Bu satırları 28 Şubat’ın ‘yıldönümünde’ yazıyorum. ‘Bin yıl süreceği’ iddia edilen günlerin üzerinden 27 yıl geçti. Pek muhtemel o günlerde muhafazakarlar; başörtüleri nedeniyle okullara alınmayan genç kızlara, Meclis’ten dışarı atılmaya çalışılan kadın milletvekiline, ötekileştirilen iş örgütlerine-iş insanlarına, açılan-mahkumiyetle sonuçlanan-sonuçlandırılan siyasi davalara, memlekette ‘güçlünün’ yarattığı tabloya baktıklarında ‘sekülerler-laikler adil ve vicdanlı olabilir mi?’ diye soruyorlardı. Buna hem ülkede özgürlükler konusunda belli bir grup aleyhine yaratılan olumsuz durum hem yargı yoluyla bu durumu ağırlaştıran-kullanan ‘iktidar’ hem buna ‘destek olan-sessiz kalanlar’ açısından bakıyordu. Elbette o gün sayıları çok az da olsa demokratlar konuyu hak-özgürlükler mücadelesi olarak görüyor, itiraz ediyorlardı. Aynı bugün sayıları çok az olan muhafazakarlar gibi. Ama o gün yetti mi bu küçük grubun, itirazı şimdi yetiyor mu?
Bugün, 21 yıllık iktidarın muhalif olarak gördüklerine siyasetçiden gazeteciye sivil toplumcudan akademisyene ‘yargı’ eliyle yaşattıkları… İddianame adı altında güçlünün diliyle yazılan metinler, o metinlerle çalınan özgürlükler-hayatlar… Gezi Davası’ndan başta Kürt siyasetçilere yaşatılanlar…İşinden edilen sadece kendisi değil ailesi de adeta vebalı muamelesi gören insanlar… Pasaportuna el konmuş on binler basın kartları verilmeyen/iptal edilen gazeteciler… 'Medeni ölü’ tanımını rahat rahat dile getirenler…
Karşısındakinin ‘durumuna’ göre alınan kararlar, yaratılan ayrıcalıklar… ABD’nin Rahip Brunson’u, Almanya’nın vatandaşı gazeteciyi ‘geri alırken’ açıkça yapılan pazarlıklar… Suudi Arabistan ile arayı düzeltmek için apar topar bir cinayet dosyanın kapatılması. ‘Denizlerini koruma anlaşması yapılan’ Somali’nin Cumhurbaşkanı'nın oğlunun trafikte bir kuryenin ölümüne neden olduktan sonra gerekli ‘ayarlamalar’ yapılana kadar yurtdışına çıkışına imkan sağlanması. Siyasi olarak ‘ters düştüğü düşünülen’ durumlarda uyulmayan Anayasa Mahkemesi ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları. Dünya hukuk üstünlüğü sıralamalarında en arkalarda yer alınması.
Meclis’te yargı paketi görüşülürken AKP’li milletvekili eski adalet bakanı Bekir Bozdağ’ın kendisine 2011 yılında Fetullahçıları öven sözlerinden dolayı eleştirilmesi ardından söyledikleri:
"Her sıkışıldığında, Bekir Bozdağ konusu geldiğinde söylediğim sözler açılıyor. Ben onları çöplüğe, lağıma attım. Ben FETÖ ile mücadele eden adamım. 2011"de söylenmiş bir lafı, dün söylenmiş gibi defalarca temcit pilavı gibi buraya getirmenin ne alemi var? FETÖ terör örgütüdür, Fethullah Gülen de terörist başıdır. Benim söylediğim budur."
Bir iktidar mensubu olarak kendisinin ve partisinin yaptığı iş birliğinden ortaya çıkan durumdan bir anda kendini sıyırması. Diyelim haklı. Peki okulunda okuduğu, bankasına para yatırdığı için yıllarca hapiste kalanlar? Her dosya ayrı bir hukuki mütalaa gerektirir elbet ama şu durum vahim değil mi? Fetullahçıların devlet içinde, bürokraside örgütlenmesine yol veren, ortaklık edenler… Onlarla iş yapan ‘büyük şirketler-holdingler, sahipleri, patronları..." Hasta olduğunda gazetelere sayfa sayfa ilan verenler, herkesi küçümseyen ama bir dönem o ekiple yakın olan akademisyenler… Hepsi iktidarla kurduğu bir şekil ilişkiyle dışarıda. Elbette kimsenin hapiste olması gibi bir durumu söylüyor-arzu ediyor değilim.
