Türkiye kısa bir süre sonra, 31 Mart 2024 tarihinde sandık başına gidecek ve mahalli yöneticilerini ve temsilcilerini seçecek. Seçimlerin demokrasilerin bayramı olduğu hususu çokça zikredilir. Türk seçmeni de çağdaşı ülke vatandaşlarına kıyasla yaş ya da cinsiyet fark etmeksizin bu görevini layıkıyla yerine getirmektedir. Bundan önceki seçim verilerine bakıldığında katılımın oldukça yüksek olduğu, seçimlerin sağlıklı bir şekilde yönetildiği genel kabul gören hususlardan birisidir. Bu tercihin gerisinde seçmen iradesinin siyaseti belirleme kapasitesi yatmaktadır. Geç gelen demokratik düzenin ardından darbeler aracılığıyla sık sık kesintiye uğrayan seçmen iradesi, genişleyen orta sınıf olgusuna paralel olarak politik süreçleri belirlemiştir. Seçimlere iştirak meselesini örtülü şekilde besleyen hususlardan birisi de güçlü devlet-zayıf sivil toplum dengesidir. Siyaseti belirleme, yönlendirme aracı olarak tanımlanabilecek sivil toplumun Türk siyasetinde istenilen düzeyde gelişmemiş olması, sandığı tek seçenek haline getirmekte; politik iradeyi sandığa indirgemektedir.
Siyasetin temel tanımlamalarından birisi “kaynakların dağıtılması, değerlerin dayatılması sanatıdır”. Siyaset mekanizması ya da siyasetçiler, neden siyaset yaptıklarına dair popülist bir dil üzerinden farklı kavramları dolaşıma sokmuş olsalar da politika esas düzeyde üretilen kaynakların dağıtılması mücadelesidir. Türkiye gibi ideolojik bölünmelerin derin olduğu ülkelerde pastanın bölüşümü kadar değerlerin dayatılması meselesi, çekişmeyi çetin bir hale getirmektedir. Aksi durumda siyaset oldukça teknik bir mesele olarak tasavvur edilir, bir mühendislik olarak kabul görür ve icraat yapma kapasitesi yüksek olan aday ve partiler tercih edilirdi. Hizmeti yakından gören mahalli idare seçimlerinde dahi durum böyle olmanın çok ötesindedir. Her bir seçim bölgesi, özellikle de büyükşehirler pastanın üretilmesi/dağıtılması kadar değerlerin dayatılması noktasında stratejik bir anlam ifade etmektedir. Mahalli seçimlerin sonuçları ise bir sonraki genel seçimin bir habercisi olarak okunmaktadır.
31 Mart seçimlerine dair ilk tespit, geçmiş tecrübelere kıyasla seçim atmosferinin görece düşük olduğudur. Konuyla ilgili ramazan ayının sükûneti paranteze alınabilir. Reel-politik düzlemde ise Türkiye’nin yaşadığı, orta sınıflar başta olmak üzere bir çok yurttaşı derinden etkileyen ekonomik kriz, yakın zaman önce yaşanan deprem ve ürettiği maliyet gündemi belirlemekte, ideolojik söylemler geriye düşmektedir. Millet İttifakı’nın hitama ermesi iki kutuplu siyaseti bölmüş ve çok parçalı/adaylı, geniş bir seçim manzarası ortaya çıkmıştır. Durum böyle olunca geriye İstanbul Büyükşehir Belediye seçimi ile taşrada birkaç yerde küskünlerin ürettiği seçim sonucu kalmaktadır. Seçim sonuçları bakımından iktidar kadar muhaliflerin odaklandığı konulardan birisi de Yeniden Refah Partisi’nin (YRP) politik tutumu ve elde edeceği seçim neticesidir. YRP’nin başarısı egemen bir parti olarak AK Parti’nin gidişatı ile yakından ilgili gözükmektedir.
