BİR kez daha bütün çirkinliğiyle bir şiddet eylemine tanıklık etmeye maruz kaldık. Şiddet, yine gözümüze sokuldu.
Haberin Devamı
Üstelik, şiddet bu kez Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında sergileniyor ve parlamentonun kürsüsünde konuşan bir milletvekilini hedef alıyordu.
Hani söz ederken sıkça “Gazi Meclis” diyerek Milli Mücadele’deki tarihi rolünü övdüğümüz, bu mücadelenin önemli bir aktörü olan o yüce mekânda...
Sergilenen şiddet sonrasında kürsünün hemen yanındaki beyaz basamakların üzerine saçılan kan lekeleri TBMM görevlileri tarafından silinerek ortadan kaldırılmıştır.
Bu hadiseyle ilgili suç dosyası için özel ‘olay yeri inceleme raporu’na da gerek yoktur. Sonradan bezle ne kadar silinmeye çalışılsa da, Türk demokrasisinin ve onun kalbi olan parlamentosunun temsil ettiği bütün değerlerin üzerine düşen o kan izleri Türk toplumunun ortak hafızasına çoktan yerleşmiştir.
*
En baştan belirtmeliyim; bu saldırıyı tetikleyen konuşmanın içeriğine katılmıyorum, dile getirildiği üslubu da onaylamıyorum.
Dahası, bu üslubun geçen cuma günü TBMM Genel Kurulu’nun özel bir gündemle olağanüstü toplanmasının konusu olan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın mağduriyeti sorununun aşılmasına hiçbir şekilde yardımcı olmadığını da üzülerek görüyorum.
Aksine, o gün yaşanan hadise bir bütün olarak, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ‘ihlal’ kararına rağmen Silivri Cezaevi’nde demir parmaklıklar arkasında alıkonmakta olan Can Atalay’ın durumunun arka plana düşmesine neden olmuştur.
Böyle de olsa, hiçbir şey kaba güce başvurulmasının, bu çerçevede TBMM kürsüsüne dönük bir fiilin, muhalif bir milletvekilinin konuştuğu kürsünün kuşatılmasının mazereti olamaz. Bu hususu temel bir ilke olarak vurgulamamız gerekir.
Böyle bir yol açıldığı takdirde, bundan sonra rahatsız edici her fikir açıklamasının benzer bir yöntemle susturulması hadiseleri yaygınlaşabilir. Bu da demokrasimiz açısından bir büyük tehdide dönüşebilir.
*
Kaba gücün hiçbir hafifletici nedeni olamaz. “Ama...” ile başlayan cümlelerin arkasına geçilerek böyle bir eylem haklı gösterilemez.
Üstelik şiddet karşısında mutlak koruma altında tutulması gereken özel bir yerdir Meclis ve onun kürsüsü. Demokrasilerde kürsü dokunulmazlığı esastır.
Haberin Devamı
Hadise kürsünün hemen arkasında yazan “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir, K. Atatürk” yazısının önünde meydana geldiğine göre, bu yazıya belki Meclis açısından çekince ifade eden bir dipnot yazmak gerekecbilir, “Kaba güce başvurulduğu haller bunun istisnasıdır” diye...
*
Sergilenen saldırganlığın TBMM’nin saygınlığına ağır bir darbe indirdiği izahtan varestedir. Dünyanın önde gelen gazetelerinde olumsuz başlıklarla duyurulmuştur bu olay.
Örneğin ‘The Wall Street Journal’ gazetesi, geçen cumartesi günü olayla ilgili fotoğraf karelerini yan yana yerleştirerek saldırının bütün aşamalarını gösterme yoluna gitmişti, “Türk Milletvekilleri Kan Akıttı” başlığı altında.
Haberin Devamı
Bu fotoğraflar, atılan başlıklar, eylemin sergilendiği ülkenin ve onun demokrasisinin hal ve gidişi açısından bütün dünyaya rahatsız edici bir mesaj vermiştir. “Uygarlıklar Beşiği Türkiye” tanıtımlarındaki davetlerle örtüşen görüntüler değil bunlar.
