Türkiye’de kutuplaşma, kendisini uzunca bir süre ittifak siyaseti üzerinden sürdürse de 14 Mayıs seçimleri Altılı Masa’yı dağıtmış ve muhalefet aktörleri yürüyüşlerini müstakil, doğal bir alana indirgemek zorunda kalmışlardır. İktidar değişimi açısından bir zorunluluk olarak görülen bu yöntemin ne kadar sancılı, ne kadar kırılgan olduğu seçim öncesinde görülmüş ve toplum tarafından satın alınmamıştır. “Yönetme” konusunda verilen kırılgan resim, toplumun geniş kesimleri tarafından reddedilmiştir. Dağılan ittifak siyasetinin en somut ve dikkat çekici tezahürü, CHP’deki liderlik değişimi olmuştur. 2010 yılında sansasyonel bir sürecin ardından CHP Genel Başkanlığı’na oturan ve girdiği tüm seçimlerden iktidar karşısında yenik ayrılan Kemal Kılıçdaroğlu, 2023 yılı Kasım ayında yapılan 38. Olağan Kurultay’da koltuğunu Özgür Özel’e devretmek zorunda kalmıştır. Başkan adaylığı süresince geliştirdiği dil ve 31 Mart 2024 tarihinde ülke çapında elde edilen başarılar, Özel’in daha dikkatli izlenmesini zorunlu kılmaktadır.
“Demokratik Bir Aktör Olarak CHP”
CHP’yi konuşmak ve anlamak, doğal olarak resmî bir ideoloji olarak Kemalizm’i/Atatürkçü düşünce sistemini anlamaktır. Sivil ve askeri bürokrasi ile birlikte CHP, resmî ideolojinin tarihsel anlamda kurumsal bir aktörü olmuş, güç ilişkilerinin merkezinde yer almıştır. CHP’yi diğer ideolojik aktörlerden ayıran husus, parlamenter, demokratik düzenin yarışmacı bir üyesi olmasıdır. Tek-parti döneminde ya da ara rejim süreçlerinde yarışmacı niteliği zayıflamış olsa da CHP’nin mücadelesi, tutumu demokrasinin gelişimi ve işleyişi açısından oldukça önemlidir. Kemalizm’in ideolojik, entelektüel işleyişlerden çok reel-politik alandan beslendiği hesaba katıldığında, CHP’nin varlığı daha da anlamlı hale gelmektedir.
Devletin kuruluşunda rol oynayan, sistemin ideolojik anlamda yerleşmesinde etkin görev alan CHP, demokratik düzenin kurumsallaşması sonrasında iktidara gelme konusunda önemli açmazlar yaşamış, var olan devlet-toplum kopukluğunun giderilmesinde istenen başarıyı elde edememiştir. CHP tarihindeki en önemli demokratik kırılma, tek-parti ile özdeşleşen İsmet İnönü’nün Bülent Ecevit tarafından devrilmesi ve ardından 1973-1977 milletvekili seçimlerden CHP’nin birinci parti olarak çıkmasıdır. CHP ve Türk solu için bir “efsaneye” dönüşecek Ecevit, önce Soğuk Savaş’ın, daha sonra 12 Eylül’ün kurbanı olarak Türk siyasetindeki gücünü yitirecektir. Yeniden kurulduğu 1992 sonrasında sol söylemin bir hayli uzağında kalan CHP, 21’inci yüzyıla laiklik vurgusu yüksek, toplumsal değerlerden uzak, devletçi bir aktör olarak adım atacaktır. 2000’li yılları Deniz Baykal’ın önderliğinde, enerjisini büyük oranda “irtica” karşıtlığından alan CHP, yaşadığı zayıflığı rejimin diğer ideolojik aktörlerine yanaşarak kapatacaktır. Baykal’ın sert laisist söylemi Kılıçdaroğlu tarafından görece terk edilmekle beraber CHP’nin toplumun geniş kesimlere ulaşması hiç de kolay olmamış ve parti kendisini yüzde 25 bandına çıpalamıştır.
Kılıçdaroğlu’nun daralmışlık karşısında iki temel strateji geliştirdiği söylenebilir. Birincisi, içeriye dönük olarak Kemalizm çerçevesinde geliştirilen sert ideolojik dilin gevşetilmesidir. Stratejinin ilk tezahürü, başörtüsü meselesinin çözümünde gösterdiği pozitif tutumdur. Daha sonra bunu sağ bir aktör olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı takip etmiş ve nihai olarak 2023 yılı Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde dile getirilen “helalleşme” retoriği izlemiştir. Söylem ve politikaların büyük oranda genel başkan merkezli olduğu, parti örgütü/tabanı tarafından yeterince benimsenmediği söylenebilir. İkinci açılım süreci, Kılıçdaroğlu’nun öncü bir rol üstlendiği, CHP’nin kendinden küçük “sağcı” partiler ile birlikte kurduğu “Altılı Masa” ittifakıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi böyle bir ittifakın tertip edilmesi, krize alan bırakılmadan seçime taşınması, seçim başarısının elde edilme ve hepsinden öte seçim sonrasında iktidar alanının icrası oldukça yüksek bir sinerji gerektirmektedir. Yaşanan yol kazaları ve alınan seçim yenilgisi, ittifakın son bulmasının yanı sıra Kılıçdaroğlu’nu genel başkanlık koltuğundan etmiştir. Üretilen retoriklere, kurduğu siyasi organizasyonlara rağmen mahdut oyunu artıramayan CHP’de konu öncelikle bir liderlik meselesi olarak görülmüş ve genel başkanlığa Özel getirilmiştir.
