Suriye ile normalleşme arayışlarının gündemi İdlib’e uzanabilir mi?

SURİYE ile normalleşme hedefinin gündeme yerleşmesiyle birlikte, terörle mücadele başlığı bu dosyanın en kritik konularından biri olarak karşımıza çıkıyor.

Bu çerçevede PKK’nın Suriye’deki askeri uzantısı olan YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Türkiye açısından en hassas meseleler arasında yer alıyor.

Suriye’de Fırat’ın doğusunda ABD’nin himayesinde ortaya çıkan “Özerk Yönetim”in kilit kadrolarında da PKK’nın Suriye’deki uzantılarının siyasi kanadını temsil eden PYD örgütü baskın bir konumdadır.

Türkiye, PKK’nın uzantıları YPG ile PYD’yi ve bunların baş rolde oldukları Fırat’ın doğusundaki askeri ve siyasi yapılanmaları doğrudan kendisine dönük bir terör tehdidi olarak görüyor. Bu tehditle mücadeleyi aynı zamanda, Suriye’nin toprak bütünlüğü hedefi çerçevesinde, Esad rejimi ile muhtemel bir işbirliği zemininin ortak paydalarından biri olarak değerlendiriyor.

*

Suriye’deki Esad rejimi de Türkiye ile diyalogun başlayabilmesi için ileri sürdüğü koşullar arasında kendisinin terörist olarak tanımladığı grupların durumunu masaya getiriyor.

Muhtelif açıklamalara bakılırsa, rejim, iç savaşta kendisine karşı silahlı mücadele yürütmüş olan eski adıyla ÖSO (Özgür Suriye Ordusu), yeni adıyla SMO (Suriye Milli Ordusu) bünyesindeki grupları da büyük ölçüde terörist olarak niteliyor.

Bu gruplar, bugün Türkiye’nin himaye ettiği ve Suriye’nin kuzeyinde TSK’nın kontrolündeki harekat bölgelerinde sahada görev yapan silahlı unsurlar.

Dolayısıyla, Türkiye ile Suriye arasında kamuoyuna da yansıdığı üzere sancılı bir şekilde seyretmekte olan normalleşme arayışlarında terör tartışmasının dikenli bir mesele olarak ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.

*

Gelgelelim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Suriye konusunda alınmış muhtelif kararlar buradaki tıkanıklığın aşılmasında pekala yol gösterici bir işlev görebilir.

Bunun için öncelikle BMGK’nın 2015 yılında Suriye krizine çözüm olmak üzere temel referans çerçeve olarak kabul ettiği 2254 sayılı karara başvurabiliriz. BMGK’nın 2254 sayılı kararı, Suriye’deki terör örgütlerinin faaliyetlerinin “önlenmesi ve bastırılmasını” önemli hedeflerden biri olarak tanımlıyor.

İlgili kararın sekizinci maddesinde, Suriye’de faaliyet gösteren terör örgütlerinin bir bölümünün adı spesifik olarak kayda geçiriliyor; DEAŞ, El-Nusra Cephesi ve El Kaide şeklinde...

Aynı kararda bir de hedef olarak “DEAŞ ve El Kaide ile bağlantılı olup BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak belirlenebilecek bireyler, gruplar, varlıklar, girişimler” gibi genel bir çerçeve de çiziliyor. Karar, böylelikle sonrasına dönük yeni terör örgütlerinin tanımlanması görevini BMGK’ya bırakıyor.

*

İşin püf noktası BMGK kararının terör örgütleri için getirdiği tanımlamalarda görülebilir. Çünkü ÖSO/SMO, başta BMGK olmak üzere BM organları tarafından herhangi bir şekilde terörist olarak nitelenmiş değil.

Keza, ÖSO/SMO’nun arkasındaki siyasi yapılar da BM’nin başını çektiği siyasi çözüme yönelik müzakere süreci içinde ‘ılımlı muhalefet’ olarak kabul edilip muhatap alınıyor.

Dolayısıyla BMGK kararlarına dayanarak, ÖSO/SMO’yu farklı bir çerçeveye yerleştirebilmek açısından hukuki bir dayanak pekala bulunabilir.

Nitekim, Ruslar uzun bir zamandır özellikle İdlib’le ilgili resmi açıklamalarında da “Ilımlı muhalefet- El Nusra” ayrımını yapıyorlar.

*

Konu BM tarafından tanımlanmış olan terörist gruplara gelince şöyle bir tablo beliriyor. DEAŞ ve El Kaide’nin terörist kimlikleri konusunda bütün aktörler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur.