Kısa süre önce yapılan genel seçimlerde Cumhur İttifakı ile işbirliğine giden YRP bu sefer müstakil olarak seçime girmekte, kendi adayları ile yarışa katılmaktadır. Seçim kampanyası başlamadan önce yapılan ve seçim ittifakını konu eden müzakereler olumlu neticelenmemiş ve partiler kendi stratejileri doğrultusunda yola devam etme kararı almışlardır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ihtiyaç duyulan “yüzde 50+1” hesaba katıldığında YRP’nin sağlayacağı marjinal fayda oldukça yüksekti ve bu Cumhur İttifakı açısından vazgeçilemezdi; yasamada verilecek birkaç milletvekili karşılığında elde edilecek yürütme yetkisi oldukça değerliydi. YRP, stratejik olarak kendi adayları ve logosu ile siyaset sahnesine çıkarak kuruluş aşamasını tamamlamış olacaktı. YRP, pandemi sürecinde aşı karşıtlığı noktasında ürettiği popülist dil ile küresel ısınma konusunda dile getirdiği görüşler aracılığıyla kamuoyunun dikkatini çekmeye başlamıştı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, LGBT ile nafaka konusunda ortaya koyduğu gelenekçi dil, YRP’yi daha da görünür kıldı. Genel seçim öncesinde bu iddiaları müzakere masasına taşımış olması siyasi söylemin dolaşımı bakımından oldukça önemliydi.
YRP’nin temel stratejisi, ürettiği popülist muhafazakâr dil aracılığıyla bir tarafta ontolojik bir problem yaşayan Millî Görüş “hareketinin” krizini çözme, Saadet Partisi’nin (SP) boşalttığı hareketi devralma, diğer yandan Millî Görüş “geleneğini” hegemonik bir güce dönüştüren AK Parti’nin yaşadığı deformasyonu artı hanesine taşımaktır. 2001 yılında yaşanan bölünmede, pastanın büyük bir kısmını AK Parti’ye kaptıran Millî Görüş “hareketi” yüzde 2 gibi sınırlı bir oy potansiyelinde sıkışarak siyasi varoluşunu sürdürmek zorunda kalmıştır. Oy oranının düşüklüğünün yanı sıra yapısal meseleler karşısında tökezleyen, Necmettin Erbakan sonrasında liderlik sorununu aşamayan ve parti üst kademesi bakımından “yaşlanan” SP, geniş kesimleri kucaklamaktan uzaktır. “Aşkın” lider Erbakan’ın ailesi ile içten gerginlik yaşayan SP yönetimi, tarihsel olarak karşısına konumlandığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile yaptığı “altılı” seçim ittifakı sonrasında krizi ciğerlerinde hissetmeye başlamıştır. SP, bugün itibarıyla ne Millî Görüş hareketi adına belirleyici konumdadır ne de Türk siyasetinde etkili bir aktördür.
Millî Görüş’e Yeni Bir Soluk
Hareket içi gerilimi sonrasında Erbakan ailesi, oğul Fatih Erbakan ve kızı Elif Erbakan üzerinden 2013 yılında Erbakan Vakfı aracılığıyla yeni bir örgütlenmeye gitti. Erbakan Vakfı, hareketin oluşturduğu alternatif bir örgütlenme modeliydi ve hızla ülke sathında teşkilatlandı. Erbakan’ın yanında bulunan “ak saçlı” isimler ile gerginlik yaşayan aile mensupları, bu örgütlenme modeli üzerinden yeni partinin temellerini atmış oldular. Babası gibi mühendis olan Erbakan’ın iddialı bir akademik/iş kariyerine sahip olmadığı, siyasette de icracı bir görevde bulunmadığı bilinmektedir. Buna karşın aşkın bir lider olarak Necmettin Erbakan’ın oğlu sıfatı ona siyasi liderlik hususunda konforlu bir alan sunacaktır. Baba Erbakan’ın temel argümanlarını tekrarlayan, onun jest, mimik, özellikle de üslubunu taklit eden oğul Erbakan, hareketin geçmişteki en güçlü tüzel kişiliği olan Refah Partisi’nin bıraktığı heyecandan hareketle Yeniden Refah Partisi’ni 2018 yılında kurarak Millî Görüş hareketine yeni bir soluk getirmiştir.