Özgür Özel ve CHP’de “Değişim” Söylemi
Selefi ile kıyaslandığında Özel, çok daha genç, siyasi heyecanını muhafaza eden, mesleki açından topluma dayanan, doğduğu ilde iki kez belediye başkanlığına aday olmuş, yerel damarı güçlü politik bir aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet gücünü kullanan, bürokratik tecrübeden gelen Kılıçdaroğlu’nun aksine Özel, Eczacılar Birliği’nde idarecilik yapan, uluslararası ilişkilere sahip, sivil toplumcu tarafı güçlü, örgütçü bir isimdir. Milletvekilliğinin yanı sıra parti grup başkanvekili olarak da Meclis’te yer alan Özel, yaptığı polemikler ile sık sık kamuoyunda ön plana çıkmıştır. Resmin büyüğüne bakıldığında Kılıçdaroğlu’nun aksine Özel, tabandan gelen, örgüt reflekslerini haiz, elit dolaşımına açık bir siyasetçidir. Özel’i CHP’nin en tepesine çıkaran husus da yerelin dinamiklerini çok iyi bilmesi, delege ile yakın ilişki kurabilmesidir.
Kılıçdaroğlu’na yakın bir isim olmasına rağmen Özel’i genel başkan adaylığına sevk eden husus, kendi ifadesi ile CHP içerisinde oluşan “kayıt dışı” siyasettir. Özel’in adaylık sürecinde dile getirdiği temel hususlardan başında, karar alma süreçlerinin CHP’de lider ile siyasi sorumluluğu taşımayan sınırlı sayıdaki danışman aracılığıyla genel politikaların üretilmesi ve bunların herhangi bir müzakereye tabi tutulmadan yukarından aşağıya dayatılmasıdır. Özel’e göre Altılı Masa başta olmak üzere Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ümit Özdağ ile yapılan protokol, Sinan Oğan’a sunulan teklif, tabanı devre dışı bırakan, karar alma mekanizmalarını soğutan, delegeyi reel-politik ilişkilerden uzaklaştıran “kayıt dışı” uygulamalardır. İçeride rekabetçi siyaseti bastıran bu temayülün bizatihi Kılıçdaroğlu tarafından inşa edilmesi, parti içi bilgi kanallarının kapatılması, ilgili/yetkili makamların uzunca süre boş tutulması ve buna bağlı olarak politika üretiminin olmaması, Özel’i liderlik yarışına iten temel saiklerdir. Koltuk değişiminde Özel’in ürettiği parti içi demokrasiyi harekete geçiren pozitif söylem kadar, selefi Kılıçdaroğlu’nun sahip olduğu negatif seçim bagajının etkili olduğunu söylenebilir.
Genel başkanlık yolculuğunda Özel’i bekleyen temel sorun, Kılıçdaroğlu sonrasında parti genel başkanlığı ve olası Cumhurbaşkanlığı sürecinde ön plana çıkan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın bir tür emanetçisi olma, onların gölgesinde kalma riskidir. Genel başkanlık koltuğuna oturduğundan bugüne kadar geçen süre zarfında Özel’in bu emanetçi kimliğinden görece sıyrıldığı söylenebilir. Öncelikle 31 Mart seçimlerinde kullandığı inisiyatif ve alınan başarı bu görüntünün değişiminde oldukça etkili olmuştur. İkincisi, kendisine uzatılan mikrofonlara sık sık Cumhurbaşkanlığı adaylığının olmadığını iletmesi, kamuoyunun ve parti-içinin bir adaylık süreci ile meşgul olmasını engellemektedir. Sürecin yetkili organlar tarafından yönetileceğini ifade eden CHP lideri, Cumhurbaşkanlığı adaylığına “istekli” adaylar ile yaşanacak olası polemikleri ötelemiş gözükmektedir.
Emanetçilik görüntüsünü ortadan kaldıran, liderlik görüntüsünü tahkim eden en temel mesele, Özel’in gelişmesine katkı verdiği normalleşme/yumuşama sürecidir. AK Parti iktidarının Cumhur İttifakı özelinde yaşadığı sıkışmaya bağlı olarak geliştirdiği açılım süreci, muhalefet ile olan gergin, çatışmacı siyaseti yumuşamaya dönüştürmüştür. AK Parti’de Erdoğan’ın bizatihi öncülük ettiği yumuşama süreci, CHP Genel Başkanı Özel tarafından normalleşme olarak adlandırılmış ve sahip olunan ajandaya bağlı olarak iktidar ile müzakere sürecine dönüştürülmüştür. Özel’in iktidar ile salt müzakere etmedikleri, müzakere üzerinden mücadele ettikleri yönündeki açıklaması kamuoyu kadar selefine verilmiş bir cevap niteliğindedir. “Saray rejimini” tanımadığını ilan eden, kurumlar ile görüşmek yerine onların kapısı önünde basın açıklaması yapan Kılıçdaroğlu’nun aksine Özel, iktidarı tanıyan, muhatap alınan, bilgi verilen, ülkenin sorunlarını bizatihi iktidara taşıyan bir aktöre dönüşmüştür. Oluşturduğu “gölge kabine” üzerinden her bir bakanlık ve ilgili sorunları kamuoyuna taşıyan Özel yönetimi, başkanlık rejimi ile zayıflayan Meclis denetimine alternatif bir kanal inşa etmiştir.
