Bu jestin kendisinin o an aklına gelen bir doğaçlama hareket olmadığını, önceden öçülmüş biçilmiş stratejik bir siyasi hamlenin başlama vuruşuna işaret ettiğini tahmin etmek güç değildi.
Bahçeli’nin daha sonraki beyanlarından ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın MHP Lideri’nin “uzattığı eli” destekleyen ifadelerinden, başka adımların da muhtemel olduğu az çok hissediliyordu. Dışarıdan gözleyenler açısından, tam olarak teşhis konamasa da bir hareketliliğin yaşandığı aşikardı.
Kestirilemeyen, işlerin Bahçeli’nin geçen salı günü Abdullah Öcalan’ın TBMM’de bir konuşma yapıp PKK’ya kendisini lağvetmesi çağrısında bulunması ve karşılığında “umut hakkı”ndan yararlanması önerisinde bulunduğu bir noktaya kadar uzanabileceğiydi.
*
Önemli bir gelişme, Bahçeli’nin bu çıkışını yapmasına denk gelen bir zamanda Öcalan’ın yeğeni Şanlıurfa DEM Milletvekili Ömer Öcalan’ın geçen ağustos ayından bu yana beklemede tutulan İmralı’yı ziyaret talebine, yine geçen salı günü birden izin çıkmasıdır.
Ömer Öcalan, önceki gün, Bahçeli’nin çıkışından 24 saat sonra İmralı’ya giderek amcası ile görüşmüştür.
Burada hatırlamamız gereken husus, Öcalan’ın İmralı’da 43 aydır tecrit altında tutulmakta olduğudur. Bir mekanizma harekete geçmiş ve Öcalan’ın tecriti aktardığımız gelişmelerin yarattığı hareketlilik içinde birden gevşemiştir.
Vurgulanması gereken bir nokta, Abdullah Öcalan’ın da yeğeni aracılığıyla kamuoyu ile paylaşılmak üzere “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını vermiş olmasıdır.
Neresinden bakılırsa bakılsın, bu esnek bir mesajdır. Öcalan, “koşullar oluşursa” bu süreçte rol oynayabileceğini belirtmiş olmaktadır. Girilen süreç, görünüşte, kendisinin “umut hakkı”ndan, yani şartlı salıvermeden yararlanabileceği, hatta TBMM’de konuşma yapabileceği bir kapıyı aralamıştır.
*
Bu gelişmelerin tam ortasında önceki gün yeğen Öcalan’ın amca Öcalan’ı ziyaret etmesinden hemen sonrasına rastlayan bir zamanlamada Türkiye’yi derinden sarsan bir hadise yaşanmıştır.
PKK, Ankara’da Türkiye’nin savunma sanayii alanındaki en önemli kuruluşlarının başında gelen TUSAŞ’ı hedef alan vahşi bir terör eylemiyle 5 vatandaşımızı öldürüp 14 vatandaşımızı yaralamıştır.
Hangi saikle olursa olsun Öcalan’ı merkeze alarak silahlara veda edilmesinden, teröre son verilmesi çağrılarından söz edildiği bir sırada, PKK bu tür süreçlere dahil olmak arzusunu taşımadığını bildiği tek dil olan kan dökerek ortaya koymuştur.
PKK, bir kez daha yeni bir dile ihtiyaç duymadığını, insanlık dışı terör güzergâhında yol almaya devam etmek istediğini göstermiş olmaktadır.
Bu yönüyle Ankara’daki terör eyleminin sürmekte olan tartışmaları nasıl etkileyeceğini bugünden kestirmek güçtür. Gelişmelerin seyri Öcalan ile PKK’nın arasında tümden bir kopmaya kadar uzanabilir mi? Önceki gün kanlı terör eylemi bu soruyu da gündeme taşımış bulunuyor.
*
Her halükârda Abdullah Öcalan’ın TBMM’den PKK’ya kendisini lağvetmesi için seslenmesi önerisinin Türk milliyetçiliğini kendi tekelinde kabul eden, Öcalan’ı başat hedefi gören bir partinin liderinden gelmiş olması herkesi fazlasıyla şaşırtmıştır.
Kabul edelim ki başka bir siyasetçi ya da kanaat önderinden gelse, Terörle Mücadele Yasası çerçevesinde soruşturma konusu olabilecek bir düşünceden söz ediyoruz.
Yine de MHP Lideri’nin açıkladığı yol haritasının uygulanmasının kolay olmayacağını baştan belirtmek gerekiyor. 20’nci yüzyılın en kanlı terör örgütlerinden birini kurup yönetmiş ve hakkında verilen idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmiş bir hükümlünün serbest kalarak TBMM çatısı altında konuştuğu bir tabloyu düşünün...
