İktidar hangi hakimi sever, hangisini sevmez

Türkiye’nin bugün en büyük sorununun adalet olduğunu, milyarlarca liralık kara para operasyonunun baş sanıklarının tahliyesi ile bir kez daha görmüş olduk.

Gerçi, işin bu noktaya varacağı baştan belliydi.

Ortalıkta kara para yıkayanlar vardı ama bu kara paranın kime ait olduğu ile ilgili hiçbir bilgi verilmiyordu, iddianame bu soruya yanıt aramaktan özenle kaçıyordu.

Zaten en başından “sınırlı” bir operasyondu.

Çok da derine gitmesi istenmiyordu.

Ve zaten muhtemelen kara paranın sahiplerinin devreye girmesi ile tutuklu sanıklar salıverildi, muhtemelen “konuşmalarının” önüne geçildi.

Onlar da bıraktıkları yerden aynen devam ediyorlar; pişmanlık, ders alma, vazgeçme emaresi göstermiyorlar.

Tam bu döneme uygun bir tavır aslında.

Buna karşın iktidar yargıyı silah veya kalkan olarak kullanmaya tüm hızıyla devam ediyor.

Şimdi size anlatacağım yargı rezaleti biraz de kendimle ilgili.

Ama dört dörtlük rezalet.

Ya da dört başı mamur bir yargı iktidar ilişkisi.

Biliyorsunuzdur, ocak ayının başında bir sosyal medya paylaşımım nedeniyle hakkımda iki iddianame hazırlandı.

Bu iddianamelerden ötürü, nöbetçi mahkeme adli kontrol ve yurt dışı çıkış yasağı getirdi.

Bunlardan birinin davası hemen açıldı ve o dava ile ilgili adli kontrol kararı ve yurt dışı çıkış yasağı hızla kaldırıldı.

Diğeri ile ilgili ise dava henüz açılmadığı için kontrol ve yasak sürüyordu.

Bu kadar basit bir davada birkaç gün, bilemedin bir ay içinde açılması gereken dava aylarca açılmadı.

Belli ki, dava açılınca istenecek cezaya göre otomatik olarak kalkacak olan yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol şartının devam etmesi isteniyordu.

Dava 5 ay boyunca açılmayınca, ben haftada 3 gün imzaya gitmek ve yurt dışı çıkış yasağı nedeniyle hem yöneticisi olduğum Uluslararası Otomobil Federasyonu’ndaki toplantılarına katılamaz, hem de yurt dışında yüksek lisans yapan kızımı göremez hale geldim.

Kaçırdığım başka uluslararası toplantılar cabası.

Bu arada bizim dava dosyası mahkeme mahkeme geziyor, hiçbir mahkeme davayı görmek istemiyordu.

Muhtemelen ortada ciddi bir suç olmadığı için hafif bir ceza vererek iktidarın şimşeklerini üzerlerine çekmek istemiyorlardı.

Çünkü hep söylediğim gibi, yargının büyük bölümü hâlâ bağımsız olma, iktidarın emrine girmeme çabasında idi ama bunun da bir bedeli vardı.

Sonunda avukatım Rezzan Aydınoğlu, Yargıtay’a başvurarak bu davayı görecek mahkeme hakkında Yargıtay’ın karar vermesini talep etti.

Yoksa bu dava belki de yıllarca görülemeyecekti.

İki ay da böyle geçti.

Bu arada yurt dışı seyahat etmem serbestti ama bunun için gereken izni bile bin bir zorlukla alabiliyorduk.

Sonunda Temmuz ayı içinde, Yargıtay karar verdi.

Dosyam İstanbul’a geldi.

Dava açıldı ve benim de yasağım kalktı.

Peki sonuç ne oldu dersiniz!

Benim yasağım kalkınca iktidar bundan memnun olmadı.

Ve bu kararları veren hakimler hakkında soruşturma başlattı.

Hayatımda görmediğim, adını dahi bilmediğim, bir kez bile konuşmadığım bu hakimlerin tek günahı yasaya uygun hareket ederek, en fazla birkaç ay hapis cezası alacağım bir dosya ile ilgili olarak “hukukun gereğini” yerine getirmiş olmaları.

Bu arada ben birkaç kez yurt dışına gittim geldim.

Hani kaçsam, yurt dışına yerleşsem “Niye kaçmasına imkan sağladınız” desinler.

O da yok.

Bir hakim, sadece ve sadece hukuka, yasaya uygun bir karar aldı ama bu karar iktidarın hoşuna gitmedi diye soruşturma geçiriyor ve belki de sürülecek hatta belki de görevinden atılacak.

Tabii hal böyle olunca insan merak ediyor.

Kara para aklayıcılarını serbest bırakan hakimlere de soruşturma açacak mısınız!

Binlerce kişinin ölümüne neden olan binaları yapan müteahhitleri gözümüzün içine baka baka serbest bırakan hakimleri de soruşturacak mısınız!

Uyuşturucu kaçakçılarını tutuksuz yargılama kararı alıp, kaçmalarına imkan sağlayan hakimleri inceleyecek misiniz!

Yoksa o kararlar iktidarın hoşuna giden kararlar olduğu için sorun yok mu!

Asıl o kılıç kime ya da neye çekildi!

Tam kapandı derken, genç teğmenlerin yemini yeniden mesele haline geldi.