Değişen Roller ve Arayış
AK Parti ve iktidarının en önemli tarihsel misyonu, toplumsal temsile sahip olması, dünden bugüne biriken devlet-toplum kopukluğunun giderilmesi, örselenen sınıfların özgüven kazanması, bir başka ifade ile çevrenin merkeze yolculuğudur. Fakat AK Parti’nin yaşadığı uzun erimli iktidar süreci, MHP gibi devletçi bir parti ile kurulan ittifak, toplumcu bir partinin kodlarının dönüşmesine, devletçi tutum geliştirmesine ve buna bağlı olarak iç gerilimler yaşamasına neden olmaktadır. Yaşanan iç gerilimler kendilerini sık sık dışa vurmakla birlikte, aktörlerin birbirlerine duydukları zaruret neticesinde işbirliği kör-topal yoluna devam etmektedir. Yumuşama/normalleşme süreci, AK Parti ile CHP’nin kurdukları/kurmakta oldukları ittifaklar haricinde, kurumsal bir işbirliğine girmeden toplumsal düzeyde yeni odakları uhdelerine katmalarına imkân tanıyabilir. AK Parti’nin dahil olduğu Cumhur İttifakı’na rağmen aldığı seçim mağlubiyeti, yaşadığı güç kaybı, onu köklerine dönmeye itmektedir. CHP ise devletin partisi rolünden toplumun sorunlarına kulak veren, geniş kesimlere hitap eden, yapısal sorunlara odaklanan, sahip olduğu belediyeler üzerinden halka dokunan toplumcu parti kimliği mücadelesi vermektedir. Bu dönüşüm, CHP’yi sıkıştığı yüzde 25-30 bandının üstüne çıkarabileceği gibi aldığı seçim galibiyetini kalıcı hale getirebilir. Dönüşüm sürecinin en az AK Parti’nin yaşadığı gerilim kadar, hatta ondan daha zor olduğu ortadadır. Bu konuda verilecek mücadele, uygulanacak strateji, yukarıda ifade ettiğimiz üzere resmî ideolojinin/Kemalizm’in dönüşümüne de hizmet edecektir. Bu bağlamda liderliğini tahkim etmek, emanetçi görüntüsünü ortadan kaldırmak ve kazandığı başarıları sürekli hale getirmek isteyen Özgür Özel açısından bunun bir zaruret olduğu açıktır.
Dönüşümün özünün, öncelikle entelektüel bir uğraş olduğu ortadadır. CHP’nin, salt tematik değil özlü, bilişsel olarak dönüşmesi, sosyal demokrat tonların daha belirgin hale getirilmesi gerekmektedir. Özel’in, selefinin aksine, siyasi meseleleri “kayıt dışına” çıkmadan toplumsal alana yayması, taban-tavan işbirliği içerisinde yürütmesi gerekir. CHP’deki dönüşümün zor yanının toplumsal dönüşüm aşaması olduğu açıktır. Toplumun dönüşüme ikna edilmesi, yukarıda üretilen eşitlik-adalet-özgürlük söyleminin bir bütün olarak içselleştirilmesi gerekir. Bu süreç içerisinde elit dolaşımın güçlendirilmesi, siyasete yeni yüzlerin katılması bir zarurettir. Parti üst kademesinde görev yapan, fakat bu zamana kadar yönetim mekanizmalarına getirilmeyen isimlere alan açılması, toplumsal temsile sahip kişilerin hem yerel yönetimlerde hem parti teşkilatlarında görev almaları sağlanmalıdır. Yerel yönetim mekanizmalarının popülist ya da ideolojik saikler ile değil hizmet merkezli olarak çalıştırılması, topluma temas edilmesi gerekmektedir. İç dinamikleri tahrip etmeden, uzmanlık bilgisinden faydalanılması, dışarından isimlere de siyaset kapısının açık tutulması önem arz etmektedir. Bunların yanı sıra makro/ulusal düzeyde hukuk devleti ideali ile rasyonel-popülist olmayan şeffaf bir ekonomi modelinin takipçisi olunmalıdır. CHP bunları yapmak yerine geleneksel kesimler başta olmak üzere toplumu hor gören (Dilruba Kayserilioğlu olayı vb.), örseleyen bir dil geliştirilirse, yerelde nepotizm üzerinden bir siyaset takip ederse emanet edilen belediyeleri hızla kaybedeceği gibi genel siyasette de ana muhalefet koltuğunda oturmaya devam edecektir.