Türkiye’de beklenmedik, önemli ve karmaşık bir olay yaşandığında, bir kriz patlak verdiğinde iktidar cenahında genellikle şöyle bir algoritma işliyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk aşamada kesinlikle bir tepki vermiyor. Bunun yerine bazı parti yöneticileri, muhtemelen onun bilgisi ve talimatıyla, genellikle ortayolcu, “bekleyelim görelim”ci açıklamalar yapıyor. Bu arada Reiscilik mesleğinde daha etkili konuma gelmek isteyenlerden agresif çıkışlar yapanlara tanık oluyoruz. Bir de konumları gereği bir şey söylemek zorunda olduklarını düşünüp olayı geçiştirmek, önemsiz göstermek isteyenlere.
Bir süre sonra, tartışmaları izlemiş ve kendince kâr/zarar hesabı yapmış olan Erdoğan ortaya çıkıyor ve resmi tutumu belirliyor. Bugüne kadar Erdoğan’ın yaptığı seçimle genellikle “şahinler”i memnun ettiğini gördük. Fakat yaratılan bu memnuniyet, “şahinler”in, “güvercinler”i -aslında kimin neye göre şahin, neye göre güvercin olduğu da epey tartışmalı bir husus- tasfiye etmesine asla izin vermiyor.
Korsan yemin
30 Ağustos’ta Kara Harp Okulu’ndaki mezuniyet töreninin ardından yaşanan krizde de benzer algoritma işledi. Hatırlayalım: Erdoğan’ın da katıldığı resmi törenin ardından, yeni mezun 960 teğmenin büyük kasımı “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganlarıyla çayırlık alanda toplandı. Okuldan birincilikle mezun olan Teğmen Ebru Eroğlu’nun öncülüğünde, kılıçlarını çekip “subaylık yemini” diye bilinen şu yemini “korsan” bir şekilde ettiler:
“Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız. Ne mutlu Türküm diyene!”
Vesayet muhabbetleri kaldığı yerden
Bu olay videosu hızlı bir şekilde sosyal medyaya düştü ve yine hızlı bir şekilde yeni, daha doğrusu bir süredir unutur gibi olduğumuz bir kutuplaşmaya yol açtı.
Bir zamanlar AKP-Fethullahçılar ittifakı yıllarında “askeri vesayet”e karşı yazıp çizdikleriyle öne çıkmış olup daha sonra gözden düşen ve unutulan bazıları bunu kendilerini hatırlatmanın bir fırsatı olarak gördü.
Örnek çok ama en anlamlılarından biri, CHP sayesinde Denizli’den milletvekili seçilen Sema Silkin Ün’ün -kendisi bir zamanlar AKTrollerin önde gelen isimlerinden Taha Ün’ün eşidir- şu sözleriydi:
“Resmen 2007 senesinin bir tekrarını yaşıyoruz. Bu filmi daha önce izledik, tekrar izlemek isteyenler varsa bize göre mahsuru yok. Biz zaten birinci sezonu çok sevmiştik.”
“Doğal bir olay”dan “istismar lobisini heyecanlandırma”ya
Teğmenlerin “korsan” yemini, kendilerini Atatürkçü ve/veya iktidar karşıtı olarak görenlerin çoğu tarafından memnuniyetle karşılandı. Fakat bunu fazla coşkulu bir şekilde dile getirmenin özellikle genç teğmenlerin aleyhine sonuçlar doğurabileceğini düşünenlerin bir ayakları frendeydi. Bu nedenle genelikle bu yapılanın son derece olağan olduğu, siyasi bir yönü olmadığı, asla bir meydan okuma olarak görülmemesi gerektiği savunuldu.
İktidar adına ilk resmi açıklamayı yapan AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in şu sözleri de aynı dalga boyundaydı: “Teğmenlerimizin ordumuzun ebedi başkomutanı Atatürk’ü anması kadar doğal bir şey yoktur. Bunu bir vesayet gibi değerlendirmek yanlıştır.”
Erdoğan’ın başdanışmanı Yiğit Bulut da “ Teğmenler ve yemin töreni ile ilgili Ömer Çelik ne diyorsa odur! Hangi partiden olursa olsun kripto fetöcülerin fitne çıkarma çabasına karşı dikkatli olalım!!” diyerek Çelik’e destek verdi.
Tam olaya nokta konulduğu sanılırken MHP lideri Devlet Bahçeli “30 Ağustos’u gölgeleyen, ülkemizi meşgul eden, hasımları ümitlendiren, istismar lobisini heyecanlandıran ikinci yemin hadisesinin her bakımdan netliğe kavuşması zorunludur” açıklamasını yapınca iktidar kanadında saflar yine allak bullak oldu.
Kılıçları kime çekiyorsunuz?
Kısa bir süre sonra olayın her yönüyle incelendiği resmi olarak açıklandı ve nihayet dün Erdoğan beklenen -en azından benim beklediğim- çıkışıyla olaya iktidar cephesi açısından son noktayı koydu: “Geçenlerde malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlarını çektiler. Kılıçları kime çekiyorsunuz? Bunlarla ilgili olarak da gerekli bütün araştırmalar yapılıyor. Oradaki birkaç tane kendini bilmez de temizlenecek… Biz buralara durup dururken gelmedik; 30 kişi olsun, 50 kişi olsun bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil…”
Bu sözlerin ardından iktidar kanadında tam bir keşmekeş yaşanıyor. Ömer Çelik’in sözlerine göre kendilerini konumlandıranlar, ilk andan itibaren “askeri vesayetçiler”e karşı kılıçlarını çekmiş olanlar tarafından yerden yere vuruluyor.
“Dindar ve kindar nesil” beklerken
Ama bütün bu dalaşmalardan ülke hayrına bir şey çıkmasını beklemek beyhude olur. Zira batan geminin farelerinin kalan son peynirlerden aslan payını kapma mücadelesinin heyecan verici hiçbir yanı yok. Bununla birlikte bu son kriz bize birçok şeyi gösterdi:
Öncelikle siyasi iktidarın bugün herhangi bir Türkiye ve dünya vizyonuna sahip olduğu söylenemez. İktidar yanlılarının, bu tür krizler patlak verdiğinde bunu hızlı ve kolay bir şekilde yorumlayıp tavır almaları mümkün olmuyor.
İktidar içinde çok sayıda birbiriyle çekişen kişi, kanat ve kurum var ve bunlar böyle kriz anlarında iktidarın bekasından ziyade kendilerinin iktidar içindeki konumlarını güçlendirmeyi önceliyorlar.
İktidar koalisyonunun güzergâhını belirlemede MHP ve Bahçeli’nin rolü gittikçe tartışılmaz bir hal alıyor.
Erdoğan’ın son çıkışını İmam Hatipler Kurultayı’nda yapmış olmasının sembolik anlamı büyük. Onca yıl onca uğraşa rağmen TSK’nın bel kemiğini oluşturan Kara Kuvvetleri’nin yeni mezunlarının ezici bir çoğunluğunun bu çıkışı “dindar ve kindar nesil” hayallerinin çoktan iflas ettiğinin açık bir kanıtı..