Kurulduğu ilk günlerde kamuoyunda heyecan oluşturmayan YRP, dünyada esen popülist dili de arkasına almak suretiyle zaman zaman gündemin üst sıralarında kendisine yer bulmuştur. Pandeminin diğer yeni kurulan partiler üzerinden uyguladığı tazyiki öteleyen YRP, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarında anaakım Millî Görüş siyaseti ile benzer bir dili tekrarlamıştır. YRP’nin aile, ahlak ve maneviyat söyleminin Millî Görüş hareketinin klasik söylemi içerisinde olduğu söylenebilir. YRP’nin Cumhur İttifakı içerisinde paylaşılan “beka” söylemi de Millî Görüş siyasetinin millici söyleminin bir tezahürü olarak okunabilir. Cumhur İttifakı’nda yer almasının YRP’ye kattığı en önemli husus, geniş kitleler karşısında edindiği meşruiyettir. AK Parti’ye olan muhalefetini Erdoğan’ı karşısına almadan, ince bir çizgi üzerinden sürdüren YRP, iktidar odakları ile kurduğu işbirliği aracılığıyla siyasi rüştünü ve meşruiyetini tahkim etmiştir. Kuruluş sürecini güç merkezleri ile kurduğu dirsek teması, geliştirdiği popülist dil üzerinden aşan YRP, mahalli idareler seçimine müstakil olarak girmiş ve alternatif bir odak haline gelmiştir. Fakat, YRP’nin bir önceki seçime kıyasla işbirliğinden uzak durması, eski AK Partilileri aday göstermesi, siyasi pazarlıkta el yükseltmesi karşısında AK Parti lideri Erdoğan’ın tepkisi oldukça sert olmuş; bu isimleri “zübük” ya da “şantajcı” olarak tanımlamıştır.
Yeniden Refah’ın Farkı
Seçim öncesi yapılan anketler YRP’nin yükselişe geçtiği, AK Parti’den koparak kurulan diğer yeni partilerin istenilen çıkışı sağlayamadığı yönündedir. Bu noktada yapılacak bir kıyaslama, YRP’nin konumunu anlama bakımından bizlere bazı ipuçları verebilir. Öncelikle, SP’nin karşılaştığı temel açmazı yeni kurulan DEVA ve Gelecek partileri de yaşamıştır. Kemalist bir ittifak içerisinde, tarihsel olarak karşı blok bünyesinde verilen mücadelenin topluma, özellikle de muhafazakâr/İslamcı kesime anlatılması hiç de kolay değildir. Erdoğan’ın kişiliği üzerinden doğrudan onu cephe alarak yapılan siyaset, CHP çizgisi açısından anlamlı olmakla birlikte AK Parti’den koparak siyasette var olan partiler açısından zor bir dilemmayı barındırmaktadır. Erdoğan, geniş kesimler tarafından kabul gören, zor zamanlarda siyaset yapan, toplumla ilişki kurmayı bilen, siyaset tecrübesine ilaveten bir devlet adamı figürüdür. DEVA ve Gelecek partileri dün birlikte oldukları partilerine ve siyasi figürlerine karşı eleştirinin dozajını artırdıkça, geniş kitleler ile olan ilişki “yabancılaşmaya” dönüşmüştür. Yukarıda ifade edildiği üzere YRP benzer argümanları ifade etmesi, işbirliği kurması ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde dahli olması cihetiyle AK Parti tabanı tarafından teveccüh görmüş, diğer partilerin yaşadığı yabancılaşmayı yaşamamıştır.
Bir başka husus, ittifak içi dengeyi sağlama ve seçim sonrası kurulacak düzenin temel kaidelerini tespit etme noktasında üretilen mutabakat metninin manifesto olarak topluma sunulmasıdır. Teorik çözümlemelerin yoğunlaşması, DEVA/Gelecek için büyük bir iletişim kazasıdır. Seçim yenilgisi sonrasında dahi DEVA lideri Babacan bu tutumdan vazgeçmemiştir. Gelecek Partisi lideri Davutoğlu’nun teorik yatkınlığı ve üslubu hesaba katıldığında yeni partilerin toplum ile iletişim kurma noktasında fazlaca teknik bir dil kullandıkları söylenebilir. YRP ise toplumun anlayacağı, İslamcılıktan beslenen, fakat bunu geleneksel/millici kodlar üzerinden şekillendiren popülist bir dil geliştirmiştir. Klasik Millî Görüş siyaseti üzerine bezenen bu dil kuruluş için yeterli durmaktadır.
