Sıradanlaşan çocuk, kadın ve sokaktaki mafya cinayetleri ülkeyi her geçen gün daha güvensiz hale getiriyor ve insanlarımızın sokakta özgürce dolaşabilme hissini bile elinden alıyor. Manivelası mahallenin elinde olup memlekete taşınan kriz artık bu boyutlara ulaşmış durumda. Ne yazık ki ülke, parti devleti görüntüsünü dahi aşarak daha endişe verici bir boyuta doğru savruluyor. Yöneticilerimiz ise ülkenin bir adalet veya refah sorunu olmadığını, sadece finansal denge sorunu olduğunda ısrar ediyor. Bu sorunun da yakında çözüleceğini öngörüyorlar. Ciddi bir toplumsal kesim-mahalle de bu öngörünün peşinden ayrılmıyor.
Ancak ne dersek diyelim, yüzde 50+1 sisteminin yarattığı bu çıkmazın ve malum ittifakın otoriter rejiminin sürdürülebilir olmasının temel sebebi, halkın yarısının vazgeçilmez desteğinin kararlılıkla sürdürmesi. Bu kesimi, akademik bir terim olarak “mahalle” ile açıklamıştık. Mahallenin ikna edilememesi veya cenin misali kapanmış pozisyonunun gevşetilmemesi durumunda ülkemizin iki yakasının bir araya gelemeyeceğini görmek gerekiyor.
İYİ Parti, Gelecek ve DEVA partileri, zor şartlarda ortaya çıkıp ülkenin önemli bir kesiminde umut ve heyecan yaratmışlardı. İYİ Parti, radikal mahalleden ziyade seküler, devletçi ve milliyetçi kesime hitap ederek rasyonel ve demokratik bir merkezi inşa etme umudunu vermişti. Ancak nedensellik ya da komplo teorileri tartışmaları artık eski İYİ Parti’yi siyasi arenaya geri getiremeyecek. Bu konuda daha önce yazılar yazmıştık.
Mahalleyi ikna etme sorununun özünde, öncelikle AK Parti seçmenini değil, bekâcı, popülist ve kalkınmacı bir Türk sağı zihniyetini ikna etmenin gerekliliği yatıyor. İkna sürecinde, karşınızda iknaya açık bir akıl ve vicdan bulmak zorundasınız. Ancak önyargılar ve öğrenilmiş kabuller bu süreci zorlaştırıyor. Bütün bilişsel çelişkileri aşmanın yolu, güvene dayalı bir ilişki kurmaktan geçiyor. Güven ise siyasette tutarlılık, ehliyet ve gücün üzerine inşa ediliyor.
Gelecek ve DEVA’nın çıkışına, ülkede kendini çaresiz hisseden toplumsal muhalefeti için “mahalleliyi ikna ederler, yüzde 50 dengesini bozar, bizlerin de selamete ermesine vesile olurlar mı acaba” diye bakıldı. Mahallelinin bezginleri ise bu çıkışlara “ülkenin başarılı başbakanı ve iyi ekonomi yönetimi sorumlusu bunlardı. Hele bir durun bakalım bu kadar iyi kadrolarla ne diyecekler” diye baktılar. Malum füzyona girmiş seçmen de ayrılan bu liderleri dava treninden artık işleri kalmadığı için inen insanlar olarak gördüler.
Davutoğlu öncelikle mahallenin ahlak krizini çözmeyi hedefledi. Siyasette mahalleyi merkeze aldı, kopmadı. Aidiyet bağları, geçmiş akademik alt yapısı ve yetiştirdiği insan kaynağı siciliyle bu sorumluluğu hak ediyordu. Babacan ise mahalleden bağımsız ülkenin ihtiyacı olan şeffaf, ehliyetli, dışa açık ve liberal bir merkez inşasına talipti. Ülkenin nitelikli beyaz yakalıları ve orta sınıfının talepleri, yaşı itibariyle de bu güveni ona veriyordu.