Böyle bir görüntünün pek çok vatandaşın şiddetli tepkisiyle karşılaşması kaçınılmazdır.
*
Ayrıca, uygulanabilmesinin önü hukuken de güçlüklerle doludur. Hukukçular, önerinin hayata geçirilebilmesinin kapsamlı anayasal ve yasal değişiklikleri zorunlu kılacağı uyarısında bulunuyorlar.
Başka muhtemel sıkıntılar da söz konusudur. Öcalan için tasarlanacak düzenlemeler, kendisiyle benzer durumda olan ağırlaştırılmış müebbet mahkûmları, örneğin FETÖ hükümlüleri açısından da emsal oluşturabilir. Yine uzman hukukçulara göre, bu durumda işlerin bir genel affa kadar uzanması gündeme gelebilir.
Ülkemizde şiddete yönelişin ve suç işleme oranlarının artması karşısında, bunun temel nedenlerinden biri olarak görülen cezasızlık kültürüyle ilgili Türk toplumunda infial yaşanan bir dönemden geçiyoruz. Öcalan da dahil bir genel affın toplumdan destek görmesi hiç de kolay olmayacaktır.
*
Meselenin bir başka yönü daha var. Öcalan için öngörülen anayasal, yasal değişiklikler bir süredir Cumhur İttifakı tarafından kamuoyunun gündemine getirilen yeni anayasa talepleriyle birlikte mi ele alınacaktır?
Yani konuşulan bu hadise yeni anayasa sürecinin bir türevi mi olacaktır? O takdirde siyasi çevrelerde tartışılan Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin uzaması konusu bu dosyanın içine dahil olacak mıdır? DEM Partisi bu müzakerelerde nasıl bir tutum alacaktır? Bu gibi sorular uzayıp gidiyor...
Konunun şu yönü üzerinde de durmak gerekiyor. Bahçeli’nin açıklamaları dikkatli okunduğunda, mesajların ana adres olarak İmralı’ya gittiği, buna karşılık Edirne’de demir parmaklıklar arkasında olan Selahattin Demirtaş’ın tümüyle denklemin dışında tutulduğu görülüyor. Bahçeli, “Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın” diyerek kapıları kendisine tamamen kapatıyor.
Tutukluluğuyla ilgili olarak AİHM’den Türk makamlarınca uygulanmayan bir hak ihlali kararı olan Demirtaş içeride tutulurken, ağır suç sicilini burada tekrarlamamıza gerek olmayan Öcalan’ın TBMM’de konuşabilmesi adalet terazisine konduğunda, tartının ayarlarının karışmaması mümkün değildir.
Bu yönde bir stratejinin uygulamaya konmasının Kürt siyasi hareketi içinde bugünden kestiremeyeceğimiz tartışmaları tetiklemesi beklenebilir.
*
Değindiğimiz gelişmeler ülkemizde her zaman her türlü sürprize hazırlıklı olmamız gerektiğini bir kez daha göstermiştir.
Ancak sürprizleri göğüslerken, yakın tarihte PKK’yı içine alan iki ayrı açılım denemesi yapıldığı ve her ikisinin de hayal kırıklığıyla sonuçlandığı unutulmamalıdır. Bu tecrübenin ışığında son tartışmalara da belli bir ihtiyatla yaklaşmakta yarar var.
Yine de meselenin siyasi yönlerini bir yana koyduğumuzda, PKK’nın bütün direncine karşılık Kürt sorununda yeniden diyalogdan söz edilmesini, “silahlara veda” mesajının geniş bir çerçevede konuşulmaya başlanmış olmasını önemsemek durumundayız.
Bu tartışmaların siyasetin gündemine girmiş olması, barışçı bir çözüme doğru kapıyı bir nebze aralayacak olsa bile değerlidir.
Son bir nokta... Bütün bu tartışmalar sonunda telaffuz edilen yol haritası hayata geçirilemediği takdirde Cumhur İttifakı cephesinde nasıl bir B planının bulunduğunu bilmiyoruz. Girilen süreçte Kürt hareketi içinde farklı güç denklemlerinin belirmesi, yeni bir durum yaratacaktır.
Her halükârda taşların yerinden oynadığı gözleniyor. Son hamlelerle ülkenin siyasi gündeminin de değişmekte olduğunu teslim etmeliyiz. İçine girilen hareketliliğin Türkiye’de siyaseti, Kürt meselesini nereye taşıyacağını kestirmek bugün için kolay değildir.