Normalleşme...

O ihtiyacı ilk vurgulayan siyasetçi, CHP Genel Başkanı Özgür Özel oldu. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ise onun yerine “yumuşama” sözünü tercih etti. Ve parti liderleri arasında o iki başlık altında bir “diyalog” süreci yaşandı.

Ve başlangıçtaki iki yüz yüze görüşme ile Kıbrıs’taki bir “aynı masada yemek” buluşması dışında, kamuoyundaki beklentileri karşılayacak bir gelişme yaşanmadı. Tam tersine, iktidar partisinin demokratik ilkelerle bağdaşmayan kararlar ve uygulamalarına yenileri eklendi.

O “yeni”lerden biri, “Instagram”a konan yasak. O yasağın kaldırılması için ilgililerin görüşmeleri sürerken Erdoğan sosyal medya kuruluşlarının yayınları için “dijital faşizm” açıklaması yaptı.

İktidarın medyadaki klasik basın-yayın organlarına uyguladığı cezalandırmalar malum: Yayınlarını beğenmediği televizyonlara, ağır para cezalarına ek olarak “ekran karartma” cezaları uygulatıyor. O cezaların artması halinde, ekranın tamamen kapatılması cezası uygulanabileceği tehdidini hatırlatıyor. 

Ayrıca beğenmediği yayınların ekrana çıkarılmamasını beklediğini ima ediyor. Yayınlarını beğenmediği gazetelerin de resmi ilanlarının kesilmesini sağlıyor. Yazarları hakkında soruşturma açılması yolunda telkinlerde bulunuyor.

Bütün bu karartmalar, kapatmalar, ilan kesme cezaları, para cezaları, tehdit altında tutma uygulamalarının demokrasinin kuralları arasında yeri yok. Tam tersine, basın özgürlüğü, bugünkü genişlemiş haliyle medya özgürlüğü, sadece medya mensuplarının değil, halkın olayları, düşünceleri öğrenme hakkı ve özgürlüğü olarak da, demokrasinin “olmazsa olmaz”larından biri. O imkânın var olmadığı yerde, nasıl seçecek ülkelerdeki milyonlarca seçmen kendilerini. Onların kim olduklarını, hangi düşünceleri temsil ettiklerini... Bir başka vesileyle değinmiştim: Eski Yunan’daki şehir devletlerinde o iş kolaydı. Her “şehirdevlet”te yaşayan ve vatandaş sayılıp oy hakkına sahip olan birkaç yüz insan stadyum benzeri bir yerde toplanıp, adayları görüp, dinleyerek, isterlerse sorguya da çekerek, onlar hakkındaki görüşlerini oluşturabilirler ve ona göre oy kullanabilirlerdi.

Bugün, bu çağın ülkelerinde oy kullanacak insanların, yüz yüze görüp dinleme, konuşma seçimlerdeki adaylar hakkında bilgi edinmesi için gazete, televizyon, dijital yayın yoluyla “medya”yı izlemelerinden başka yol var mı?

O yolun kapıları da kapatılırsa veya kapalı tutulması ihtimali var oldukça o ülke “demokratik ülke” sayılabilir mi?...

***

Tabii, demokratik haklar ve özgürlükler, sadece basın özgürlüğünden, medya özgürlüğünden ibaret değil. Toplantı ve gösterilere katılma hak ve özgürlüğü var. Anayasamızın 34’üncü maddesi diyor ki:

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir.”

Gerçi buna eklenen bir fıkrayla bu özgürlüğün kamu düzeni, milli güvenlik gibi gerekçelerle kanun çıkarılarak sınırlanabileceği belirtilmiştir. Ama anayasanın bir de 12’nci maddesi var ki kanun yoluyla “temel hak ve hürriyetler”in özüne dokunulamayacağını belirtir.

Bunun gibi, “Özlerine kanun yoluyla da dokunulamayacağının belirtildiği temel hak ve özgürlükler” epey fazladır.

Ama bugünün bir gerçeği şudur: Demokrasinin “olmazsa olmaz”ı sayılan ve anayasamıza göre, kanun yoluyla da “özlerine dokunulamayacağı” belirtilen “hak ve özgürlükler”in kaçının, “özlerine dokunulmaması” bir yana, yok sayıldığının örnekleri birbirini izlemeye devam ediyor.

“Toplantı ve gösteri özgürlü”ğü, üniversitelerin kapıları kapatılarak, şehirlerin meydanları abluka altına alınarak, yollara barikatlar kurularak engelleniyor.

***

Ben bu yazıyı yazarken masamın üstünde eski ve yeni anayasalar var. Türkiye’nin parlamenter demokratik bir rejim altında bulunduğu zamanların anayasaları da demokratik ülkelerde benzerine pek rastlanmayan sistemi oluşturmuş olan bugünkü anayasamız da... Meclis’in -başta denetleme alanındakiler olmak üzere- birçok yetkisini kaldırmış olan bir anayasa. Ama Meclis’in henüz kaldırılmamış yetkilerinin içinde de yapabileceği bir şeyler var. Meclis’in hiç olmazsa, o yetkilere yeniden sahip çıkmaya çalışması gerekiyor.

Üstelik ekonomik ve sosyal alandan, eğitim alanına kadar başka birçok alandaki sorunlar, gün geçtikçe büyüyor. Özellikle de dış politika alanındaki sorunlar...

Şimdi tatilde olan milletvekillerinin önümüzdeki günlerdeki olağanüstü toplantı günlerinin hemen arkasındaki bir tarihte yeni bir olağanüstü toplantı çağrısı yapmak için harekete geçmesinde büyük fayda var. Geçen yazılarda da belirtmeye çalıştım... En azından şu sıradaki savaş tehlikeleri karşısında bir durum değerlendirmesi yapılabilir o toplantıda. Ve bu, Meclis’in normalleşmesi yolunda atılacak bir adım olabilir.