BRICS, beş bayrağı ve Avrupa Birliğinin yıldızları

Türkiye’nin BRICS üyeliği ve Avrupa Birliği (AB) hedefi etrafında güncel tartışma konusu olan açıklama ve yorumları okuduğumda, internette kurumsal web sitelerine yeniden bakma ihtiyacı hissettim.

Bir tarafta beş bayrak gördüm – Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın bayraklarını. Ayrıca, “Küresel Güney boyunca destek toplayan bölgesel entegrasyon” başlığını taşıyan, iki elin avuçlarında yer almış bir dünya haritasında Latin Amerika ve Afrika Kıtalarının gözünüze çarptığı bir çizimi; tıkladığınızda Yaroslav Lissovolik adında tanımadığım bir analistin yazısı çıkıyor. BRICS ilgi toplamayı sürdürüyor, güçleniyor mesajı…

Diğerinde ise, bir barış güvercininin yıldızlardan birinin yerini aldığı AB bayrağı dikkatimi çekti; altında “Avrupa Birliğine giriş kapınız” yazısı, daha aşağıda ise “Avrupa’yı keşfediniz” başlığı. Sonra stratejiler, hedefler, belgeler. BRICS sitesinde de var birçok belge.

Ortak akıl, program ve strateji

Geçtiğimiz Haziran ayında düzenlenen Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri sonrasında Avrupa Birliği (AB) önümüzdeki dönemde siyasi programını biçimlendirecek öncelikleri belirledi. Avrupa değerlerini AB düzeyinde korumanın ve uluslararası planda AB değerlerine bağlı olmanın da aralarında bulunduğu öncelikler 2024-2029 yıllarını kapsayan AB Stratejik Programı’nda yer almakta. Ursula Von der Leyen başkanlığındaki AB Komisyonu’nun yeni açıklanan üyeleri, AP’den onay alırlarsa, beş yıllık görev yönergeleri çerçevesinde çalışma programlarını buradan esinlenerek ortaya koyacaklar. Kısa süre önce yayınlanan kapsamlı Draghi Raporu da kuşkusuz önemli bir referans belgesi olacak.

Sonuçta plan, program, çalışma, strateji, ortak akıl çabası. Aksayabilen, iniş çıkışları olan ama gelecek vizyonunu birlik yolunda canlı tutabilenlerin oluşturduğu bir güzergâh.

Türkiye’nin AB’nin bu önceliklerini, hedeflerini ve çalışma programını her zaman yaptığı gibi mercek altına alması doğal olacak. Ne de olsa AB’ye olan ilgimiz yeni değil, ilişkilerimizin niteliği, statüsü herhangi bir üçüncü ülkenin konumundan farklı.

“Avrupa Nedir? sorusuna yanıt

Avrupa ideali üzerine düşünen önemli isimlerden İsviçreli Denis de Rougemont ’un “Avrupalılara Açık Mektup” (1970) adlı eserindeki aşağıdaki sözleri çarpıcı ve bir bakıma güncel durumu iyi özetliyor:

“Bana birdenbire “Avrupa nedir? Tek bir cümle ile yanıtlayabilir misiniz?” diye sorulduğunda, verdiğim yanıt: “Avrupa, birleştirilmesi gereken bir şey” oluyor […] Çünkü Avrupa düşüncesi diye adlandırdığımız esasen bir programdır, yaratıcı bir eylemdir.”

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını geride bıraktığımız bir aşamada, bu anlamda Türkiye’nin bakışı ne olmalı? Başka bir ifadeyle, “Avrupa nedir?” sorusu birden size sorulsa, ne yanıt verirdiniz?

Siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutlarıyla Avrupa’ya ve birlik olma sürecine eğilmek elbette önem taşıyor. Mevcut sınamalar bu sürecin aynı zamanda felsefi, kültürel, sosyolojik, tarihi ve coğrafi boyutlarının zengin birikimine yeniden eğilme gereğini ve Türkiye’mizin istisnai konumu etrafında güçlü bir vizyonu tazeleme ihtiyacını ortaya koymakta.

Türkiye ve Avrupa

Avrupa düşüncesine özgün bakış açılarını eserlerinde bulduğumuz önemli Osmanlı ve Cumhuriyet tarihçilerimiz, kültür ve bilim insanlarımız eksik değil. Türkiye, Avrupa düşüncesine kendi bakışını, deneyimini ve sorunsalını; tarih ve coğrafya okumasını çalkantılı ve zorlu günümüz küresel ortamında kıymetlendirebilmeli.

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün barış vizyonu, “Avrupa nedir?” sorusuna “birleştirilmesi gereken bir şey, bir program, yaratıcı bir eylem” yanıtının da verildiği, hatta kuvveden fiile çıkarabileceğine işaret edildiği bir liderlik örneği olarak da görülebilir.