DEVA ve Gelecek partisi liderlerinin geçmişe dair güzel işleri kendi artı hanelerine yazmaları, yaşanan bütün ağır maliyetlerin kendilerinden sonra başladığına dair anlatıları toplumda karşılık bulmamaktadır. AK Parti’nin kuruluş aşamasında, ideolojik, örgütsel ve toplumsal açından ortak akla dayandığı gerçekliğinin unutularak artıların kendi sevap hanesine, eksilerin bütün bütün Erdoğan’a yüklenmesi adalet duygusunu incitmiş ve ortaya konulan tarihsel anlatı geniş kesimlerce kabul görmemiştir. Ortak aklın yanı sıra Erdoğan’ın parti için her dönem var olan öncü rolü, erken dönemler için etrafına alan açıcı tavrı hesaba katıldığında, Babacan ya da Davutoğlu’nun kurduğu anlatı toplumsal düzeyde gerçeklikten uzaktır. YRP zaman zaman iktidar ile flört etmiş olsa da kendi çizgisi etrafında gitmekte, Millî Görüş hareketi dışındaki bir çizgiye oturmamaktadır.
Olayın “liderlik” boyutuna bakınca buradaki mesele karışık bir hal almaktadır. AK Parti küskünleri açısından DEVA ve Gelecek liderleri “AK Partili”dir; eğer tercih AK Parti çizgisinde olacaksa liderin bulunduğu yer daha güvenli bir limandır. Aslı varken “taklidine” gitmek anlamsızdır. Dolayısıyla aktif siyaset içerisinde olduğu sürece hegemonik bir lider olarak Erdoğan karşısında siyaset yapmak, tercih sebebi haline gelmek hiç de kolay değildir. Muhalif kesimler açısından bakıldığında ise bu iki parti ve liderleri dünün hesabını vermeden, hatalarından arınmadan siyaset yapmamalıdır. YRP lideri ise bir tarafta babasının karizmatik emaneti üzerinden kendisine konforlu bir alan kurmakta; düne ait herhangi bir olumsuz bagajı sırtına almadan yoluna devam etmektedir. En azından Erbakan’ın kendisi için “dün” steril bir alandır ve toplumu ikna etmek gibi bir mükellefiyeti yoktur.
Yeni kurulan partilerin toplumun karşısına çıkması, seçim günü logoları ile seçmenin huzurunda bulunmaları oldukça önemlidir. DEVA ve Gelecek partileri bunu yapmadıkları gibi zor bir ittifakın içerisine kendilerini konumlandırmışlardır. Yeni hükümet modeli ile zayıflayan yasamada sınırlı sayıda temsil gücüne erişmiş olsalar da mezkûr başarının CHP şemsiyesi üzerinden gerçekleşmesi toplum nezdinde kafa karışıklığına neden olmuştur. YRP’nin ise Cumhur İttifakı içerisine hızlıca girmemesi, lideri Erbakan’ın cumhurbaşkanı adaylığına soyunması ve 100 bin imzayı toplayabilmesi, Cumhur İttifakı ile sert bir pazarlık sürdürmesi ve bu pazarlığı kamuoyu ile paylaşması, ittifaka dahil olduğunda dahi kendi logosu ile seçime katılması oldukça önemlidir. Mahalli seçimlerde pazarlığın üst limitlerden açılması ve müstakil olarak seçime katılma kararı toplumsal meşruiyetin tesisi açısından oldukça önemlidir.
