Başbakan Scholz yarın İstanbul’da... Almanya ile diyalogda bazı açılım işaretleri

Almanya’nın Türkiye’ye Eurofighter uçakları satışı konusundaki vetosunu kaldırdığı haberleri bu görüşmeden sonra geldi. Scholz, New York görüşmesinin üzerinden bir ay bile geçmeden yarın İstanbul’a gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yeniden masaya oturacak.

İstanbul buluşmasının New York’a kıyasla çok daha geniş kapsamlı bir çerçevede geçmesi beklenmelidir. Gündemin, Almanya’ya dönük düzensiz göç trafiğinden bu ülkenin Türkiye’ye uyguladığı askeri ambargoya, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden Gazze’deki savaşın bütün bölgeye yayılmasının yarattığı risklere kadar çok geniş bir gündeme yayılması muhtemeldir.

*

Erdoğan ile Scholz’un yarınki görüşmelerinde masaya gelmesi muhtemel konular ve ziyaretin genel atmosferi ile ilgili olarak şu gözlemleri yapabilmek mümkündür:

Öncelikle, sosyal demokrat Başbakan Scholz’un bir yıl sonra 25 Eylül 2025 tarihinde seçime girecek bir politikacı olduğunu göz önünde tutmamız gerekiyor. Almanya’daki kamuoyu yoklamaları ve son dönemde yapılan muhtelif eyalet seçimlerinin sonuçları, Scholz ve partisi açısından hiç de iyimser beklentiler vaat etmiyor. Bir süredir ciddi oy kayıpları söz konusu sosyal demokratlar cephesinde.

Düşündürücü olan, özellikle göçmen karşıtı çizgisiyle öne çıkan aşığı sağ çizgideki “Almanya İçin Alternatif Partisi”nin (AfD) kayda değer bir yükseliş çizgisi yakalamış olmasıdır.

Sonuçta Almanya’da göçmenlerden duyulan rahatsızlık, merkezin ister sağında ister solunda olsun, Alman politikacıları açısından en sıkıntılı başlıklardan biridir. Ve seçime giden Alman politikacıların yolu da bu yüzden sıkça Türkiye’den geçmek durumundadır.

*

Geçenlerde T-24’te yazdığı dikkat çekici bir analizde meselenin bu yönünü işleyen dış politika yazarı Barçın Yinanç, Scholz’un Hıristiyan Demokrat selefi Angela Merkel’in Türkiye’ye dönük ziyaret trafiğine dikkat çekmişti.

Buna göre, Suriyeli göçmenler krizinin gündemi kapladığı bir dönemde Ekim 2015 ile Mayıs 2016 tarihleri arasındaki yedi aylık süre zarfında, Merkel, ikisi uluslararası nitelikte toplantı olmak üzere Türkiye’yi toplam beş kez ziyaret etmiştir. Türkiye ile AB arasında Suriyeli göçmenleri konu alan Göç Mutabakatı bu süreçte kotarılmıştı.

Bu ziyaretlerin hepsi ve sonuçta 2016 mart ayında varılan mutabakat, Almanya’da göçmenler konusunda yaşanan kaygıları gidermeyi ve Merkel açısından seçmenlere sorunun kontrol altına alındığı mesajını vermeyi de amaçlıyordu.

Benzer bir durumun belli ölçülerde seçim menziline girmiş olan Scholz açısından da geçerli olacağı söylenebilir.

Ucu açık bir şekilde devam etmekte olan 18 Mart 2016 tarihli mutabakatın sürdürülmesi herhalde Scholz’un önemli bir önceliği olacaktır. Ama Almanya açısından önem taşıyan iki yeni dosyadan daha söz etmek gerekiyor.

*

Bunlardan birincisi, kaçak yollardan Almanya’ya giriş yapıp yakalanmış olan ve sayıları 15 bini bulan Türk vatandaşlarının durumudur. Alman yetkililer, bu kişilerin Türkiye’ye iadesi konusunda Türk makamları ile mutabakata varıldığını açıklamıştı.

Almanya’nın kamu yayıncısı Deutsche Welle’nin Alman hükümet kaynaklarına dayandırdığı haberine bakılırsa, iki ülke arasında bu konuda ilke olarak mutabakata varılmakla birlikte uygulamaya ilişkin görüş ayrılıkları bulunuyor.

Haberde, Alman tarafının kaçakların gönderilmesinin ‘charter’ uçaklarıyla toplu bir şekilde yapılmasını isterken, Türk tarafının toplu iadenin yaratacağı görüntülerden rahatsızlık duyacağı için bu yöntemi kabul etmeye yanaşmadığı ileri sürülüyor.

DW muhabiri Değer Akal’ın haberine bakılırsa, bir başka yeni gündem maddesi de Almanya’da suça karışan Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmeleri konusudur. Haberde Almanya’nın bu durumdaki Suriyelilerin Türkiye üzerinden gönderilmesi konusunda zemin yokladığı belirtiliyor.

