Bu sözü çarşamba günkü AK Parti grup toplantısında Cumhurbaşkanımız söyledi.
Bu sözün ötesi yoktur.
MHP’nin bilge lideri Bahçeli’nin tarihi çağrısını taçlandıran bu söz, sürecin şifresini özünde barındıran bir sözdür.
Sözden öte devlet adına ortaya konulmuş güçlü bir irade beyanıdır.
Lafın tamamı akıllıya denmez.
Çözümün adresi bellidir: Yalnızca demokratik siyaset.
Demokratik siyaset kanalları.
Müzakere ve diyalog.
Bu bir güzergâhtır.
Tercih ederseniz sonuç alırsınız.
Erdoğan örnekliği ortadadır.
“Muhtar olamaz!” dediler ama 22 yıldır ülke yönetiyor.
Partisini kurdu, halkı ikna etti, iktidara geldi, adım adım dediklerini uygulamaya koydu.
Zor ve meşakkatli bir süreçtir siyaset.
Çünkü ikna temellidir.
Türkiye gibi bir ülkede vesayet odaklarıyla mücadele etmek sanıldığı kadar kolay değildir.
“Asla olmaz!” denilen her şey Erdoğan’la birlikte mümkün oldu.
Demek ki olabiliyormuş!
İkna ederseniz yaparsınız.
Silah ile siyaset bir arada olmaz.
Burada kesin bir tercih ortaya konulmalıdır artık.
Siyasetle elde edilebilecek talepler için silah kullanıyorsanız ve silahı siyasi sonuçlar devşirmek için araç olarak kullanıyorsanız hiçbir demokratik ülkede buna izin verilmez.
PKK ayrı bir devlet istiyorsa çıkıp bunu açıklasın?
Öcalan “Demokratik Cumhuriyet” projesiyle ayrı bir devlet veya etnik temelde federasyon ve özerklik istemediğini söyledi.
PKK Öcalan gibi mi düşünüyor yoksa ayrı bir devlet veya federasyon mu istediği için Öcalan’dan farklı mı düşünüyor?
PKK/Kandil silahları bırakma şartını buna mı bağlıyor?
Çıkıp açıklasın.
DEM Parti, Öcalan’ın ortak vatanda tek devlet ve millet çatısı altında yalnızca siyaseti önceleyen “Demokratik Cumhuriyet” projesinden mi yana yoksa PKK/Kandil’in kendisi için toprak ve egemenlik talep eden, bu garanti edilmezse silah bırakmayacağını ilan eden politikasından mı yana?
DEM Parti biz Kürtler adına veya biz Kürtlerin talepleri adına konuşmaktan vazgeçip evvela bu duruşunu netleştirmeli.
Bu tercih hayati önemdedir.
Cumhurbaşkanımızın söyledikleri anlamak isteyenler için açık.
Cumhurbaşkanımız dün durduğu yerde duruyor.
Grup toplantısında sözü bu anlamda tarihi bir fırsattır.
“Geçmişte silahları gömeceksiniz dedim, silahları gömerseniz önünüz açılır.”
Peki, Öcalan aynı yerde mi duruyor?
“Demokratik Cumhuriyet” projesinin arkasında duruyorsa sorun yok. O paradigma içinde çözüm pekâlâ mümkün.
Sayın Bahçeli’nin tarihi çağrısı bunu içkin zaten.
Cumhurbaşkanımızın ön açıklığına yaptığı vurgu her şeyi kapsıyor zaten.
Buradaki sorun şu: Kandil’de artık Öcalan’ın PKK’sı yok. Daha doğrusu, Öcalan’ın talimatına koşulsuz uyan bir PKK yok.
Kandil’de birden çok PKK var.
O PKK’nın içinde hâlâ Öcalancılar da var, Öcalan’a sözde bağlı ama özde karşıt anti-Öcalancılar da var.
Kandil’deki baronların en etkilileri görünen o ki anti-Öcalancı.
“Öcalan dedi diye koşulsuz silah bırakacak değiliz!” diyen güçlü baronlar var.
Her ülkenin PKK’sı ayrı.
ABD-İsrail PKK’sı şu an en etkili PKK.
Kandil bütün umudunu ABD-İsrail blokuna bağlamış.
Suriye’nin kuzeyinde kendilerine kurdurulacak devletçiliğe odaklanmış.
O yüzden ABD-İsrail bloğuna rağmen hareket edemez.
Paradoksa bakınız ki kendi önderini, yani Öcalan’ı Kenya’da yakalayıp Türkiye’ye teslim eden ABD’nin silahlı bir aparatına dönüşmüş PKK.
Öcalan anti-Amerikancı ama PKK dibine kadar Amerikancı.
İran PKK’sı bahsi diğerdir şimdilik.
Kandil’in son kertede İran’a rağmen veya karşıt bir eylemsellik içine giremeyeceği de bilinen bir husustur.
Öcalan İmralı’da mahkûm olsa bile bu gerçekliğin farkında.
Örgütünün gerçekte elinden kaydığının farkında.