Tüm bu beklentiler sonunda Gelecek ve DEVA’nın başlangıçta mahalleyi ve memleketi ikna edip yüzde 50 dengesini bozarak muhalefetin önünü açabilecekleri umuluyordu. Zaman geçtikçe, bu beklentilerin boşa çıktığı anlaşıldı.
Gelecek ve DEVA’nın ilk sorunu, umutların partisi olmalarına rağmen, seçmen nezdinde “umutların partisi ancak saha gerçekliği olmayan partiler” olarak görülmeleriydi. Bu durum, iki partinin taban oluşturma sorununu da beraberinde getirdi. Altılı Masa kararı, kolaycılığı ve bağımlılığı, seçmen nezdinde bu partileri küçük partiler olarak algılamasına vesile oldu. Zamanla Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan, doğaları gereği siyasette hep “tavan”da kaldılar. Tabanda siyaset üretemediler. Uluslararası deneyim ve saygınlıklarının taban siyasetini etkileyeceğini varsaydılar.
2002’den itibaren iddia edilen AK Parti’nin yönetim yaklaşımının özünde “biz ve ötekiler” anlayışının olduğunu, ayrıca siyasetin çarpık finansmanı yaklaşımını görememeleri ve bu konuda özeleştiri yapmamaları, sürekli eleştiri konusu oldu. Yeni bir siyasi vizyon geliştirmek yerine, geçmiş başarı hikayeleri üzerinden apolojetik-savunmacı söylev üretmek kendilerine başlangıçta olan ilginin azalmasına neden oldu.
AK Parti’nin olumlu yönlerine inanan bu partilerdeki yeni muhalif eski Ak partili siyasetçilerin bu mirastan bitmeyen umutları, yeni yollarının önünü tıkadı. Üzücü olan ise, AK Parti’nin 2002-2011 arasındaki olumlu yönlerinin artık toplumun önemli bir kesimi tarafından da otoriterlik ve adaletsizlik algısına birlikte gömülmüş olmasıydı. Bundan sonra yeni kuşaklar için gelecekte AK Parti ile özdeşleşmiş aktörlerin muhalefet bloğunda bir şansı yok gibi görünüyor. Erdoğan sonrası kimlik girdabındaki mahalle ise, farklı ve daha radikal, din ile barışık gözüken bekacı milliyetçi arayışlara savrulmaya aday gözükmekte.
Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın ayrı çıkışları, siyasi arenada büyük soru işaretleri yarattı. Başlarken kendilerini güçlü görmek isteyen seçmende hayal kırıklığı oluşturdu. Ahmet Davutoğlu’nun, Ali Babacan’a “Birlikte kuralım, genel başkanlık önceliği sizde olsun” dediği biliniyor. DEVA kurulurken, kendilerinin bu ayrı yol kararı, Davutoğlu’nun çalışma tarzına ve Ortadoğu-İslam dünyasına yaklaşımına karşı olan eski arkadaşlarının ısrarlı tercihi gibi görüldü. Zamanla, bu tercihin duygusal olduğu ve siyaset sahnesinde karşılık bulmadığı artık anlaşıldı. DEVA’nın liberal demokrasiye bağlılığı, iş dünyasında destek bulsa da mahalle seçmeninde bir karşılık yaratamadı. Son kertede seküler seçmen için iki liderde mahalleliydi.
Kim ne derse desin kapalı sağ muhafazakar mahalle için Ahmet Hoca ve Ali Bey özenle yetişmiş altın çocuklardı. Bu bakımdan siyasete mücadele ederek girmediler. Hep tercih ve ikna edildiler. Siyaset koridorunun sırtlanları onları kendi rakipleri görme cesaretini hiç duyamadılar. Mahalleli de bu yeni dönemde altın çocukların görevi bitti köşelerine çekilsinler bize kullanacağımız adam yetiştirsinler modundaydı. Ak Parti’den “karşılıklı ayrışamama” üzerinden, kollektif ve bireysel bilinç üstü durumda bir bakıma ilgili aktörler karşılıklı buluşulmuş durumdaydılar.
