İran beklenmedik bir hamle yaptı.
İsrail’e füzelerle saldırdı.
500’ün üzerinde füze fırlatmış.
Bir kısmı Demir Kubbe’ye takılmış, bir kısmı İsrail kentlerine ve komşu ülkelere düşmüş.
Verdikleri hasar konusunda net bir bilgi yok.
İsrail can kaybı olmadığını söylüyor, İran ise başarılı olduklarını.
İran’ın füzeleri yeni nesil hipersonik füzelermiş. Saatte 15 bin km sürate sahiplermiş, bu yüzden durdurması zormuş.
Rusya lideri Putin 2010’ların ortasında hipersonik füzelerini duyurmuş ve dünyayı şaşkınlığa uğratmıştı.
İlk denemelerinde 12 km/s civarında süratlerle hedeflerini vuran Rus hipersoniklerinin daha sonraki açıklamalarda ulaştığı hız 27 mach olarak açıklanmıştı.
İran gerçekten kendi imkanları ile hipersonik füze geliştirdi ise bu ciddi bir başarıdır ve komşumuz ilk kez İsrail’e ciddi bir saldırı yaptı.
Tabii bu füzelerin ne kadarlık bir savaş başlığı taşıdığını yani ucunda ne kadar büyük bir patlayıcı olduğunu bilmiyoruz. Çünkü füze tek başına bir anlam ifade etmiyor, hasar verebilmesi için ucuna ciddi miktar patlayıcı ya da nükleer başlık koyulması gerekiyor.
İsrail zaten uzun yıllardan beri İran’ın kendisini vurabileceğinden, nükleer güce sahip olması halinde İsrail’i yok edebileceğinden bahseder dururdu.
Kürecik Radarı, İsrail’i bu tehlikeden korumak için kurulup Malatya’ya yerleştirilmişti.
Bu saldırı, İsrail’e “Bakın beni vurabiliyor.” diyerek bölgede gerginliği ve arttıracak ve daha fazla güç kullanmasına neden olabilecek bir bahane de vermiş oluyor.
Bu arada Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yiğit Bulut’un “İsrail’in bir sonraki hedefi Türkiye” açıklaması sonrası AKP’li isimler bile bu saçma sözleri nedeniyle Yiğit Bulut’u hedef alırken Bulut’a destek Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi ve Erdoğan da İsrail’in Türkiye’ye saldırabileceğinden söz etti.
Bazı AKP’liler Erdoğan’ın bu sözlerini hem Kur’an’da hem de Yahudilerin kutsal kitabında yer alan Yusuf Kıssası’na benzettiler. Yani İsrail’in aklına böyle bir şeyi soktuğumuzu ima ettiler.
Türkiye, İsrail’e yönelik saldırgan bir tutum içine girmeden, İsrail’in böyle bir şey yapma ihtimali yok. Hatta ABD’li neoconlar bunu çok istiyor olsa da yok.
Ancak şurası net ki, 7 Ekim’de Hamas İsrail’e saldırmadan ve Türkiye de en sert sözlerle İsrail’i eleştirmeye başlamadan önce İsrail Başbakanı Netanyahu ülkesinde tartışılan ve koltuğunu kaybetmek üzere olan bir Başbakan’dı.
Her gün aleyhinde gösteriler düzenleniyor ve aklı başında tüm İsrailliler Netanyahu’yu istifaya davet ediyorlardı.
Bugün ise Netanyahu güç kazanmış ve istifa çağrılarını ez aza indirgemiş durumda.
Ülke savaş halinde, başkent Hamas, Hizbullah, Husi ve İran füzelerinin hedefindeyken bir hükümet krizi, bir Başbakan istifası isteyen pek kalmadı.
Belki de bu yüzden Türkiye’yi İsrail tehdidi altında göstermek iktidarın işine geliyor olabilir.
Kim bilir!
Bu normalleşme değil anormalleşme
Özgür Özel, CHP’nin öfkeli kanadını ve öfkeli seçmenini kızdırmaya devam ediyor.
Şu anda iktidardan daha çok, muhalefetin eleştiri okları altında.
Ben Özel’in muhafazakar seçmenden CHP’ye ya da en azından CHP’nin Cumhurbaşkanı adayına bir geçiş sağlayabilmek için bu politikayı güttüğünü düşünüyor olsam da, bazen de abartılı bir tavır içine girdiği konusunda CHP’li şahinlerle hem fikirim.