Örgütlenme modeline bakıldığında, DEVA ve Gelecek partileri doğrudan AK Parti’de siyaset yapan isimlerden ya da onların insan kaynağından politikaya taşınmış kişilerden oluşmaktadır. Fakat bu isimler büyük oranda parti üst kademesine ait kişilerdir. Siyasetin topluma dokunma zarureti, sahada yapılan bir iş olduğu hesaba katıldığında iki partinin de işinin bir hayli zor olduğu söylenebilir. Zorluğun gerisinde Babacan ve Davutoğlu’nun “profesyonel” siyasetçi olmadıkları gerçeği yatmaktadır. Babacan, ticaret ehli, istediğinde siyasetten uzaklaşabilen bir isim, Davutoğlu ise yazdıkları ve ürettikleri ile maruf, entelektüel seviyesi yüksek bir akademisyen. Teşkilatçı/örgütçü olmamaları, siyaseti sahanın uzağında öğrenmeleri/yapmış olmaları onları yeni dönemde zorlayan en önemli konuların başında gelmektedir. Özellikle taşra örgütlenmesi bakımından iki partinin de güçlük çektiği açıktır. Seçim sath-ı mailinde bu iki partinin sahada da bir hayli zayıf kaldığı, varlık gösteremediği konuyu takip eden uzmanlar tarafında paylaşılmaktadır. Kuruluş aşamasında sosyal medya ve yeni iletişim kanalları üzerinden yapılan açılımlar sahaya yansımaktan uzak kalmış ve toplumun birçok kesimine ulaşılamamıştır. YRP ise örgütlenmeyi, seçimi ve iktidarda bulunmayı temel şiar haline getiren, bunu dinî saikler ile besleyen bir hareketin parçası olması ve SP’nin boşalttığı alanı üzerine geçirmesi cihetiyle yarışa bir sıfır önde başlamıştır. YRP lideri geçmişte siyasi olarak önemli görevler almasa da politik bir kültürde büyümüş ve her daim siyasetin içinde yer almıştır; siyaset Erbakan ailesi için hayatın asli unsurlarından birisidir. YRP lideri için 100 bin imzanın kısa süre içerisinde toplanmış olması da örgütlülüğün bir tezahürü olarak okunulabilir.
Üretilen ideolojik söylem bakımından DEVA Partisi’nin liberal bir dili konuştuğu açıktır. Parti, teşkilat ve taban bakımında da liberal çizginin bir temsilcisi olarak okunabilir. Gelecek Partisi, Davutoğlu’nun sahip olduğu İslamcı çizginin bir tezahürü olarak liberal dili daha muhafazakâr doneler ile terkip etmek suretiyle ara geçiş formu oluşturmuştur. Liberalizmin Türkiye’de ancak bir muhalefet ideolojisi olduğu hesaba katıldığında tercihlerin yerinde olduğu söylenebilir. Buna karşın dünya konjonktüründe esen popülist, milliyetçi dil ile iki partinin ürettiği retoriğin aynı yönde esmediği ortadadır. Liberal argümanların sosyal medya aracılığıyla, kitabi bir dil ile paylaşılması seçmen nezdinde kolay kabul görecek bir durum değildir. Türk seçmeni salt liberal retorikler ile yola çıkan hiçbir partiyi (Hürriyet Partisi, Yeni Demokrasi Hareketi, Liberal Demokrat Parti vb.) iktidar alanına almamıştır. YRP ise manevi kalkınma ile maddi kalkınmayı telif eden klasik Millî Görüş çizgisini muhafazakâr-popülist bir dil ile tahkim ederek dolaşıma sokmuş ve toplumsal mütekabiliyete erişmiştir.
Önümüzdeki mahalli idare seçimleri YRP’nin ivmesini anlamak açısından önemli doneler verecektir. YRP siyaset tercihini “sahadan” yana yapmış ve bütün enerjisini seçimlere indirgemiş gözüküyor. Bu durum, tipik bir Millî Görüş” tercihi olarak okunulabilir. RP de ilk çıkışını 1989 mahalli idareler seçiminde yapmış, daha sonra 1990 yılında yeni kurulan ilçelerde önemli bir başarı göstermiş ve iktidara giden en önemli kavşağı 27 Mart 1994 tarihinde dönmüştür. Nihai anlamda bu çizgi büyük oranda AK Parti’ye evrilmiştir. Mahalli iktidarların topluma dokunma gücü hesaba katıldığında, Hazine yardımı almayan yeni partilerin hem örgütü motive etme, pastadan kaynak kullanma hem de topluma dokunma noktasında önemli bir işlevi olduğu söylenebilir. YRP’yi bekleyen temel sorun salt popülist bir dille Türkiye’nin ana sorunlarını nasıl çözeceğidir. Hukuk devleti, kuvvetler arası ilişkiler, insan hakları meselesi, gelir paylaşımı gibi temel sorunlar karşısında YRP’nin nasıl bir siyaset izlediği ya da izleyeceği ve bunları kimler ile yapacağı, aile partisi görünümünden çıkıp çıkamayacağı koca bir soru işareti olarak durmaktadır.