“İsrail hükümetinin arkasında ABD’nin kayıtsız şartsız desteğine rağmen Lübnan’dan sonra hedefine Türkiye’yi koyduğu tezinin devasa bir gerçeği göz ardı ettiği kuşkusundayım; o da İran. İsrail’de Netanyahu ve hükümetinin Türkiye’de Erdoğan ve yönetiminden ne kadar nefret etse de -ki hisler karşılıklı- Türkiye’ye saldıracak kadar aklını peynir ekmekle yediği kanısında değilim.”
Türkiye’nin saygın bir iş insanı geçenlerde bir dost sohbetinde “uykularım kaçıyor” diye ortaya sordu; “İsrail bize saldırır mı?” Soruda kinaye vardı ama bir temele dayanıyordu. Önce TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, ertesi gün 1 Ekim Meclis açılışında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Gazze ve Ramallah’ın ardından Lübnan’a saldıran İsrail’in bir sonraki hedefinin Türkiye olabileceğini, İsrail’in Türkiye’ye gözünü diktiğini söylemişlerdi.
Bu çıkışlardan birkaç gün önce, İsrail henüz Hizbullah lideri Nasrallah’ı öldürmemiş ve dolayısıyla Lübnan’a girmemişken Binyamin Netanyahu’ya yakın The Jerusalem Post gazetesinde 25 Eylül’de “Lübnan İsrail’e vadedilen toprakların bir parçası mı?” başlığıyla bir yazı yayınlanmış ve tepkiler üzerine kaldırılmıştı. Bu gelişme TRT World’de haber olduğuna göre, İletişim Başkanlığınca devlet katına da sunulmuş olmalı.
Açık ve yakın tehlikeyse bilelim
Tabii hem Erdoğan hem Kurtulmuş’un aynı şeyi söylemesi akla bu konuda, örneğin MİT kaynaklı bir devlet bilgisi de bulunduğunu da getiriyor. Konu 3 Ekim’deki Milli Güvenlik Kurulu’nun da gündemindeydi.
CHP ve İYİ Parti de “Ulusal güvenliğe tehlike varsa biz de bilelim” diye TBMM’de kapalı toplantı istiyorlar. Açık ve yakın tehlike varsa bizim de hakkımız bilmek.
Dolayısıyla iş insanının, aynı zamanda Başkomutan olan Cumhurbaşkanının “İsrail vatanımıza göz dikiyor” demesi üzerine “İsrail bize saldırır mı?” diye sorması da haklı, “Uykularım kaçıyor” diye kinaye yapması da.
İsrail hükümetinin arkasında ABD’nin kayıtsız şartsız desteğine rağmen Lübnan’dan sonra hedefine Türkiye’yi koyduğu tezinin devasa bir gerçeği göz ardı ettiği kuşkusundayım; o da İran.
Doğrusu İsrail’de Allah’ın kendilerine bir kısmı Türkiye’nin, Mısır’ın, Suriye’nin bazı bölümlerini, Filistin, Ürdün ve Lübnan’ın tamamını söz verdiğine inandıkları için oraları da İsrailoğullarına hak gören fanatikler var; bunların bir kısmı da şu anda Netanyahu hükümetinde. Gözlerini ise Türkiye’den çok İran bürümüş durumda.
İsrail ve İran
Bu Türkiye’nin İsrail’de özellikle mevcut ırkçı-şeriatçı Netanyahu hükümetine karşı uyanık olması gereğini yok saymaz ama İsrail’in stratejisi var olma hakkını tanımayan İran rejimini devirmektir.
Şöyle bir hesap yapalım. Bundan 50 yıl önce Orta Doğu’da İsrail’in varlığını ve var olma hakkını tanıyan iki Müslüman ülke vardı: Türkiye ve İran. Çekingen duran Ürdün ve Lübnan. Tanımayanlar, Batıdan doğuya şunlardı: Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Suudi Arabistan, Yemen, Suriye, Irak, Körfez ülkeleri.
1978’de Mısır İsrail’le barıştı, İran 1979 İslam devrimiyle İsrail’i haritadan silmeye ahdetti.
İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, İsrail’e füze saldırısı ardından 4 yıl aradan sonra ilk kez bugün, 4 Ekim’de verdiği Cuma hutbesinde de Müslüman ülkeleri ortak düşmanı İsrail’le savaşmaya çağırdı. Öte yandan Şii-Sünni ayrımının bu konudaki yıkıcı etkilerini, Türkiye dahil Müslüman nüfuslu ülkelerdeki bazı radikal Sünni grupların Nasrallah’ın öldürülmesi üzerine neredeyse bayram yapmasında da gördük.
Türkiye, savaş ve göçmenler
Türkiye İsrail’in Filistin’i yok etme ve Suriye’den sonra Lübnan’a da genişleme siyasetine karşı en şiddetli siyasi mücadeleyi veriyor ama bu mücadele Filistinliler gibi İsraillilerin de yaşama hakkını inkâr etmiyor bütün sert söyleme rağmen; iki devletli çözüm zaten bu demek.
İsrail’de Netanyahu ve hükümetinin Türkiye’de Erdoğan ve yönetiminden ne kadar nefret etse de -ki hisler karşılıklı- Türkiye’ye saldıracak kadar aklını peynir ekmekle yediği kanısında değilim. Türkiye NATO üyesi ve İsrail’deki fanatiklerin göz ardı ettiği devasa bir Rusya-Ukrayna savaşı gerçeği var ortada.
Erdoğan kabinesinin bu durumu bilerek İsrail’i açık ve yakın tehlike olarak, adeta Türkiye’nin korkması gereken bir güç olarak öne çıkarması doğru iletişim olmadı kanımca.
İsrail’in Lübnan’a harekâtı Lübnan’dan Suriye’ye bir göç dalgası başlattı. Bunların bir kısmının Suriye iç savaşı sırasında Lübnan’a sığınan Suriyeliler olduğu anlaşılıyor. Ankara’nın elinde bu sığınmacıların bir kısmının da Türkiye sınırında kurulu Türkiye’nin kontrolündeki “güvenli bölgelere” yöneldiği bilgisi mevcut. Konuştuğum yetkililer henüz ciddi bir göç riski olmadığını gelen nüfusun ise Türkiye’ye girmeden, güvenli bölgelerde tutulması için önlem aldıklarını söylediler.
Gün itibarıyla durum budur.