İlginç bir başka durumda iki parti lideri ve önemli kadrolarının ortalama Türk siyaseti için bireysel erdem ve ehliyet açısından oldukça üstte olmalarına karşın bahsettiğimiz taban karşılıklarının oluşamamasıydı. Matematik rasyonel evren denkleminde bu durum trajikomik bir toplumsal durum olsa da bu durumun politik psikolojide çok rasyonel bir karşılığının olduğu da gerçekti. Bu psikolojik duvarın aşılmasının sorumluluğu toplumdan ziyade daha çok Sayın Davutoğlu ve Sayın Babacan’da gözüküyor.
Ahmet Hoca’ya toplumun özellikle belirli kesiminde biriken öfke oldukça büyük. Bu öfkeyi ardından eşelesiniz muhtemelen geçmişe yönelik saygı ve ehliyet esaslı beklentilerin hayal kırıklıklarını fark edersiniz. Bu öfkeyi diğerlerinden farklı olarak iknaya ve desteğe dönüştürme şansı hala hocanın elinde. Ali Bey’e ise pek öfke yok. Ancak öfkenin de bir duygusal iletişim enstrümanı olduğunu varsayarsak Ahmet Hoca sokak iletişimi dokunuşlarında bu bakımdan çok daha önde gözükmekte.
Ahmet Hoca ve Ali Bey’in birisi dindar muhafazakar idealist, entelektüel diğeri de dindar rasyonel liberal. İkisinin de zihin ve ahlak kotları bu memleketin mahallelinin öz evlatlarının kodları. Ahmet Bey’in bir inşa edici “devlet felsefesi ve adamlığına”, “Tanzimatın devamı kabul edilebilecek modelleme yeteneği olan yenilemeci bir muhafazakar felsefe üretebilen birikime”; Ali Bey’in ise “radikal liberal değişime açık zihin yapısı” ve “dünya finans çevrelerindeki itibarı ve ehliyetine” haiz oldukları çok açıktır. Bu birikimler bugün yaşadığımız izmihlal hali veya üçlü kriz dediğimiz devlet, değerler ve vasatlığa hapsolma krizlerinin çözümü için ülkemizin asetleri veya değerlerdir.
Toplumda bugün küçük yüzdelerle de olsa hala yeni popülist ve vasat altı aktörlerin yeni çıkışları ve siyasi oluşumları oldukça ilgi uyandırmakta. Gelecek ve DEVA’nın birleşmesi bir popülist birleşme değil çözüm birleşmesi olacak. Bu birleşme belki mahalle de teenni ve tebessüm ile karşılanacak. Seküler kesim ise muhalif kanallarıyla belki AKP’den bir şeyler koparırlar umuduyla kapılarını bu yeni partiye açacaklar.
Bu birleşmenin hemen bir taban oluşturması hususunda umutlu değilim. Ancak bir umut ve çözüm adresinin hep var olacak olmasından dolayı umutluyum. Birleşme onurlu ve adil olmalı. Herkesin birikimine ve fedakârlığına saygı gösterilmeli. Bu sağlanmazsa bu işin bereketi olmayacak ve anlamsızlaşacak. Birleşmeyi savsaklayanları veya gerçekleşmemesine neden olanları küçük bir dip notta olsa tarih iyi yazmayacaktır. Birleşme konusunda olumlu taviz verenler ise hep iyilerden anılacaktır.
DEVA-Gelecek tek parti, lideri ve Cumhurbaşkanı adayı iktidara gelir mi, bunu zorlar mı emin değilim. Belki bakarsınız merkez sağduyulu seküler kesim ülke için somut çözüm önerileri ve deneyimleri olan bu insanlara kapıyı aralayıverir. Tabi ki net görüntü ve mesajları vermeleri şartıyla.
Ancak yarın adaletin ve refahın Türkiye’sini kurmak isteyenler bunlar herkimse, seçimle iş başına geleceklerse; devleti, ekonomiyi ve dış itibarı yeniden yapılandırırken bu insanların deneyimlerine saygı gösterip kapılarını çalabileceklerini de hisseder gibiyim…