*
Söz konusu hadisenin demokrasimiz bakımından yarattığı problemli durum meselenin çok önemli bir boyutudur. Bir başka boyutuyla da ülkemizde şiddetin artan ölçüde yaygınlaşması, hayatın her alanında karşımıza çıkması sorununun bir yansımasıdır.
Hatırlayalım, daha geçen ocak ayında Ankaragücü Başkanı’nın sahaya inip, verdiği kararlara katılmadığı futbol hakemine yumruk atması olayına tanıklık etmedik mi?
Haberin Devamı
Yine geçen ocak ayı boyunca İstanbul’da Gazze mitingi sonrasında üzerinde Arapça harflerle ‘Kelime-i Tevhid’ yazan bir bayrakla yolda yürüyen bir vatandaşın “Arap seviciliği” yaptığı gerekçesiyle yumruklanması olayını tartışmadık mı?
Unutmayalım, ülkenin o tarihteki ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu yakın tarihte, 2018 yılında başkent Ankara’nın yanı başındaki Çubuk ilçesinde bir cenaze töreninde linç girişimine hedef olmuş ve bir eve sığınarak canına zor kurtarabilmişti.
Ne yazık ki, konu şiddet olunca köşe yazısı bir tarafa, gazetelerin sayfalarının sınırları yetmeyecektir olayları sıralamaya. Daha geçen hafta sonu Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un İzmir’de stadyumda rakip takımın yöneticisinin saldırısına maruz kalıp yere düşmesi en son çarpıcı örnektir.
*
Haberin Devamı
Hepsinde, iş dönüp dolaşıyor aynı kapıya geliyor. Öfkeli insanlar Meclis’te, statta, cenaze töreninde, yolda yürürken kızdıkları, tepki duydukları kişilere karşı öfkelerini, şiddete başvurarak ifade etme yoluna gidiyorlar.
Bu fiillerin, her akşam TV ekranlarından birbiri ardına sayısız kez tekrarlanarak gösterilmesi, şiddeti süreklilik içinde üretilen bir davranış kalıbı olarak toplumun önüne koyuyor.
Tabii buradaki temel sorun, şiddetin ülkemizde ne yazık ki ciddi bir yaptırımla karşılaşmamasıdır. Şiddete başvuranlar, başkasına el kaldırdıkları, yumruk ya da tekme attıklarında, bu davranışları için ağır bir bedel ödemeyeceklerini, yaptıklarının çoğunlukla yanlarına kâr kalacağını biliyorlar.
İşlemekte olan cezasızlık kültürü, yarattığı özendirici etkiyle şiddet sarmalının her yere yayılmasını, nüfuz etmesinin önünü açıyor.
*
Ne yazık ki geldiğimiz noktada, kaba güce başvurmak artık toplumun azımsanmayacak bir kesimince ayıplı bir davranış olarak görülmüyor.
Tam aksine her seferinde yükselen alkışların baş döndürücülüğü ayıplamayı bastırıyor. Şiddete başvuran kendi mahallesinde sıkça “bravo” sesleri ve alkışlarla karşılanıyor.
Örneğin, geçen hafta Meclis’te AK Parti Milletvekili Alpay Özalan’ın TİP milletvekili Ahmet Şık’ı yumrukladığı Meclis’teki son olaydan sonra da ne yazık ki benzer destek açıklamalarına tanıklık ettik.
Alkışlarla cezasızlık yan yana gelince kaba gücün normal bir davranış olduğu kabulü yerleşiyor. Bu durumu ‘şiddetin olağanlaşması’ olarak tanımlıyoruz.
*
Burada en çok zorlananlar, çocuklarını çevrelerine saygılı, nazik insanlar, iyi vatandaşlar olarak yetiştirmek isteyen ebeveynlerin durumudur. Çünkü çocuklarına, yakınlarına öğütledikleri her değerin tersi yönde işleyen bir dünya onları beklemektedir, evin kapısından dışarı çıkıldığında.
Daha öncedeki bir gözlemimizi tekrarlayalım. Şiddetin artan ölçüde olağanlaşması, bir toplumun geleceği açısından hayırlı bir haber değildir. Ülkede sorumluluk taşıyan her kurumun, iktidar ve muhalefet de dahil olmak üzere herkesin şiddete karşı çıkmak, hoşgörü göstermemek ve kınamak konusunda bir büyük mutabakatta buluşması şarttır.