İsmet İnönü’nün, Turgut Özal’ın, Süleyman Demirel’in konuşmalarında ve attıkları adımlarda “Avrupa nedir?”, Avrupa düşüncesine Türkiye’nin katkısı ne olur?” sorularının yanıtlarının ipuçlarına yeniden bakabilmek ve kendi konumumuzu bulabilmek zor olmamalı.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırganlığı sonucunda başlayan ve iki yılı aşkın bir süredir devam eden savaş sonrasında nasıl bir bölgesel entegrasyon, kimlerle ve hangi hedefler için sorusunu aklından geçirmiyor değil insan. Nasıl bir küresel ortama hizmet için? BRICS nasıl bir tercihi simgeler?

BRICS ve AB

Öte yandan, Orta Doğu’da yaşanan vahim gelişmeler karşısında alınan ya da alınmak istenmeyen tutumlara baktığınızda ise, barış güvercinin hala o yıldızlara mı tutunduğu sorusunu da kendinize sormadan edemiyorsunuz.

Esas olan nedir? Türkiye Cumhuriyeti’nin, bölgesel ve küreseli yaşayan, yaşatabilen ve birlikteliği barış, istikrar ve refah çizgisinde tutabilen bir konumda olmayı sürdürmesi. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1996 yılında TBMM’nin açılış konuşmasında ifade ettiği üzere, “AB ne her derdin çaresi ne de her sıkıntının sorumlusu”. BRICS kurucu ülkelerinin ve BRICS’e sonradan katılan ülkelerin konumları, tarihleri ve coğrafyalarıyla herhalde küçümsenemez. Öte yandan, Türkiye gibi bir ülkenin Latin Amerika ve Afrika Kıtalarına açılımları, Yeniden Asya Girişimi gibi adımları önemli. BRICS neticede bir platform.

Ancak AB üyelik hedefinin anlamının çok farklı olduğunu görmeliyiz. Oluşum halindeki siyasi bir alana salt dış politikanın öznesi olarak bakılmamalı, toplumsal dinamiğin her kesimini kapsayan bir sürecin parçası olmanın tercihini yapıyorsunuz. Gönüllü iradenizle bu tercihi ortaya koyuyorsunuz. Geleceği birlikte inşa etmenin, “birleştirilmesi gereken bir şey” olarak Avrupa’ya bakışın aktörü olmalıyım diyorsunuz.

Tereddütte haklı olsak da…

Cumhuriyetimizin temel aktörleri bu tercihi gözü kapalı yapmadılar. Turgut Özal’ın AB’ye tam üyelik başvurumuz sonrasında 14 Nisan 1987 tarihinde yaptığı basın toplantısındaki ifadelerini yeniden okuduğunuzda bunu görürsünüz.

Çok boyutlu dış politikada saygınlığın ve inandırıcılığın vazgeçilmez unsurlarından başlıcası, size yönelen bakışların duruşunuzu ve çizginizi net olarak görmesidir. Bize dışarıdan yönelen bakışların hangi duruşumuzu görmesini isteriz? Türk dış politikasının geleneksel esaslarını ve dengelerini, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” vizyonunu sürdürmek bu bakımdan da yaşamsaldır.

Kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi örgütleri sahiplenmemiz, “demokratik güvenlik” ile “kapsamlı ve işbirliğine dayalı güvenlik” kavramlarını güçlendirmemiz bu açıdan da önem taşır. Her ne kadar tereddütle hareket etmekte haklı da olsak, Avrupa ve ötesine, Büyük Kıtanın inşası sürecine yerleşme iddiasını taşıyan “Avrupa Siyasi Topluluğu (ASİ)” gibi oluşumlara bizim de katkı verebileceğimiz yeni zeminler olarak bakmamız neden mümkün olmasın?

Temel ölçülerimiz ne olmalı?

“Evrensel değerlerin alacakaranlığı” kitabında Fransız düşünür Chantal Delsol, bundan birkaç yıl önce, değerler zemininin kırılganlığına işaret etmişti.

İdeali aramak, bir tarafı yüceltip diğerini yermek değil elbette. AB için de BRICS için de diğer zeminler için de geçerli. “Öteki”ye ulaşmak, rasyonel olabilmek, evrenseli yakalamak, insan onurunu herşeyin üstünde tutmak, değerler zemininde “biz” olabilme işlevini tanımlayabilmeli. Gerçek sınamalar karşısında siyasi, askeri, ekonomik bakımdan güçlü, teknolojik yenilikler bakımından donanımlı olmanın gereği kuşkusuz yadsınamaz. Eğitime, bilime, yurttaşlığın gereklerine çağdaş kriterlerle sarılmanın önemi nasıl ki yadsınamaz ise.

Ölçülerimiz ne olmalı? Yanıtı açık: demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına saygı. Bu yanıtı öncelikle kendi insanımız için vermeliyiz. Bu üçlü sacayağını, kendimize bakarken, temel öncelik olarak kılmalıyız. Dışarıda birliktelikleri yoklarken de teraziyi bu öncelikleri gösteren ayarlara tam olarak çevirebilmeliyiz.

Cumhuriyetimizin kurucularının vizyonundaki terazinin ayarlarını bozmaya gelmez.