Sandıktan çıkan bir iradeyi “cunta” diye ilan etmek, cehaletin eseri değil bilinçli bir düşmanlığın eseridir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan anayasamıza göre aynı zamanda devlet başkanıdır.
Elbette devlet başkanları da eleştirilebilir.
Cumhurbaşkanımızın aynı zamanda AK Parti’nin Genel Başkanı olması hasebiyle daha fazla siyasi eleştirilere muhatap olması kaçınılmazdır.
Adabına ve edebine uygun siyasi her türlü eleştiri hem demokratik siyaseti geliştirir hem demokratik tartışma kültürünü anlamlı bir zemine oturtur.
Seçilmiş iradeye “cunta” demek asla siyasi bir eleştiri değildir.
Milletin hür ve helal oylarıyla seçilmiş devlet başkanını “cuntanın başı” ilan etmek, siyasi bir eleştiri hiç değildir.
Bu bağlamda bir de “meşruiyet” tartışması açmak hem demokratik değildir hem siyaset değildir.
Bu düpedüz milli iradeye hakaretamiz bir saldırıdır.
Hele yargı kendi işini yaparken yargısal bir işlem dolayısıyla milletin serbest seçimlerle ve hür iradesiyle seçtiği cumhurbaşkanını doğrudan “meşruiyetini yitirmiş cunta başı” ilan etmek, hadsizliğin ve densizliğin dik alasıdır.
Bu artık düpedüz bir siyasi harp ilan etmektir.
Siyasi harp ilan etmenin demokratik bir anlayış ve yöntem ekseninde olması pekâlâ anlaşılabilir. Lakin demokratik ve meşru olmayan bir siyaset anlayışının yine demokratik ve meşru olmayan yöntemlerle sürdürüleceğinin ilanı, demokratik siyaset ve hukuk açısından apaçık bir cürümdür.
Sokaktan iktidar devşirmeye kalkışmak, sokakları kriminalize ederek siyasi sonuç devşirmenin yanı sıra yargıyı etkilemeye çalışmak, bu bağlamda yargı mensuplarına yönelik tehdit dili kullanmak, demokratik siyasetin meşruiyetini ortadan kaldırmak anlamına gelir.
Yargısal bir işlemi hukuka ve meşruiyete uygun bir dille eleştirmek ayrıdır, bizzat isim vererek başsavcının şahsında yargı mensuplarını pervasızca ve hakaretamiz bir dille tehdit etmek ayrıdır.
Birincisi ne kadar demokratik bir hak ise ikincisi demokratik meşruiyeti ortadan kaldıran gayrı meşru bir pozisyondur.
Dahası ve en fenası, imza toplama yoluna giderek haklarında soruşturma yürütülen insanları yargılamadan kurtarmaya çalışmak ise demokratik hukuk düzenini paralize etmeye çalışan bir suç düzeneğidir.
İktidardaki siyasi iradeye “Yargıya talimat verip bu durumu düzeltmez ve milletin önüne de benim istediğim zaman diliminde sandık koymazsan sokakları sana dar eder, sokak üzerinden ülkeyi kaosa sürüklemekten ve ekonomiye de sekte vurmaktan kaçınmam” demek, alenen ve resmen demokrasiyi kullanarak hem demokratik siyaseti suistimal etmek hem de demokratik meşruiyetin zeminini tahrip etmek demektir.
Artık burada demokratik siyaset veya demokratik bir muhalefet söz konusu değildir.
Burada gayrı meşruluk ve siyasi eşkıyalık söz konusudur.
Yargıya sokaklardan parmak sallamak da bu cümleden olarak hukuka saygısızlığın ötesinde hukukî ve siyasi bir cürümdür.
Anayasamıza göre yargı makamlarına telkinde bulunmak bile yasak iken Özgür Özel tehdit ve hakaretlerle yargıyı baskılamaya çalışması affedilebilir bir cürüm değildir.
Özel dokunulmazlık zırhının arkasına sığınarak hem seçilmiş Cumhurbaşkanına hem de yargı organına her türlü hakaret ve suçlamada bulunup ülkeyi sokaklarda bir kaosa ve çatışmaya sürüklerken seyirci kalmak da ayrıca siyasi ve hukuki bir cürümdür.
Özel için gereken neyse yapmamak bu siyasetsizlik ve hukuksuzluk düzenine bir biçimde arka çıkmak anlamına gelir.
Hukuken yapılması gereken şey, bu suç içeren sözler ve fiiller için fezlekeler düzenleyip Meclis’e göndermektir.
Özel’in bir milletvekili olarak dokunulmazlığı olduğu için savcıların bundan başka yapabilecekleri bir şey yok zaten.
Bu konuda savcılıklar hem re’sen hem de vatandaşlardan gelen suç duyuruları dolayısıyla gerekeni yapıyorlar hukuk içinde.
Siyaseten yapılması gereken ise Meclis’e gönderilen bu fezlekelerin işleme konulmasıdır.
Ne yazık ki meclis bu konuda üstüne düşeni yapmadığı için bu gayrı meşru siyaset düzeni varlığını sürdürebiliyor.
