Siyaset, geliri paylaşma kavgasıdır

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, emekli maaşlarına seyyanen zam isteyen muhalefeti "emeklileri tahrik etmekle" suçladı.

"Emekli maaşlarına 7 bin TL eklemek demek bütçeden yaklaşık 1,4 trilyon liralık, 10 bin TL eklemek demek 1,9 trilyon liralık kaynağı buraya aktarmak demektir" dedi ve ekledi:

"Türkiye karşılıksız elde ettiği gelir kaynaklarına sahip değildir. Biz her kuruşu çalışıp kazanmak zorundayız."

Cumhurbaşkanı durmuş saatin günde iki kez gerçek saati göstermesi gibi arada sırada doğru şeyler de söylüyor.

Bu da onlardan biri.

Evet kaynaklarımızın bir sınırı var ve evet bu kaynakları toplumun belli bir kesimine aktarmak toplumun başka kesimlerinin fakirleşmesini, fedakarlıkta bulunmasını gerektirir.

Zaten genel olarak politika da bunun için yapılır: Milli geliri nasıl paylaşacağız?

"Dava" gibi, "devrim" gibi, "millet" gibi, "din" gibi kutsallaştırılmış kavramları tartışıyor gibi görünürüz ama tartışılan şey esasen milli gelirin nasıl paylaşılacağıdır.

Zaten tarih boyunca da çatışma bunun üzerinden ilerledi.

İnsanlıkla ilgili her konu gibi bu konu da birbirinden kesin çizgilerle ayrılan, siyah – beyazın karşı karşıya olduğu bir mesele değil elbette.

Ancak Erdoğan'ın da belirttiği gibi kıt kaynaklarımızın dağılımı meselesi en temel sorunumuz.

Bu geliri nasıl paylaşacağız?

Buna vereceğiniz yanıtlar siyaset içindeki pozisyonunuzu belirler.

Erdoğan'ın tercihi belli. Siyasetteki pozisyonu da belli, yelpazenin sağında yer alıyor.

AKP, iktidara geldiğinden bu yana 70 milyar dolara yakın bir özelleştirme yaptı.

Bu sayının, satılan kamu mallarının gerçek değeri olmadığını da biliyoruz.

Mesela Giresun'da SEKA'ya ait olan fabrika 5 milyon liraya (O tarihteki kurdan 3,5 milyon ABD Doları) özelleştirildi. Fabrikayı alan şirket, fabrika arazisini daha sonra 68 milyon liraya (O tarihteki kurdan 30 milyon ABD Doları) TOKİ'ye sattı.

Böyle sayısız örnek var.

Bununla da bitmiyor: Dünyada kamu ihalelerinden en çok payı alan 10 müteahhitlik şirketinin beşi Türk şirketi. 160 milyar ABD Doları'na varan kamu alt yapı ihalelerinin ezici çoğunluğu bu şirketlere gitti.

Bununla da bitmiyor: Mesela 2016 ile 2022 yılları arasındaki altı yılda Osmangazi Köprüsü'nün müteahhidine sadece geçiş garantisi olarak 1,3 milyar ABD Doları ödendi.

Kamu Özel İşbirliği projelerindeki aşırı fiyatlama ve yüksek garantiler ile müteahhitlere aktarılan kamu kaynaklarının toplam kaç ABD Doları ettiğini hesaplamak bile zor.

Bütün bunlar siyasi tercihin sonucudur.

Bugün emekli aldığı maaştan yakınıyorsa bunun nedeni Türkiye'nin kıt kaynaklarının başkası için harcanıyor olmasıdır.

İşçiler, köylüler geçim sıkıntısı yaşıyor, bir kilo et bile alamıyorlarsa bunun nedeni siyasetin kaynakları onlara değil başka yerlere yönlendirmesidir.

"Çalıyor ama çalışıyor" diye kendini avutan herkes bilmeli ki çalınan para, kendi cebinden çalınıyor, Coni'den, Merkel'den, Herkel'den değil!

Bu siyasi tercihin insanların günlük hayatlarındaki etkilerini örtmek için elverişli malzeme de "kültürel meseleler" gibi, "etnik sorunlar" gibi şeylerdir.

Dikkati etnik ve kültürel meselelerle dağıtılmış kitleler, gerçek sınıf çıkarlarının nerede olduğunu görmezler.

O insanlara bu gerçeği göstermesi gereken siyasi hareketlerin başarısız olmasının nedeni, paylaşım kavgasının sınıfsal olmaması değil, bunu anlatmakta gösterilen yetersizlikte aranmalıdır.

Erdoğan, bir gerçeği söyledi: Bu siyasal düzende milli gelirden daha çok pay isteyen işçilere, emeklilere, köylülere daha fazla para yok.

Ama müteahhitlere, yolsuzluk ekonomisinden beslenenlere para çok!