Uluslararası alanda Türkiye’nin en yakın dostu olan ülke hangisidir diye sorulacak olsa, muhtemelen çoğunuzun ve çoğumuzun yanıtı Azerbaycan olacaktır.
“Tek millet iki Devlet” cümlesiyle yakınlığımızı vurguladığımız ülke ile olan yakınlığımıza, ne yazık ki, son günlerde hızlı bir biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “gölgesi” düşmüş görünüyor.
Biliyorsunuz, bir süre önce Erdoğan her zaman olduğu gibi dış siyaseti iç siyaset amaçlı kullanmaya çalışır ve kendince İsrail’e gözdağı vermek için konuşurken “Karabağ’a, Libya’ya girdiğimiz gibi İsrail’e de gireriz” deyiverdi.
Bu ‘manasız” sözlerin Türkiye’de yeterince yankılanması İletişim Başkanlığı’nın baskısı sayesinde bir miktar engellendi engellenmesine ama İletişim Başkanı’nın gücü sınır ötesine pek yetmedi.
İçeriye söylediği sözlerin, dışarda nelere mal olacağını giderek daha az umursayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu cümlesinin Azerbaycan’daki etkisi ise ne yazık ki kırıcı oldu.
Azerbaycan medyasında gerek Erdoğan gerekse Türkiye aleyhine epey yazı çıktı.
Dikkatli bir tonda kaleme alınan yazılar Erdoğan’ın sözlerinin nelere mal olduğunu göstermesi açısından önemliydi ama bunların en kayda değeri, devlet kontrolünde ve Aliyev’in sözcüsü konumunda olan ve “Resmî Devlet Gazetesi” unvanını taşıyan AZERBAYCAN’da yayınlandı.
Önemliydi çünkü aslına Aliyev’in görüşünü yansıtıyor, bir anlamda devletten devlete açık mektup olarak algılanıyordu.
Azerbaycan gazetesindeki makale aynen şöyle diyordu:
“Halkımızın, ordumuzun, Kumandanımızın helal galibiyetini sahiplenmek, onu kendi adına kaydetmek girişimlerini bütün Azerbaycan görüyor ve utançla, teessüfle izliyor.
Ermeni rezil yalanını kardeşlerimizden de işitmekle kalbimiz sınanıyor, inciniyoruz. Beklemediğimiz yerden gelen bu sözleri ağır bir manevi darbe olarak görüyoruz.
Azerbaycan’ın zaferinin sonuçları elbette tüm Türk dünyasınındır ama o zaferin müellifi Azerbaycan halkıdır.
Kardeş Türkiye’de verilen malum beyanatlar 44 günlük muharebenin gerçekliklerini açık şekilde tahrif eder.
Daha önemlisi ise Ermenilerin değirmenine su taşır.
Atalarımız der ki, sağ elin verdiğini sol el bilmez. Kardeş kardeşe yardımı ile öğünmez. Hatta gerçek olmasa bile farz etsek ki, Türkiye vatan savaşında siyasi ve manevi destekten başka cephede de destek göstermiş olsun. Bunu açıkça beyan edip Ermenistan’ın ve dünya Ermenilerinin, o cümleye sarılacak olan ABD, Fransa ve diğer malum devletlerin manipülasyonlarına niye imkan tanınır.”
Uzun makale, Türkiye’ye sitem dolu cümleler ve bu açıklamaların sorumsuzluğuna ilişkin ithamlarla devam ediyor.
Sonuç olarak aslında doğru da olmayan bu “övünmelerin” sonuçsuz bir tehdit olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bunu en az bizim kadar bilen İletişim Başkanlığı bu sözlerin ülke içinde yayılmasını engelleyebiliyor.
Ama uluslararası alanda, en yakın dostlarımızla bile ilişkilerin bozulmasını kimse engelleyemiyor.
Hadi ünlü “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” Azerbaycan gazetesini de yalanlasın, itham etsin.
İç politikada konsolidasyon için yapılan sorumluluktan uzak bu açıklamalar, Türkiye’ye her geçen gün daha pahalıya mal oluyor.
Tutuklama neyin nesi!
Sokak röportajında sert eleştirilerde bulunan Dilruba K. isimli kadın tutuklandı.
“Bu mevsimde Silivri soğuktur” cümlesi ile ifade edilen “İfade özgürlüğünün yargı eliyle sınırlandırılması” anlayışı bir kez daha vücut buldu, haklı çıktı.
Dilruba K’nın verdiği sokak röportajında kullandığı ifadeler güçlü ve kendisi de bunun farkında ve ‘Kesmeden yayınlayın” deme ihtiyacı hissediyor.
Belli ki, toplumun önemli bir kesimi gibi “dolmuş” ve sesini duyurmak istiyor.
Ve fazlası ile de duyuruyor.
Bana göre Dilruba K.’nin sözlerinde herhangi bir kişi doğrudan hedef alınmadığı için ortada “O benim” diye çıkıp davacı olacak kimse yok gibi duruyor.
Ama Türk adaletsizliğinin uydurduğu yeni bir suç biçimi Dilriba K’nın yakasına yapışıyor.
Buna da bir diyeceğimiz yok.