Burada karşımıza çıkan tartışmalı konu, kısaca HTŞ olarak adlandırılan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) isimli yapıdır. HTŞ, başından beri El Nusra kimliğiyle, BM tarafından terörist olarak kabul edilen bir örgüt. Ve bunun uzun bir öyküsü var.

Bu örgüt, Suriye’de iç savaşın 2011 yılında patlak vermesinden sonra 2012 yılında El Nusra Cephesi adı altında El Kaide’nin Suriye temsilciliği olarak kurulmuştu.

Rejime karşı sert bir mücadele yürüten bu grup, iç savaşı rejimin kazanmasından ardından Hatay’a bitişik olan İdlib’e çekilmişti. Örgütün lideri Ebu Muhammed el Culani, 2017 yılında örgütünün adının Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) olarak değiştiğini ve El Nusra/El Kaide ile bir bağlantısının kalmadığını ileri sürmüştü.

Gelgelelim BM Güvenlik Konseyi’nin DEAŞ, El Kaide ve bunlarla bağlantılı terör örgütlerini izleyen Yaptırımlar Komitesi, yaptığı değerlendirmede isim değişikliğini yeterli bulmayarak, HTŞ’nin El Kaide/Nusra’nın şubesi olmaya devam ettiğini belirtmişti. BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili komitesi 2018 yılında HTŞ’yi “terör örgütü” olarak ilan edip yaptırım listesine almıştı.

Türkiye de 2018 yılı ağustos ayında bu listeyi onaylayarak HTŞ’yi terör örgütü olarak tanımıştı.

BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili komitesi, belli aralıklarla terör örgütü listelerini güncelliyor. HTŞ’nin bu listeden çıkmak için bütün hamlelerine karşılık, BMGK, 2021 yılında yaptığı güncellemede HTŞ’nin yine terör örgütleri listesinde kalmasını kararlaştırdı.

*

Konunun Türkiye açısından sıkıntı yaratan bir yönü, HTŞ’nin Suriye’nin kuzeybatısında muhalefetin kontrol ettiği son kale olan İdlib’de alan hâkimiyetine sahip olmasıdır. Esad rejimi ve destekçisi Rusya, İdlib sınır hattında karşılarında silahlı muhatap olarak BMGK’nın terörist kimliğiyle tanımladığı HTŞ’yi buluyor.

Ayrıca, İdlib’de yeni bir savaşın patlak vermesi halinde Türk sınırına doğru büyük bir göç dalgasının tetiklenmesi ihtimalinden çekinen Türkiye de caydırıcılık yaratmak üzere HTŞ’nin de sahada olduğu İdlib’de kuvvetli bir askeri güç bulunduruyor.

Bu arada, Türkiye’nin Rusya ve İran’la birlikte yer aldığı Astana Süreci içinde kabul edilen ortak açıklamalarda da sıkça BMGK’nın 2254 sayılı kararında yer alan ifadelere yer verilirken, HTŞ’den de açıkça bir terör örgütü olarak söz ediliyor, bu örgütün İdlib’teki faaliyetlerinin yarattığı “kaygılar” ifade ediliyor.

*

Bu açıdan bakıldığında Türkiye ile Suriye arasında normalleşme sürecinin başlamasında kolaylaştırıcılık rolüne soyunmuş olan Rusya’nın da geçmişte sıkça yaptığı gibi Türkiye ile arasındaki ortak mutabakatlardan hareketle HTŞ meselesini açması şaşırtıcı olmayacaktır.

Öte yandan, aynı Astana metinlerinde, örneğin en son geçen 25 Ocak’taki ortak açıklamada “Terörü destekleyen ülkelerin Suriye’nin kuzeydoğusunda gayrimeşru özyönetim girişimleri dahil olmak üzere Suriye devletinin birliğine zarar veren eylemlerine” yönelik bir “kınama” da yer alıyor.

Burada kastedilen girişimin Fırat’ın doğusundaki “Özerk Yönetim” olduğu, bu çerçevede Türkiye, Rusya ve İran’ın ortak mesajlarının adres olarak ABD ve PKK’nın uzantıları YPG/PYD/SDG’ye yöneldiği aşikârdır.

Her halükârda Suriye ile normalleşme sürecinin tartışıldığı bir dönemde gündemimize gelmesi muhtemel görünen HTŞ’ye biraz daha yakından bakmak gerekiyor. Yarın da BM Güvenlik Konseyi’nin Yaptırımlar Komitesi çerçevesinde hazırlanmış olan yeni bir rapor üzerinden HTŞ konusunda ortaya konan son bulgulara biraz yakından bakmaya çalışalım.