ÖNÜMÜZDEKİ dönemde güney komşumuz Suriye’yi bekleyen büyük meydan okumalara, devasa sorunlara baktığımızda, bundan tam bir ay önce başlayan ve Esad rejiminin kısa zamanda çökmesiyle sonuçlanan askeri harekâtın, bu sınamalara kıyasla işin görece çok daha kolay bölümü olduğu teslim edilmelidir. Suriye’de işin zorluklarla kaplı kısmı henüz başlamaktadır.
Girift bir şekilde iç içe geçmiş pek çok nedenle...
***
Bunlardan birincisi, ülkenin içinde bulunduğu fiziki koşullarla ilgilidir. Yaklaşık 14 yıl süren iç savaşta ülkenin Halep, Hama, Humus başta olmak üzere çatışmaların şiddetli yaşandığı şehir, kasaba ve küçük yerleşimlerin azımsanmayacak bir kesimi metruk görünümlü enkaz mahalleler halindedir.
Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesinden sonra Suriye’ye dönen insanların önemli bir kısmı, geride bıraktıkları eski evlerine gittiklerinde sıkça moloz yığınlarıyla karşılaşmaktadır.
Ülkenin altyapısı da iç savaş sonucu büyük ölçüde harap olmuştur.
Muhtemelen on yıllara yayılacak bir yeniden imar, inşaat, altyapı yenileme hamlesi bekliyor Suriye’yi.
***
İkinci temel mesele, Suriye toplumunun yeniden iç savaş öncesindeki yaşam alanlarına dönüşlerinin sağlanması konusudur.
Birleşmiş Milletler’in son dönemdeki muhtelif raporlarında ülkenin nüfusu 23.5 milyon olarak gösteriliyor.
BM’nin İnsani Yardım Ofisi tarafından yapılan resmi bildirimleri esas alırsak, iç savaş nedeniyle yurtdışında mülteci ya da geçici koruma altında yaşamakta olan Suriyelilerin sayısı 6 milyon dolayındadır.
Aynı bildirime göre, 7.2 milyon Suriyeli de, yani nüfusun neredeyse üçte biri iç göçle yurt içinde yer değiştirmiştir. Bu insanlar ya çadır kentlerde ya da başlarını sokabildikleri derme çatma mekânlarda hayatlarını çok zor koşullarda sürdürebilmektedirler.
Dolayısıyla, yeni dönemin önceliklerden biri, yurtdışından dönecek Suriyelilerin ve ayrıca ülke içinde yer değiştirmiş olanların hep birlikte eski evlerine, yerleşim alanlarına geçişlerinin sağlanmasıdır.
***
En yakıcı sorunlardan biri, toplumun büyük çoğunluğunun ekonomik olarak ciddi ölçülerde bir yoksunluk içinde olmasıdır. BM’ye bağlı Dünya Gıda Programı Örgütü’nün raporlarına göre, Suriye’deki nüfusun yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında, yardıma muhtaç koşullarda yaşamaktadır.
Kabul edelim ki, başta ABD ve Avrupa Birliği olmak üzere Batılı ülkelerin Esadrejimine karşı uyguladığı ekonomik yaptırımlar, “tuzu kuru” olan Esad rejimini değil, öncelikle Suriye halkını vurmuştur.
İç savaşın başladığı 2011 yılında 1 dolar 50 Suriye lirası ederken, Esad’ın gidişi sonrasında kur 14.759 Suriye lirası çizgisine yerleşmiştir. Tek başına bu gösterge bile ekonominin ve insanların yaşam koşullarının iç savaştan ve yaptırımlardan ne kadar ağır bir darbe aldığını anlatmak bakımından yeterlidir.
***
Liderlik ettiği askeri harekâtla Beşar Esad’ı deviren ve bugün Suriye’de ipleri elinde tutmakta olan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütü lideri Ahmet El Şara’nın (eski adıyla Ebu Muhammad El Colani) birincil beklentisi, Suriye’ye uygulanan ekonomik yaptırımların bir an önce kaldırılmasıdır.
Batı ülkelerinden ve bir bu kadar önemlisi, zengin Körfez ülkelerinden hacimli bir kaynak girişi gerekmektedir Suriye’ye.
Tabii, gelecek bu kaynağın yeniden imar hamlesinde etkin ve planlı bir şekilde kullanılmasını mümkün kılacak dirayetli bir yönetim yapısının ortaya çıkarılması da gerekecektir.
Bunlar gerekli kararlılık sergilendiğinde pekala üstesinden gelinebilecek işlerdir.
***
Şimdi asıl zor başlığa geçebiliriz. Bu mesele, Suriye yeniden kendi ayakları üzerinde doğrulmaya çalışırken, acımasız bir iç savaştan geçmiş ve cephe hatlarında karşı karşıya gelmiş ve ayrıca çözümsüzlük nedeniyle fiili olarak birbirinden kopmuş, ayrışmış olan toplum kesimlerinin kendi aralarında bir uzlaşıya varıp varamayacakları sorusunu ilgilendiriyor.
Suriye toplumu, kendi içinde el sıkışıp yeni ve büyük bir toplumsal mutabakatı, bunun zorunlu kıldığı bir arada yaşama iradesini ortaya koyup, bu yönde bir uzlaşıyı hayata geçirebilecek midir?
Ülkenin son derece karmaşık ve çeşitlilik gösteren bir dini, mezhepsel ve etnik yapıya sahip olması, bu soruyu son derece sıkıntılı bir çerçeveye yerleştiriyor.
Beşar Esad’ın babası Hafız Esad’ın Baas içi bir darbeyle iktidarı eline aldığı 1971 yılından bu yana geçen ve bu aile ile özdeşleşen 53 yıl süren bir diktatörlük rejimi geride kalmıştır 8 Aralık günü devrik lider Moskova’ya doğru yola çıktığında.