Başta bu konuyu tam olması gerektiği gibi pek de önemsemeyen Reisi Cumhur Hazretleri 8 gün sonra birden celallenerek “Siz o kılıçları kime çekiyorsunuz” diyerek teğmenlerin bazılarının cezalandırılacağını açıkladı.

Anlayacağınız yargılama, adalet arayışı falan olmayacak.

Karar verilmiş, kelleler uçacak.

Çok belli ki, iktidar buradan yürümek istiyor, yeni bir karşıtlık malzemesi bulmaktan, yeni bir mağduriyet yaratmaktan memnun görünüyor.

Gelen bilgiler, olayın bazı üst rütbeli askerler üzerinden FETÖ’ye bağlanacağı ve teğmenlerini bazılarının kellesinin alınacağı yolunda.

Cumhurbaşkanı’nı bu konuda kimin ikna ettiğini, 8 gün sonra aniden fikir değişikliğine gidip sertleşmesini kimin sağladığı meçhul.

Ama belli ki, Saray’daki bazı danışmanları ve Ömer Çelik’i açığa düşürmekten yana bir sıkıntısı yok.

İktidarın iktidarını korumak için itişeceği kimse kalmayınca, teğmenler meselesi ilaç gibi gelmiş olmalı.

Ama merak etmesinler bekledikleri etkiyi yaratmaz.

Cumhurbaşkanı “O kılıçları kime çekiyorsunuz” diyerek konuyu yeniden hortlattı ama biz zaten konunun ilk gününden beri bir başka kılıç çekme olayından söz ediyorduk.

Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğuna oturtulan zatın kılıcından.

Teğmenler o kılıcı kime çektiklerini zaten söylediler.

Anayasa’ya başkaldıranlara, ülkenin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü hedef alanlara, laik Cumhuriyet’i yıkmak isteyenlere karşı çektiklerini Harbiye’nin kuruluşundan bu yana söylüyorlardı. O törende de söylediler.

Peki Diyanet İşleri Başkanlık koltuğuna oturtulan kişi o kılıcı kime çekiyor, asıl mesele o!

Çünkü kılıç askerlerin üniformasının bir parçası.

Ama Diyanet İşleri Başkanı kıyafetinin ne bir kılıcı var ne de bir kını.

Cumhurbaşkanı, Diyanet işleri Başkanı’nın o kılıcı kime çektiğini merak etse daha iyi yapar.

Çünkü FETÖ tezleri üzerine kitap yazıp, kitaplarına FETÖ kaynaklarını referans gösteren kişi teğmenler değil, Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğuna oturttuğu zat.

İktidar yandaşından cep doldurma itirafı 

Teğmenlerin kılıç meselesi iktidarda ve Saray’da da kılıçların çekilmesine neden oldu.

Jöleli danışman ve Ömer Çelik teğmenleri savunurken, Cumhurbaşkanı’ndan ters köşe yapılınca, iktidar kanadındaki tartışma alevlendi.

Ve ilk günden beri teğmenlere çakan eski HADEP’li yeni AKP’li Mehmet Metiner, Mücahit Birinci gibi isimler jöleli karşıtı tavırlarının ita amiri tarafından onaylanmasının keyfini sürüyorlar.

Bu arada müthiş de bir itiraf geldi iktidar kanadından.

AKP trolü bilmem ne başı diye bir tip var.

Bu trol, jöleliye yönelik şu satırları kaleme almış:

“Artık seni sırtımızda taşımak, cebini doldurup semirtmek istemiyoruz.”

Demek ki, iktidarda olmak ya da iktidarın yakınında olmak bu demek.

“Cep doldurup semirmek”

Bizim zaten bildiğimiz bir gerçeği, iktidarın trolünden duymak iyi oldu.

Gölge kabinenin OVP’ı yok mu!

İktidar yeni OVP’yi açıkladı.

Orta Vadeli Programı.

Son hatırladığım damat bakanın “çokomelli çokomelli” diye anlattığı, iş dünyasının önemli hanımefendilerinden birinin de “Sayın bakanımızın muhteşem programı” diyerek ağzını yamulta yamulta övdüğü OVP idi.

Merak etmeyin, yeni açıklanan OVP ile ilgili bir şeyler yazmayacağım.

İktidarın ekonomik kararlarından hiçbirini ciddiye almıyorum. Herhangi bir hedefi tutturma ihtimalleri yok.

Üzerinde konuşmaya değmez.

Ancak bu vesile ile muhalefeti eleştirmek ya da göreve davet etmek gerek.

İktidar tutması mümkün olmayan OVP’yi açıklar açıklamaz, benim muhalefetten beklentim hemen kendi OVP’sini açıklaması ve iktidarın OVP’sine yönelik ciddi ve tutarlı eleştirilerini sıralamasıydı.

Muhalefetin oluşturduğu gölge kabineden, birkaç gün içinde bir basın toplantısı yapıp sadece ekonomi yönetimi açısından değil, sanayi bakanlığı, tarım bakanlığı, teknoloji bakanlığı gibi ekonomi ve kalkınma ile ilgili tüm birimlerin ortak koordinasyonu ile ilgili bir OVP açıklamalarını ve iktidarın programının aksine ciddi bir program açıklamalarını bekliyordum.

Ne yazık ki yapmadılar.

Açıkçası bu da gölge kabinenin ciddiyeti konusunda ciddi soru işaretleri uyandırdı.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Adaleti kirletenin adalete muhtaç kaldığını unutmadığımız zaman.