Cumhurbaşkanı TBMM Genel Kurul Salonu’na girerken ayağa kalkmak elbette makama saygı olarak gösterilebilir ve kabul edilebilir bir tutum olabilir ama ayağa kalkılan Cumhurbaşkanı’nın da en azından o kürsüde iken Parti Genel Başkanı sıfatından sıyrılacak olgunlukta davranması gerekir.
Böyle davranmayan bir genel başkan cumhurbaşkanını ayağa kalkarak değil, masaya ayak uzatarak karşılamak bile bir seçenektir.
Yine de bu anlaşılabilir bir tutumdur.
Ancak CHP’nin bir kenarından müdahil olduğu bir davada, CHP’nin tezlerini savunan bir televizyon kanalını ve 4 şerefli ve namuslu gazeteciyi tehdit eden bir siyasi parti genel başkanı ile bal börek görüntü vermenin hiç ama hiç affedilir bir tarafı yoktur.
CHP genel başkanlık makamı kendini temsil eden ve kendine yönelik eleştiri ya da hakaretleri affeden bir makam değil, topluma yönelik tavırlara tepki gösteren bir makamdır.
Birkaç saat önce bir grup gazeteciyi tehdit eden bir siyasi parti lideri ile şen şakrak “O başka bu başka” diye poz vermenin siyasetle falan alakası olamaz.
“Normalleşme herkese lazım” diyerek işin içinden çıkılmaz.
En azından el sıkışma sonrası bu konuda iki kelam, bir eleştiri beklenir.
El sıkmak, alttan almak olmamalıdır.
El sıkılırken bile “Devlet Bey, yardımcılarınızdan dolayı Sinan Ateş davasındaki hassasiyetinizi anlıyoruz ama bu size gazetecileri tehdit etme hakkını vermez.” diyerek de el sıkılabilir.
Gazeteci tehdit etmek, “Ayağınızı denk” alın diyerek gazetecilere seslenmek normalleşme değildir.
Bunu normal karşılamak, anormalleşmedir.
Rekabet Kurulu GSM’lere bakmıyor mu!
GSM şirketlerinin büyük bölümü iktidar tarafından yönetiliyor.
İşin daha da garabet olan tarafı, düzenleyici noktada olanların aynı zamanda bu şirketlerde yönetimde de olmaları.
Tam bir AKP dönemi anlayışı olarak kendi kendilerini denetliyorlar.
Yani denetlemiyorlar.
Hal öyle olunca da mağdur olan vatandaş oluyor.
Bu mağduriyeti hak edip etmedikleri ayrı tartışmanın konusu olsa da, biz doğrunun peşinde olmak ve hakkını savunacak zekaya sahip olmayanların da haklarını aramak zorundayız.
Sektörün büyük bölümü kamu tarafından yönetilince ve halk kamu tarafından yönetilen ve piyasada hakim olan şirketler tarafından kazıklanınca, tek olan özel sektör şirketi de onlara uyuyor ve GSM sektöründe rekabet ortadan kalkıyor.
Turkcell ve Türk Telekom canını çektiği gibi zam yapıyor, onların peşine takılan Vodafone’un da canına minnet, o da furyaya katılıyor.
Ortada fol ve yumurta yokken, enerji fiyatları artmamış, personel giderleri artmamış, döviz kurları bir yere kıpırdamamışken GSM tarifelerini yapılan yüzde 200 hatta yer yer yüzde 300’lük zamların hiçbir ekonomik dayanağı yok.
İktidar tarafından yönetilen şirketler vergi alır gibi zam yapıyorlar, diğerinin de işine geliyor ve o da yapıyor.
Ancak burada çok ciddi biçimde bir rekabet ihlali var.
Üç GSM şirketinin ortak hareket ettiği, ortak bir şekilde tarife yükselttiği aşikar.
Bu durum tam da Rekabet Kurumu’nun ilgi alanına giriyor.
Ancak o da iktidar tarafından kontrol edildiği için gıkını çıkarmıyor.
Olan da size bana oluyor.
Vatandaş hem tarifeler hem de yüksek vergilerle ezilip duruyor.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmediğimiz zaman.