***
Bu rejim, büyük ölçüde Esad ailesinin de parçası olduğu Arap Alevilerin iktidar çarkında belirleyici rol oynadıkları, ancak rejimle bütünleşmiş özellikle büyük şehirlerdeki belli Sünni kesimlerin, Hıristiyanların ve başka muhtelif farklı etnik ve dini grupların da paydaş oldukları bir destek zeminine dayanıyordu.
Neredeyse 14 yıla yaklaşan iç savaşta silahlı muhalefet hareketi ise başlangıçtaki ilk dönem hariç tutulursa, ağırlıklı olarak radikal İslamcı çizgideki gruplar tarafından yürütülmüş ve bu kesimlerin başarısıyla sonuçlanmıştır.
Bu yönüyle bugün Şam’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda ülkedeki yeni iktidarı temsil eden Ahmet El Şara’nın Sünni kimliği, bir bakıma Suriye’de yönetimin en tepesinde mezhepsel anlamda bir değişimin de altını çiziyor.
Ancak bu noktada Beşar Esad’ın Şam’dan ayrılmasına yol açan hadiseler zincirinde, Arap Alevilerin yoğun yaşadığı ülkenin kuzeybatı bölgelerinde de değişime tedirginlikle karışık belli bir destek atmosferinin belirdiği aşikardır.
Buna karşılık bu hafta yaşanan bazı hadiselerde de görüldüğü gibi, Suriye toplumundaki mezhepsel fay hatlarının her an provokasyonlar, hatta tümüyle yanlış anlamalarla bile hemen alevlenebilecek bir potansiyel taşıdığı unutulmamalıdır.
***
HTŞ lideri Ahmet El Şara, en azından şu ana kadar genel üslubu ve kullandığı söylemle farklı kesimlerin kaygılarını yatıştırmayı gözeten bir çizgi izlemeye çalışmıştır. Genel hatlarıyla bütün kesimlere yönelik geniş bir işbirliğine açık olduğunu belirterek, hem ülke içine hem de dış dünyaya içerik olarak ılımlı mesajlar göndermektedir.
Uluslararası camia bu sözlerini memnuniyetle not etmekle birlikte, nihai hükmünü kendisinin sahadaki eylemlerine bakarak verecektir.
Şimdi bu taahhütlerin sahadaki eylemlerle ölçüleceği zorlu bir geçiş dönemi bekliyor Suriye’yi. Geride bıraktığımız günlerde açıklanan üst düzey görevlendirmeler, şimdilik bir “Ara Yönetim” niteliğindedir. Ülkeyi normalleşmeye taşıyacak “Geçici Hükümet” muhtemelen mart ayında ilan edilecektir.
Bu süreç içinde ülkede bir “Ulusal Diyalog Kongresi” toplanacaktır. Buna paralel bir şekilde kurulacak bir komite üzerinden anayasanın yazımı gerçekleştirilecektir. Yeni Suriye’nin yasalarının kaleme alınması anayasa yazımının tamamlanmasından sonraki aşamaya kalacaktır.
Bu süreçler başarıyla tamamlandığı takdirde, hedeflenen yol haritasına göre Suriye halkı seçim sandığına gidecek ve demokratik bir yönetim dönemi başlayacaktır güney komşumuzda.
***
Sorular o kadar çoktur ki... Ahmed El Şara, şu ana kadar ara yönetimde bakanlıklara karşılık gelen başkanlıklara büyük ölçüde İdlib’de HTŞ güdümündeki sivil “Ulusal Kurtuluş Hükümeti”nden isimleri ve bazı yakınlarını atamıştır.
Ancak ulusal diyaloga geçildiğinde Suriye toplumunun çeşitlilik gösteren bütün dokusunun temsil edilmesi gerekecektir. Ve yeni anayasa yazılırken Suriye’de iktidarın bütün bu kesimler arasında nasıl paylaşılacağı, nasıl dengeleneceği gibi hassas sorular masaya gelecektir.
HTŞ, iktidarın ne kadarını paylaşmaya rıza gösterecektir? Ahmet El Şara, kendisi bu rızayı gösterdiğinde, arkasındaki irili ufaklı radikal İslamcı grupların tümünü ikna edebilecek midir?
Hazırlanacak anayasa, bu kadar çeşitlilik gösteren bir toplumsal yapının gerektirdiği beklentilere ne kadar karşılık verecektir?
ÖNÜMÜZDEKİ dönemde güney komşumuz Suriye’yi bekleyen büyük meydan okumalara, devasa sorunlara baktığımızda, bundan tam bir ay önce başlayan ve Esad rejiminin kısa zamanda çökmesiyle sonuçlanan askeri harekâtın, bu sınamalara kıyasla işin görece çok daha kolay bölümü olduğu teslim edilmelidir. Suriye’de işin zorluklarla kaplı kısmı henüz başlamaktadır.
Suriye toplumu ve onlar adına karar verecek olan aktörler, girilecek diyalogda kendi içlerinde bir uzlaşı yeteneği ve bunun gerektirdiği siyasi olgunluğu sergileyebilecek midir?
Ülkenin iç savaş sonrası iç barışını sağlayarak düzlüğe çıkabilmesi için her kesimin özveri gösterip, hatırı sayılır esneklikler sergilemesi kaçınılmaz bir ihtiyactır.
Bu arada, uluslararası camianın ve ilgili bütün dış aktörlerin de ülkede yeniden bir nüfuz çatışmasına girmekten kaçınarak, iyiniyetli, yapıcı bir anlayışla Suriye’ye yardımcı olmalarının, içine girilen bu meşakkatli süreci kolaylaştıracağı izahtan varestedir.