CHP’nin 6 Nisan’da düzenlediği olağanüstü kurultayı yakından takip eden Bilgehan Uçak, “Kemal Kılıçdaroğlu ve siyasal iletişim faciaları” adlı bu haftaki yazısında eski genel başkanın ve ekibinin iletişim hatalarının sicilini döküyor.
Kılıçdaroğlu ve siyasal iletişim
Bilgehan Uçak, Kılıçdaroğlu ve siyasal iletişim faciaları üzerine yazdı
İletişim, siyasetin olmazsa olmazı
Necati Özkan’ın Kahramanın Yolculuğu adlı kitabında beni en etkileyen olay, dönemin CHP Beylikdüzü İl Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun siyasal iletişim alanının en bilinen ismiyle çalışmak istemesiydi.
Özkan bu teklifi başta kabul etmemiş, ama İmamoğlu ısrarla bir sunum yapmak isteyince tamam demiş, devamını zaten biliyorsunuz, yolları bir daha ayrılmadı.
İmamoğlu önseçimi, Beylikdüzü’nü, kıpkısa bir sürede İstanbul’u kazanırken, 28 Mayıs’ın ertesi günü “değişim” çağrısı yaparken, CHP Kongresi’nde desteklediği adayın kazanmasını sağlarken en büyük başarısı neredeyse hatasız bir iletişim süreci yürütmesiydi.
Girdiği her seçimi kazanmakla kalmadı, 31 Mart’ta tarihi bir farka imza attı.
Bu kadar göz önünde olan bir isim hatadan münezzeh olamayacağına göre, Necati Özkan ve ekibinin bir diğer başarısının da sorunlara anında müdahale etmek olduğunu söyleyebiliriz.
Kılıçdaroğlu ve siyasal iletişim hataları
İletişim, yaptığınız işin olmazsa olmazı.
Eğer bu süreci doğru ve gerektiği gibi yönetemezseniz, bütün çalışmalarınız deposu boş kalan otomobile benzer; garajda varlığından kimsenin haberdar olmadığı şekilde öylece bekler.
CHP’nin 6 Nisan’daki kurultayını da -tabii daha öncesinden başlayarak- bu konuya çokça kafa yormuş birinin gözüyle izledim.
On küsur sene boyunca anamuhalefetin başında bulunan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultayı kaybettiği günden beri nasıl olup da böylesine acemice hatalar yaptığını anlamakta zorlanıyorum.
Helalleşme diyen, Roboski’ye giden, Şenyaşar ailesini ziyaret eden, 28 Şubat mağdurlarından özür dileyen Kılıçdaroğlu, “akil insan” olarak hayatına çok daha muteber bir şekilde devam edebilecekken kendini kazanma ihtimali olmayan bir savaşın içine soktu.
Altmış kişilik Parti Meclisi’ne “Denge ve Denetleme Grubu”ndan bir tek kişi bile giremediyse bunun başmüsebbibi Kılıçdaroğlu’nun kendisi adına konuşmasına müsaade ettiği bazı isimlerdir.
Kongrenin iki tur arası, iptal edilen İstanbul seçimleri gibiydi.
Kabul etseydi, yirmi farkla bitecekti.
Bu fark da Kılıçdaroğlu’nu oyunun içinde tutacak ve ilk tökezlemede onun adını gündeme getirecekti.
Tuhaf danışmanın bağırmalarına ses çıkarmayınca ip koptu, partiiçi muhalefetin 6 Nisan’daki hezimetinin işaret fişeği o gün yakıldı.
Daha önce CHP’nin hiçbir yerinde adını duymadığımız bir sosyal medya trolü çıkıp mütemadiyen İmamoğlu hakkında ileri geri konuşmaya başlayınca gözler Kılıçdaroğlu’na döndü.
Beklenti, o şarlatanı susturmasıydı.
Yapmadı.
İletişim ekibi Kılıçdaroğlu’nu yanlış mı yönlendirdi?
Sahiplenmemenin yeterli olacağını düşündü, olmadı, “sükut ikrardan gelir” fehvasınca o adamın hiç bıkmadan ve yorulmadan atmaya çalıştığı çamurlardan sorumlu tutuldu.
Ofis açması mantıklıydı, oyunun içinde kaldığını derinden derine hissettirmesi gerekiyordu.