*

Görüşmelerin bir diğer önemli ayağında askeri konuların yer alması beklenmelidir. Burada öncelikle vurgulanması gereken konu, Almanya’nın Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekatı” ve Doğu Akdeniz’deki hamleleri gibi fiillerini gerekçe göstererek, 2019-2020’den bu yana Türkiye’ye adı konmamış bir askeri ambargo uygulamakta oluşudur.

Ambargo, Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri için kategorik bir şekilde uygulanırken, Deniz Kuvvetleri için Türkiye’de inşa edilen yeni tip dizel-elektrik denizaltıların Almanya tarafından sağlanan tribünleri bu uygulamanın kapsamı dışında tutulmuştur. Kaldı ki, o alanda da bazı gecikmelerin yaşandığı anlaşılıyor.

Ayrıca, Berlin’in Ankara’nın Deniz Kuvvetleri’ne bazı füze ve torpidoların alımı için uzun bir zamandır bekleyen talebine sonunda olumlu karşılık vermesi, yine rahatlatıcı bir gelişme olarak görülüyor.

Hava Kuvvetleri’ne gelince... Türkiye’nin Birleşik Krallık, İspanya, İtalya ve Almanya konsorsiyumu olarak ortaklaşa imal edilen 4.5’uncu nesil “Eurofighter” uçakları için yaptığı talep, diğer üç ülkenin olumlu tutumuna karşılık Berlin’in engellemesi ile karşılaşmaktaydı. Son gelen haberler Berlin’in bu başlıktaki çekincesini kaldırdığına işaret ediyor.

Gelgelelim, Ankara’nın Kara Kuvvetleri’ni ilgilendiren taleplerinin karşılanmasına ilişkin katı tutumda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Bu alandaki

ambargonun yüzlerce kalem askeri malzemeyi içerdiği anlaşıyor. Yakın ilişki içinde olan iki müttefik ülkeden birinin diğerine ambargo uygulaması her halükârda ilişkinin atmosferini bozan bir durumdur.

*

Yine de Almanya’nın belli ölçülerde bir esnekliğe yönelmesi hangi faktörlerle açıklanabilir?

Muhtemelen birçok faktörün bir araya gelmesinin yol açtığı yeni bir değerlendirme söz konusudur. Göçmenler meselesi de dahil olmak üzere birçok alanda Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç duyan Almanya, karşılığında bazı konularda esneklik gösterme ihtiyacını duymuş olabilir. Bu yönüyle gelinen noktanın bir ver-al dengesini de yansıttığı söylenebilir.

Bununla birlikte, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden Avrupa’da en çok etkilenen ülkeler arasında yer alan Almanya’nın bu kıtada beliren yeni jeopolitik gerçeklikler ışığında Türkiye’ye daha dikkatli bir bakışla yaklaştığı genel kabul gören bir görüştür.

Avrupa Birliği’nin başat gücü olan Almanya’nın, kendi bölgesinde belirgin bir ağırlığı bulunan ve Karadeniz’den Kafkasya’ya’ya, Suriye’den Kuzey Afrika’ya kadar çok geniş bir coğrafyada bir faktör olarak denkleme giren Türkiye ile yakın bir siyasi diyalog içinde olmak istemesi anlaşılabilir bir durumdur.

Tabii çok önemli bir mesele daha var. ABD’nin Avrupa’nın güvenliğine olan taahhüdünün kalıcılığının artık ciddi bir şekilde tartışıldığı bir dönemden geçiyoruz.

Önümüzdeki ay başında yapılacak ABD’deki başkanlık seçimini Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın kazanması, bu alanda Avrupa’yı iyice zora sokacaktır. Sonuçta Rusya karşısında kendi güvenliğini nasıl sağlayacağı sorusuyla meşgul olan bir Avrupa’nın, NATO’nun ikinci büyük ordusunu bulunduran Türkiye’yi tümüyle göz ardı edemeyeceği de aşikardır.

*

Öte yandan, ilişkiler ikili düzeyde son derece karmaşık ve yüklü bir tablo barındırıyor. Unutmayalım ki Almanya Türkiye’nin ihracatındaki bir numaralı pazardır. Geçen yıl ihracat 21 milyar doların üzerine çıkmıştır. İthalatı ise 28.7 milyar dolar kadardır. Toplam ticaret hacmi 50 milyar dolara yaklaşıyor. Bu hacmi daha yüksek bir eşiğe çıkarma hedefi her vesileyle vurgulanmaktadır.

Gelgelelim bu kadar yüksek hedeflerden söz edilen bir ilişkide, Almanya’ya gitmek isteyen işadamları bile bin bir güçlükle vize alabilmektedir. Diğer vatandaşların karşılaştıkları sıkıntılara hiç girmiyoruz.

Almanya’nın Türk vatandaşlarına uyguladığı vize rejimi artık rahatsız edici boyutlara gelmiştir. Bu ülkenin sınırlarından kaçak girişler konusunda şikâyetçi olmaya ne kadar hakkı varsa da, bu durum kurallara uygun şekilde gelmek isteyen düzgün Türk vatandaşlarının cezalandırılmasını haklı gösteremez.

Almanya’nın Türkiye’ye karşı vize uygulamalarında makul bir çizgiye gelmesi zamanı çoktan gelmiştir.