Ama Tayyip Erdoğan’ın tanımıyla ‘tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet’ bu grupta… Tavan diye tarif edilenlerin çoğu yurtdışında… Siyaset, ticaret ekibinde bir dönem yakın ilişkide olanlar Türkiye’de hala etkin ve rahat… Peki faturanın çoğu tabana ödetildi’ diye düşünen var mı acaba? ‘Suç’un şeklini, kime yöneltileceğini, kimin sıyrılıp kimin yatırılacağının düşünülmesi-düzenlenmesi-uygulanmasından rahatsız olan var mı?
Hâlâ devlet mekanizması içinde kalan ‘gizli Fetullahçılar’dan bahsediliyor. Bir yandan haklı görülebilecek bu risk konuşulurken, öte yandan ‘açıkça’ başka tarikatlar yargıdan sağlığa pek çok alanda örgütleniyor. Milli Eğitim’de tarikatlarla protokol yapıldığı duyuruluyor. Bu durumun tuhaflığını düşünen? Ya da Danıştay’ın yargıdan ihraç edildikten sonra haklarında takipsizlik ya da beraat kararı alanlardan göreve iade ettiklerinin tamamını hedefe koymak?
Bitirirken…
Hayatın her alanında iktidarın günlük ihtiyacına, göre sık sık yargının yönünün, hedefinin ayarlanması…Büyük bir çürüme… 28 Şubat ile ilgili yazıları tararken en ilgimi çekenlerden biri Perspektif’te Betül Doğan Akkaş’ı yazdıklarıydı. Yazının bir yerinde şöyle diyordu:
"Ben Merve Kavakçı’nın Meclis’te yuhalandığı görüntüleri hâlâ kalp ritmimi normal akışında tutarak izleyemiyorum. Eminim bir yerlerde de kadın dernekleri 8 Mart’a pankartlar hazırlıyorlar ve sorunsuzca eylem yapamayacaklar ki onların da bazıları bir zamanlar bizim zorla kapandığımızı söyleyerek yasağı desteklemişlerdi"
Kavakçı konusunda söyledikleri, o dönem yaşananlar-yaşatılanlar memleketin utanç sayfasında yerini aldı. Ancak 8 Mart ile ilgili söylediği izleyen cümle "Bazıları bizim zorla kapandığımızı söyleyerek yasağı desteklemişlerdi" tespiti hem bazı acıların unutulmadığını-unutulmayacağını göstermesi hem de ‘yeni dönemin yarattığı düzenle ilgili bir bakışı göstermesi' açısından önemli…
Memleketin her görüşten insanını kapsayacak ortak bir adalet-hukuk-vicdan inşasını gerçekleştirmek zorundayız. Artık gücü eline geçirenin değil haklı olanın Türkiye'si ortaya çıkartılmak zorunda. Dün gücü elinde tutan, kendini seküler-laik olarak tarif edenlerin ‘ötekine’ yapılanı sessizce izlediği hatta destek olduğu anti-demokratik, hukuksuz uygulamalardan bugün kendini ‘muhafazakar olarak tarif edenlerin’ ‘ötekine’ yapılanı sessizce izlediği hatta destek olduğu anti-demokratik, hukuksuz uygulamalara…
Öznesi değişen ve geçmişe benzeyen ama geçmişten daha da ağır uygulamalara imza atılan bir dönemden geçiyoruz. Başta 28 Şubat ‘dün’ ile ilgili bir özeleştiri hatta helalleşme çabası var. Azlığı çokluğu tartışılır. Bugünün sorusu ‘bir muhafazakar adil ve vicdanlı olabilir mi…' Buna gerçek, kalpten bir yanıt vermek, düşünmek, tartışmak gerekli… 28 Şubat darbe sürecinde bile bu kadar gazeteci, yazar, siyasetçinin hapiste olmadığını da hatırlayarak…