara yakın bazı kanalların yöneticilerinin baskısı sonucu olduğu da ortalıkta dolaşan iddialar arasında.

Bu da “Dizi sektörüne çökmek istiyorlar” iddialarını arttırıyor.

Açık söyleyeyim bunu ilk düşünen ve yazanlardanım ama yapımcılarla yaptığım konuşmalar bunun pek de mümkün olmadığını gösteriyor.  

Ama sektörü iş yapamaz hale getirip, uluslararası etkinliğini yok etmek için yapılıyor olabilir.

Bunu ABD’nin talebi üzerine daha önce FETÖ denemişti.

Çünkü Türkiye’nin bu diziler üzerinden Arap ülkeleri üzerinde kültürel etkinlik kurmasından rahatsızlardı.

Bugün de aynı şey bir kez daha farklı yöntemle deneniyor olabilir!

Ne demiştim darbe girişiminin hemen ardından.

“FETÖ biter, METÖ başlar.”

Bu ülkede ihanet bitmez.

Ayşe Barım ve sanatçılarının Gezi soruşturmasına dönersek.

Bence iktidarın en büyük korkusu Gezi.

Bir yenisi olmasın diye gözdağı veriyorlar.

Mesele oyuncu tekeli değil hâlâ anlamadınız mı!

Git bunları TRT’ye sor

Yapımcılar bir yandan da “Onu niye oynattın, bunu niye oynatmadın” diye saçma sapan bir sorguya muhatap oluyorlar.

Ortamı fırsat bilen, ya yeteneksizliği ya huysuzluğu nedeniyle iş bulamamış birkaç oyuncu da hemen ortaya atlayıp suçlamalara katılıyor ve abuk sabuk iddialar ortaya atıyor.  

Oysa sektörün yetenekli yeni yüzler sıkıntısı çektiğini izleyicide karşılığı olan birilerini bulabilmek için kırk takla attığını gayet iyi biliyorum.

Ama artık iş öyle bir hale gelmiş ki, iktidarın hassas noktasından yakalamak için “inançlı olduğu için” iş alamadığını söyleyen palavracılar bile çıkmış ortaya.

Ayrıca da yapım şirketi istediğini oynatır sana ne, kime ne!

Oynattığı oyuncu bir halta yaramıyorsa işi ve parası batacak olan o.

Ne hakla böyle bir soru sorarsın.

Aptal oğlunu ya da kızını ya da yeğenini şirketinde işe sokan ve şirketi batıran iş insanına bunu sorabiliyor musun!

Adı üstünde özel sektör.

Haaa, bunu sorman gereken yer var.

Hadi gidin sorun Kamu’ya.

İlle de yayıncı olsun diyorsanız kamu yayıncısına.

Kime dizi yaptırıyor, kaça yaptırıyor, sektör ortalamasına göre pahalı mı yaptırıyor, ucuz mu yaptırıyor ve hangi oyunculara rol verdiriyor ya da verdirmiyor.

Bu sorunun sorulabileceği tek yer TRT’dir.

Çünkü senin benim paramla iş yapan yerdir orası.

Bunu TRT’ye sormayacaksın, soramayacaksın sonra gidip özel sektöre hakkın olmayan her şeyi sorup yanıt isteyeceksin.

Bunu da “rekabet” arkasına saklayacaksın.

Hadi canım siz de!

Kim inanır buna…

Devekuşu bakanlığı

Biliyorsunuz bir süreden beri gıdalardaki tarım ilacı artıklarından söz ediyor ve bunların denetlenmemesinin büyük bir halk sağlığı sorununa dönüştüğünü belirtiyorduk.

Medyada benim gündeme getirdiğim ve sonrasında herkesin destek verdiği olay toplumsal bir meseleye dönüştü ve çok ciddi tepkiler ortaya çıktı.

Ve tüm bunların sonucu olarak Tarım ve Orman Bakanlığı, özellikle çocuklarda kanserojen etkisi açık bu pestisit meselesinin toplumda rahatsızlık yaratmasını engellemek için harekete geçti.

Tarım ürünlerinde pestisit bulunup bulunmadığını anlamak için yapılan test ücretlerine yüzde 400 zam yaptı.

Yetkili laboratuvarlarda 1000 TL olan pestisit analizi fiyatlarını 4300 TL’ye çıkardı.

Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı kuruluşlar eğer bu fiyat tarifesine uymazlar ise yaptırımla karşı karşıya kalacaklar.

Dün 4000 liraya 4 ürünü test ettirebilirken 1 Şubat’tan itibaren ancak 1 ürün test ettirebileceksin.

Bak sen şu işe.

Enflasyonla mücadele eden ülkede zorla zam.

Hem de yüzde 430.

Niye!

Halk tedirgin olmasın diye.

Halk sağlığını devletten daha çok düşünen sorumlu vatandaşlar bu testi bol bol yaptırıp, halkı uyaramasın diye.

Test yapılmayınca pestisit oranının yüksek olduğu belirlenemeyecek.

Belirlenemeyince açıklanamayacak.

Açıklanmayınca halk tedirgin olmayacak.

Zehirlendiğinden haberi olmayan millet, bakanlığa tepki gösteremeyecek.

İyi politika değil mi!

Buna rağmen test yaptırmaya devam eden olursa onu da “Gezi destekçisi” diye içeri alırsın, sen sağ ben selamet.

Çocuklar kanser olmuş kime ne!

Hasta garantili Şehir hastanelerine onca para boşuna mı verilsin!

Bakan suçlu da, onu oraya oturtan sistem masum mu!

Kartalkaya’daki felakette sorumlunun kim olduğunu AKP’li politikacılar da, iktidarın İl Özel İdaresi de söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı. Tartışmasız, net!

Ancak ben de ilk günden beri söylüyorum.

Mesele sadece bir bakanlık değil, asıl sorun iktidarın kafa yapısı.

Yasa yapamadığını defalarca gördüğümüz, yaptığı her yasayı defalarca düzelten, daha birkaç yıl önce “en şahanesi” diye yaptığı Anayasa’yı şimdi bir daha değiştirmeye çalışan AKP’nin doğru düzgün yönetmelik yapması mümkün mü!

İşte görüyorsunuz, yetkinin Kültür ve Turizm Bakanlığında olduğu çok açık ama Bakanlığın yönetmeliği de yangın konusunu doğru düzgün ele almıyor.

Belediyenin yetkisi yok.

Yetkili bakanlığın da bu konuyla ilgisi yok.

Tam bir Allah’a emanet durum.

Niye!

Çünkü sallapati iş yapan bir iktidar var.

Kakistokrasi dediğim zaman kızıyorlar ama durum tam bu.

Ehliyetsiz ellere verilmiş bir yönetim.

Bakan’a kızıyorsunuz.

“Sektörde iş yapan biri bu görevi nasıl yapabilir” diye.

Doğru, haklısınız.

Peki Bakan o koltuğa zorla mı oturdu, gasp mı etti!

Yooo…

Atandı.

Oturtuldu.

Onu o koltuğuna oturtan sisteme niye kızmıyorsunuz!

Mesele Bakan mı, yoksa sistem mi!

O oteli Bakan yakmadı.

Ama bu çarpık, hatalı sistem yaktı.

Bakan neden değildir, sonuçtur.

Tıpkı yangın gibi.

Başımızın üstü, enkazımızın altı

Konya’da yıkılan bina konusu kapandı gitti. 

Altında 5 kişi kaldı, 2’si öldü. Konuşan yok. 

Can kaybının az olmasının nedeni, binanın altındaki lokantanın çalışanlarının akıllı davranması. 

Lokantada fayansların dökülmeye başladığını görünce hemen üst katlara çıkıp apartman sakinlerini uyarıp apartmanı boşaltıyorlar ve ardından bina çöküyor.

O çalışanlar olmasa belki bugün 50 ölüden bahsediyor olacaktık. 

Peki bu yıkımın bir Türkiye gerçeğini ortaya çıkardığının farkında mısınız! 

Binanın altındaki lokantada çalışan ve milleti uyaranların ikisi de Suriyeli.

Binada enkazın altında kalan 5 kişiden kurtulan 3 kişi de, hayatını kaybeden iki kişi de Suriyeli. 

Ve Suriyelileri bağrına basan, başımızın üstünde yeri var diyenlerden çıt yok. 

Başımızın üzerinde yerin olanların enkazın altında olmalarından duyulan en küçük bir üzüntü yok.  

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Yapmamız gerekeni yapacak onura sahip olduğumuz zaman.