Türkiye’de dava açmak kolay.
Bazen yasa gereği, bazen emir gereği dava açılabiliyor.
Zaten Dilruba K. da sözlerine dava açılabileceğinin baştan farkında.
Garabet olan dava açılması değil.
Garabet hükümde, tutuklama kararında.
Dilruba K’nın sözleri en fazla hakaret olarak yargılanabilir.
Bunun da cezası belli.
Birkaç ay hapis cezası alır.
İlk suçu olduğu için kararın açıklanması ertelenir.
Erteleme istenmese bile birkaç ay hapis cezası yatılmadığı için ceza yatmaz.
Zaten bu kadar düşük ceza istenecek bir suç için de tutuklama falan olmaz.
Katiller, Kızılay eski başkanlarının adam öldürmüş çocukları tutuksuz yargılanırken, kime söylendiği belirsiz bir hakaret suçundan dolayı kimse tutuklanmaz.
Abuk ve hatta belki de hukuken ahlaksızca olan dava açılması değil, tutuklama kararı verilmesidir.
Bu kararlar Türk milleti adına verilmiş olamaz, vicdani olamaz.
Olsa olsa veren açısından ayıp olur.
Hızlı tahrik
Türk hukuku adı altında uygulanan iktidar ya da muktedir hukukunun son dönem silahı “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik”.
Hiçbir suç bulamadın mı, son derece sübjektif olan bu suçu uydur ve yargıla.
Ancak ilginçtir bu madde sadece muhaliflere uygulanıyor.
Demek ki, iktidar yanlılarının hakaretlerinden dolayı muhalifler asla kin ve düşmanlığa tahrik olmuyorlar ama muhaliflerin sözleri iktidar yanlılarını hızla tahrik ediyor ve yargı da onların tahrik olduğunu nasıl oluyorsa hemen görüyor ve gereğini yapıyor.
Bu kararları verenler bu tahriki nasıl algılıyorlar, elle mi kontrol ediyorlar yoksa uzaktan mı görüyorlar bilmem mümkün değil.
Ama tavsiyem şap kullanmaları.
Bu kadar hızlı tahrik olmak hayra delalet değil.
Bu araçlarla ölüm safarisi yapılır
Gün geçmiyor ki, turistik yörelerimizden birinde turistlere macera yaşatmak amaçlayan safari araçlarından biri kaza yapmasın, birkaç turist hayatını kaybetmesin.
Mayıs ayından beri benim duyduğum, medyaya yansımış en az 4 hatta 5 ölümlü kaza var.
Araçların sayısı ve yaptıkları kilometreye göre bu yüksek bir oran.
Ve bu yüksek oranın dikkat çekmiyor olması da ilginç.
Ne Turizm Bakanlığı’nın, ne İçişleri Bakanlığı’nın, ne de Ulaştırma Bakanlığı’nın dikkatini çekiyor.
Oysa bu safari araçlarına baktığınız zaman bunların kaza yapmasının değil, kaza yapmamasının mucize olduğunu anında görüyorsunuz.
Eski püskü arazi araçları uzatılarak, yükseltilerek, büyütülerek yapılmış modifikasyonlardan sonra kapasiteleri arttırılmış bir biçimde turist taşıyorlar.
Üstelik de yolu olmayan yollarda.
Ağırlık dengeleri bozulmuş, yol tutma özellikleri kaybolmuş, test edilmiş özelliklerinin tümünü modifikasyonlar sonucunda kaybetmiş bu araçlar yollarda.
Benim anlamadığım bu araçların TÜV Türk’ün muayenesinden nasıl geçtikleri.
Normal vatandaşın otomobilinde lastik çamurluktan iki santim dışarı taşsa muayeneden geçirmeyen TÜV Türk, bu araçları nasıl yola uygun bularak onay veriyor.
Turizm Bakanlığı bu ucube araçlara nasıl oluyor da turizm taşımacılık belgesi veriyor.
Yok eğer bunların TÜV Türk denetimleri yoksa, Trafik Denetleme Müdürlükleri bu araçları yolda niye çevirip trafikten men etmiyor.
Ben size açık söyleyeyim, bu safari araçları denilen yürüyen tabutlara sakın binmeyin.
Orada ölmeniz değil, hayatta kalmanızdır şaşırtıcı olan!
Porno
Tahrik demişken, aklıma geldi, iktidarın en ünlü trollerinden birinin porno düşkünlüğü ortaya çıkmış ve muhaliflerin yeni eğlencesi olmuş.
Siyasal İslamcıların sözcüsü bu kişiye yönelik eleştirilere açıkçası katılmıyorum.
Öncelikle porno izlemenin bir suç olduğu, ayıp olduğu kanaatinde değilim.
Kişisel bir tercih. Hatta ben iktidarın bu tür yayınları izlemeye yasak getirmesine karşıyım.
İsteyen izler kime ne!
Tabii bu konuda yasakları savunup, gizli gizli izlemek hem bir tutarsızlık hem de bir kişilik göstergesi o ayrı.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Liyakatsiz dostun liyakatli düşmandan daha çok zarar verdiğini anladığımızda çok geç olmadığı zaman.