Meclis’teki fezlekelere nedense dokunulmuyor.
Dolayısıyla dokunulmazlık zırhı bu tür sonuçlar doğuruyor.
Bu çözülmesi gereken bir sorundur.
Aksi takdirde kimsenin şikâyete hakkı olmaz.
Cumhurbaşkanımızın meşruiyetini yitirdiğini ilan edip sokakları adres göstermek, sıradan eleştirilerle geçiştirilecek bir olay değildir.
Bunun gereği yapılmazsa ve yapılmayacağı görülürse, bundan sonrası felaket olur.
Meşruiyet tartışması açmak, hele bir de bunu sokaklara taşımak devletimizin bekası ve milletimizin birliği adına çok ciddi bir tehdittir.
Kaos ve çatıştırma siyaseti, demokratik bir tepki biçimi değildir.
Tam tersine demokrasinin tahribi, demokratik meşruluğun aşındırılıp yok edilmesidir.
Bu tarz söylemler masumane siyasi eleştiriler olarak kabul edilip tolere edilemez.
Ülkenin demokratik ve meşru yollarla seçilmiş cumhurbaşkanını bir cunta yönetiminin başı olarak ilan etmek asla kabul edilebilir değildir.
Hele hele “cunta yönetimi”ne karşı sokaklardan artık demokrasinin inşa edileceğini söylemek, düpedüz gayrı meşruluğu su götürmez bir isyan çağrısıdır.
Ülkenin yönetiminin bu çerçevede Avrupa’ya şikâyet edileceğinin hatırlatılması ve o Avrupalı devletlerden destek istenileceğinin belirtilmesi de müstemleke aklının veya mandacılık siyasetinin ötesinde bir anlama sahiptir.
Özgür Özel’in CHP’yi getirdiği bu sorunlu yer, artık demokratik siyaset alanının ötesinde bir yerdir.
Bu bir güvenlik sorunudur.
Özel’in CHP’si demokrasimiz ve iç barışımız adına gayrı tehlikeli bir sorundur.
Daha dün denecek yakın bir tarihte sandıktan milletin hür iradesiyle seçilmiş cumhurbaşkanını “meşruiyeti olmayan” biri olarak suçlamak, hızını alamayıp “cunta yönetimi”nden bahsetmek CHP’nin Özel gibiler üzerinden nasıl bir ideolojik ve siyasi zemine kaydığının da üzücü bir göstergesidir.
Özel ne kadar özgürdür bilmiyorum ama daha dün yaptıklarının bugün tam tersini yapacak kadar ilkeden uzak bir siyasi figür olduğunu göstermesi bakımından analize değer bir kişidir.
Sahi sormazlar mı: Madem Cumhurbaşkanı meşruiyeti olmayan bir cuntanın başı idi, peki o zaman Meclis’te önünde saygıyla niye kalktınız, önünüzü ilikleyerek niye ayağa kalktınız, niçin karşısında el pençe divan durdunuz?
Siyasi normalleşme söylemiyle dün Cumhurbaşkanının ayağına giden Özel’in bugün Cumhurbaşkanına “cuntanın başı” demesi siyasi ilkesizlik değil de nedir?
Dün ayağına gittiği Cumhurbaşkanı o zaman “cunta yönetimi” kurmamıştı da bugün mü kurdu?
Güldürmeyin adamı.
Yıllar yılı “diktatör” diyenlerin başında Özel de geliyordu.
Seçimden sonraki söylemleri ve tapıp ettikleri demokratik yasallık ve demokratik uzlaşı adına hepimizin takdir ettiği bir husustu.
Ama partisinin içinden gelen tepkilerle dümen kıran Özel’in bugün Cumhurbaşkanımıza yönelik bu akılsız, hadsiz ve gayrı meşru sözleri en hafif tabiriyle kendini inkardır. Seçimden sonra oluşturmak istediği Özel profilini inkardır.
Akıllı ol, haddini bil!
Tuttuğun yol, yol değil!
Bu sokak ağzı ve sokak siyasetinin sonu hüsran olur.
HAMİŞ
Özel yandaşı o birileri “cunta” sözüne kendilerince anlam yüklemeye başladılar.
Siyaseten kıvırmaya başladılar.
Özel’in askeri idare anlamında değil siyasi gücün kötüye kullanılması bağlamında o ifadeyi kullandığını söylemeye başladılar.
TDK’nın sözlüğüne baksınlar, orada “cunta” nasıl tarif ediliyor, öğrenip öyle konuşsunlar.
Cunta, yeryüzün her yerinde, bir ülkede yönetime silah zoruyla el koyan kurul şeklinde tanımlanır ve öylece bilinir.
Sandığın olduğu yerde cunta olmaz.
Dün sandıktan çıkan iradenin önünden kalkıp bugün o iradeye “cunta” derseniz kendinizi sadece inkâr etmiş olmazsınız el âlemi de kendinize güldürmüş olursunuz.
“Yalnız bırakıldığınız” için de Avrupalı efendilerinize mızıldanıp durursunuz.