Öte yandan, CHP’ye geri dönmenin yegane koşulunun mevcut yönetimi desteklemek -destekliyor gözükmek- olduğunu nasılsa kabul edemedi.
Mutfağında bu kadar samimi bulunan birinin bir-iki ay içinde ofisinde samimiyetsiz bulunması, iletişim ekibinin tamamen yanlış yönlendirmesi sonucunda oldu.
CHP’nin kazanmasını isteyen biri gibi görünmedi, CHP’yi elinde tutmak için her şeyi yapmaya hazır biri imajını nedense benimsedi, ismi muhtemel bir kayyım olarak bile geçti.
Bu akılları Kılıçdaroğlu’na kim verdi bilmiyorum ama “ne yaparsam CHP’ye asla dönemem” diye uğraşsa herhalde ancak bu kadar hata yapabilirdi.
Her şeyi geçtim, hiç kimse bana KRT’de kurduğu “kurultaydaki şaibe iddialarına cevap verilsin” cümlesini izah edemez.
Bu söz söylendiği anda nasıl algılanacağını düşünemeyen kişi bir genel başkanın yanında duramaz, durursa böyle olur.
Bir kişi be bir kişi, reklam arası isteyip stüdyoya girip “efendim acilen şöyle tevil eden bir açıklama yapın” demez mi?
Demezse, işte böyle olur.
Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’yi nasıl kaybettiyse, Kemal Kılıçdaroğlu da CHP’yi öyle kaybetti
Ne yazık ki, Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’ye kayyım atamayı düşünen bir kliğin işbirlikçisi gibi görüldü.
Öyledir demiyorum, bu işin buraya geleceği belliyken iletişim dili nasıl böyle kurulur diye soruyorum.
En son, Saygı Öztürk’e verdiği mülakatta kendi adaylığı için açık kapı bıraktı, kıyamet kopunca aday olmadığını açıkladı.
Bu ortamda aday olup CHP Genel Başkanlığına dönebilmesinin en küçük bir ihtimali var mıydı, yoktu, o zaman o tepkiyi almamak gerekirdi.
Bir şeyi çok istediğinizi bu kadar belli ederseniz, o şeyin uzağına düşmeniz kaçınılmazdır.
İşler öyle bir hal aldı ki, Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye dönebilmesinin şartı 31 Mart seçimlerini AKP’nin kazanması oldu.
Haklı olduğu yerler mutlaka vardır ama konumuz o değil, konu, yaptıklarının nasıl algılandığı, yani iletişim.
Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’yi nasıl kaybettiyse, Kemal Kılıçdaroğlu da CHP’yi öyle kaybetti.
“Seni bu tribünle göndereceğim” demek, kim olduğunu açıklayamadığı “baronlardan” bahsetmek yerine Divan Kurulu’na gidip bir yıldız futbolcunun transfer bedelini kendi cebinden karşılasaydı, son seçimi büyük farkla kazanırdı.
Aylarca yapılan zincirleme hataların faturası
İşte benzer bir hatalar silsilesine Kılıçdaroğlu da imza attı, “karşı tarafa” daha yakın gözükme pahasına yapması gerekenleri yapmamakla kalmadı, yapmaması gereken ne varsa yaptı.
İktidara en yakın isimlerin kendisini parlatma çabasının, iktidar kanallarının mikrofon uzatmasının vereceği zararı öngöremedi.
Mukayeseyi size bırakıyorum; İmamoğlu, bir ilçe başkanıyken iletişimin önemini anlamış ve Türkiye’nin en bilinen ismini kendisiyle birlikte çalışmaya ikna etmiş.
Kılıçdaroğlu ise bunca yılın tecrübesini ve birikimini daha senesi dolmadan harcadı, tüketti.
Kemal Kılıçdaroğlu aday olmadığını söyleme mecburiyetinde kaldıysa, Denge ve Denetleme ekibi Parti Meclisi’ne bir kişi bile sokamadıysa, seçime girmediği halde hemen herkes en büyük kaybedenin Kılıçdaroğlu olduğunu söylüyorsa, kimse kusura bakmasın, sorumlusu uzaklarda değildir.
Aylardır yapılan zincirleme hataların faturası geldi, masaya kondu.
Yazık oldu.