Ankara’da çalışmaktan yorgun düştüğümüz bazı akşamlar soluğu salaş bir köftecide alırdık.
Eski bir bakan, eski bir CEO, birkaç eski vekil falan taburelere oturur, siyasetin bütün gündeminden uzaklaşarak, köfteleri soğanlı mı soğansız mı yiyeceğimize dair bir tartışmaya koyulurduk.
Bu köftecide geçirdiğimiz akşamlarda gün boyu uğraştığımız ne varsa geride kalırdı.
Hesaplarmış, anketlermiş, sunumlarmış, analizlermiş hiçbiri gündemimize girmez, varsa yoksa Ankara akşamlarının titreten soğuğuna dayanmaya çalışarak köfteleri bir an önce yemeye bakardık.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ofisi işte bu köftecinin az ilerisindeymiş.
Altılı Masa sürecine dair gözlemlerimi yazdığım kitabı birkaç ay sonra yayımlamayı düşünüyorum.
Öncesinde, Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’yla yarım saat kadar başbaşa görüştüm.
Altılı Masa’nın aday belirleme sürecinde ben Kılıçdaroğlu’nun en doğru isim olduğunu düşünüyordum, bu konuda en sert polemiklere girmekten de çekinmedim.
Türkiye’nin her şeyden önce bu sistemin kurumsallaşmasına izin vermemesi ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli’ne geçmesi gerektiğine inanıyordum.
Altılı Masa bir küçük mucize gibi girmişti siyaset hayatımıza.
Çeşitli ideolojik görüşlere sahip insanlar özgürlükçülük temelinde bir araya geliyor, farklılıklarından zenginlik çıkarmaya çalışıyorlardı.
Evet, Altılı Masa’nın belki bir samimiyet sorunu hep vardı ama taban ilk kez birbiriyle böylesine tanışıyordu, aynı seçim otobüsünde propaganda yapıyor, aynı iftarda buluşuyor, aynı hedef doğrultusunda sözbirliği ediyorlardı.
Bugünkü bütün kara çalmalara rağmen Altılı Masa sürecinin olumlu etkisinin önümüzdeki senelerin temel belirleyici etkeni olacağını düşünüyorum.
İnsan sadece soyuttan, tanımadığından nefret eder çünkü, birbirini tanıyan insanlar birbirlerinden nefret etmezler.
Tescilli bir ırkçının “benim de çok sevdiğim zenci arkadaşlarım var” demesine bu yüzden alışkınızdır.
Gerçekten de bütün siyahları hakir görse de o arkadaşını ayrı tutar.
Altılı Masa, Türk siyasetinin en büyük sorunu olan kutuplaşma ortamının panzehriydi.
31 Mart’taki büyük başarının altında yatan sebeplerin başında tabanlar arasındaki bu tanışmanın geldiğini düşünüyorum ben.
Altılı Masa, Türkiye İttifakı adıyla CHP’nin içinde yeniden kuruldu.
Görebildiğim kadarıyla, Kılıçdaroğlu, seçimin kaybedilmesinin faturasını Akşener’e çıkarıyor.
Gösterilen bütün çabaya rağmen, 3 Mart krizinin verdiği hasar aşılamadı.
Akşener’in Masa’dan kalkarken söyledikleri onulmaz yaralara yol açtı.
Kılıçdaroğlu, Akşener hakkında “ihanet” kelimesini kullanmaktan imtina etmezken, kendisine değil ülkeye karşı büyük kötülüğe sebebiyet verdiği için “hiçbir zaman affedemeyeceğim” demekten de kendini alamadı.
Bu konuşmamızda Kılıçdaroğlu’nun adaylığına giden sürece dair bilmediğim bir detayı da öğrendim.
Meğer, Akşener, Cihan Paçacı’yı Kılıçdaroğlu’na gönderip “bizim adayımız sizsiniz” demiş.
Daha sonraki süreçte, Paçacı’nın İYİ Parti içinde tamamen Kılıçdaroğlu aleyhtarı bir tavır almasına rağmen bu aracılığı yapan kişi olması ilginç.
Kılıçdaroğlu, ancak Masa’nın ortak kararıyla aday olabileceğini söylemiş.
Buradaki tuhaflık, Akşener’in ekranlarda sürekli “kazanacak aday” deyip Yavaş ile İmamoğlu’nu işaret ederken Kılıçdaroğlu’na bir elçi göndererek adaylık teklif etmesi.
Bir başka konu da Gizli Protokol’e dair.
Şu süreçte beni en derinden yaralayan Ümit Özdağ ile imzalanan ve kamuoyuna açıklanmayan ikinci protokoldü.
Kılıçdaroğlu, çok haklı bir şekilde, Özdağ’ı kayyum atanması konusunda mahkeme kararlarına uymaya ikna ettiğinin altını çiziyor.
Varlığını Özdağ’ın açıklamasından sonra öğrendiğimiz -Kılıçdaroğlu, “iki Genel Başkan’ın namusuna emanet” demişti- diğer protokol içinse benim hiç düşünmediğim bir yol izlemiş.
O protokolü Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayı olarak değil, CHP Genel Başkanı olarak imzalamış.
Altılı Masa’nın kararları oybirliğiyle alındığından Özdağ ile yapılan protokolün aslında pek de bir kıymeti harbiyesi olmayacakmış, zira Altılı Masa hayır derse, o protokoldeki maddeler geçersiz kabul edilecekmiş.
Benim anladığım, Kılıçdaroğlu, kendisini suya götürüp susuz getireceğini sanan Özdağ’a külahı ters giydirmiş.
Şimdi müsaadenizle köftemi yiyeceğim.