O yüzden yapacağı çağrıyla boşa düşmesinin gayrı kendisini ebediyen gömeceğini biliyor.
Öcalan için de bir anlamda bu son şans.
Bence devlet-hükümet için de son şans bu.
Süreç doğru ve gerçekçi bir siyasal akıl zemininde, sadece silah bıraktırmaya değil asıl Türkiye Kürtleriyle beraber bölge Kürtlerini kazanmaya odaklı bir devlet aklı ve pratiği üzerine oturtulmazsa hem süreç akamete uğrar, hem sonrası için felaket olur.
Cumhur-başkanımızın “Karşımızdaki tablo çok da umutlu olmamıza izin vermiyor” sözleri bu çetrefilliğe ve güç denklemine işaret ediyor.
Öcalan’ın da bunu bildiği için şart koştuğu varsayılırsa sürecin zorluğu kendiliğinden anlaşılır.
Sayın Bahçeli’nin “DEM İmralı ile vakit geçirilmeden görüşsün” sözü, dış konjonktürün vahametiyle de alakalı elbette.
Nitekim İsrail’in Lübnan’la ateşkes imzaladığı gün Suriye’nin kuzeyinde baş gösteren askeri hareketlilik tesadüfle izah edilemez.
Türkiye’nin nasıl bir oldubittinin içine çekilmek istendiğini şimdiden kestirmek mümkün değil.
Sahada çatışan görünürdeki aktörlerin arkasında asıl oyun kurucu aktörün kim olduğu da henüz belli değil.
Bu coğrafyada olupbitenleri tesadüfle açıklayan akıl veya yalnızca hamasete odaklanmış bir akıl kaybettirir.
Unutulmasın ki geçmişteki çözüm süreci Suriye üzerinden sabote edilmişti.
Suriye sahasındaki gelişmeler çok dikkatli izlenmelidir.
Oyun içindeki oyunu görebilecek, üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle ak sütün içindeki ak koku fark edecek keskinlikte bir akla sahip olmazsak, başkalarının oyun planında figüran olma riskiyle karşı karşıya kalabiliriz.
Geçmişteki Suriye tecrübemizden ders çıkarmamız şart.
Konumuza dönecek olursak, diyeceğim o ki, silahları gömmek için gerekli zemini oluşturmak için zamana ihtiyaç var.
DEM bugün-yarın Öcalan’la görüşecek.
Şayet bu görüşme sağlanırsa Öcalan’la yapılan müzakereler olgunlaşmış demektir.
Aksi takdirde DEM-Öcalan görüşmesinin faydasından çok zararı olur.
Öcalan bu görüşmede silahları gömme-siyasette karar kılma çağrısında bulunursa bu hemen ertesi gün silahların bırakılacağı anlamına gelmez ama demokratik siyaset için yeni bir fırsat kapısı aralar.
Öcalan’ın manevi gücü var.
Öcalancılık hem Kandil’de hem Kandil’in konsolide ettiği kitleler üzerinde güçlü bir eğilim.
DEM tabanı üzerinde de etkisi büyük.
Son zamanlarda yeni nesil Kürt siyasetçiler üzerinde Öcalan’la birlikte Demirtaş’ın da etkisi gözle görülür biçimde artmış durumda.
Demirtaş bu yenil Kürtlerin siyasi idolü.
Hatta birçoğunun gözünde Öcalan’dan da daha önemli.
Demirtaş’ın bu konumu Kandil’i de Öcalan’ı da DEM’i de rahatsız ediyor.
Ama gerçek örtülemez.
Öcalan’ın şayet bir çağrısı olacaksa bu çağrışım içeride arkasında duracak siyasi aktörlere de ihtiyaç var.
Selahaddin Demirtaş ve Ahmet Türk gibi isimler bu açıdan önemli.
Kandil Öcalan’ı karşısına almak istemez.
Ama ipe un serer.
DEM tercihini Öcalan’dan yana yapar ama Kandil’i de karşısına almaya cesaret edemez. Çünkü dışarıda DEM üzerinde asıl belirleyici olan güç, maddi ve fiziki yapısıyla, dahası yaptırım gücüyle Kandil’dir.
Kandil DEM’in ipini çekerse DEM siyaseten etkisiz-yetkisiz hale gelir.
Öcalan çıkar çağrıda bulunur mu?
Bulunduğunda Kandil ve DEM sözünü dinler mi?
Öcalan kararlı bir duruş sergilerse ve devlet de dediğim çerçevede bir pratik ortaya koyarsa Öcalan’a direnen çizgi kaybetmeye mahkûm olur.
Derin bir siyasi ve toplumsal yarılma ortaya çıkar.
Kandil’i siyaseten yendiğinizde ve en önemlisi Kürtleri kazanan bir pratik ortaya koyduğunuzda silahların varlığı süreç içinde tehdit unsuru olmaktan ebediyen çıkar.
O yüzden ikna ve güven verici bir pratik şart.
Önün açık olduğu görülürse herkes taşın altına gövdesini koyar.
Şimdi karar vaktidir.
Tarihi cesur adamlar yapar.