‘Barış süreci...’

Ülkemizde terör tehlikesinin sona ermesi, elbette yurttaşlarımızın çok büyük çoğunluğunun desteğini alabilecek bir hedef. Demokrasi tarihimizde de o hedefe yönelik girişimlerin örnekleri var. En somut olanı da AKP’nin 2000’li yıllarda başlatıp çok hararetli bir şekilde sürdürdüğü “barış süreci”ydi. O sürecin sonuca ulaşmamasının nedeni, AKP iktidarının bunu tek başına sürdürmekte ısrarcı olmasıydı. Oysa CHP yetkilileri, o sürecin Meclis’te temsil edilen partilerin katılımıyla oluşturulacak bir Meclis komisyonunun çalışmalarıyla sürdürülmesini öneriyordu. CHP’nin o zamanki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bunun önemini, gerek AKP yönetimine gerek kamuoyuna anlatıyordu.

Eğer o girişim, sadece iktidar partisinin yönetiminde kalırsa kamuoyunda, o partinin sadece kendi siyasal hedefleriyle ilgili olduğu algısına yol açardı. O algı, öteki partilerin o girişime destek vermesini güçleştirirdi.

Oysa o konu, yurttaşlarımızın tümüne yakınını etkileyebilecek bir hedefe yönelikti. Ve Meclis’imizin çalışmalarında ona benzer hedeflere ulaşmanın, Meclis’teki partilerin katılımıyla gerçekleştirilmesinin başarılı örnekleri vardı.

***

Ancak bütün anlatımlar ve verilen örnekler, iktidar partisi AKP’nin görüşünü değiştirmeye yetmedi. Ve o girişim, AKP’nin o zamanki Demokratik Birlik Partisi (BDP) ile birlikte tek başlarına katıldığı bir süreç olarak sürdürüldü.

Başta CHP, muhalefet partileri, buna rağmen, iktidar ile BDP arasındaki o görüşmelere yönelik eleştirilerini sınırlı tuttu. Sonucun, gene de olumlu olmasını temenni ettiği izlenimini veren bir tutum izledi.

İktidar partisi ile BDP temsilcileri arasındaki görüşmeler ise o sürecin bir aşamasında, Irak’tan Türkiye’ye Mesut Barzani ve Iraklı sanatçı Şivan Perwer, Türkiye’den de İbrahim Tatlıses gibi ünlü sanatçılarımızın da katıldığı görkemli ziyaretlerle pekiştirildi. O ziyaretlerdeki gösterilerin, hem topluluk tarafından doğrudan doğruya hem de televizyon yayınlarıyla izlenmesi sağlandı. O dinletilerin sunulduğu sahneden, aynı zamanda da Abdullah Öcalan’ın, İmralı’da kendisini ziyaret eden BDP heyeti ile gönderdiği mesajlar açıklandı.

O dönemdeki barış havası içinde, Kandil’deki gruplardan, Türkiye’ye sembolik ziyaretler de yapılmıştı. Daha önceden Türkiye’ye girmeleri men edilmiş olanların yasakları da sınır kapılarında görevlendirilen yargıçların kararlarıyla kaldırılmıştı.

Özetle: İki taraf arasındaki ilişkilerin, bir barış havası içinde gelişmesi sürüyordu. Ama o gidiş bir gün geldi, birdenbire sona erdi. Çünkü iki partinin kalıcı bir barışın koşullarında anlaşmaları, mümkün olmamıştı. İkisinin de “partisel” hedefleri arasındaki farklılıkların giderilemeyeceği anlaşılmıştı. O anlaşmazlığın sonuçları daha sonraki dönemde görüldü: İktidar partisi AKP’nin yönetimi altında BDP’nin ve onun devamı sayılan partilerin yerel seçimlerde kazandıkları belediye başkanlıklarına “kayyum” atanması uygulamaları başladı ve giderek hızlandı.

***

Şimdi bugünkü “barış süreci”ne gelelim: İktidar partisinin o konudaki tutumunun, daha önceki tutumuna benzerlikleri çok. Meclis’in veya Meclis’teki diğer siyasi partilerin sürece katılması gereğini kabul etmiyor. Tek başına sürdürecek o görüşmeleri. Gerçi bu defaki sürecin başlangıcı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin girişimiyle oluşmuştu. Ama AKP’nin o konudaki üslubu da Bahçeli’ninkinden farklı. Konuyla ilgili olarak kullandığı ilk cümleler şöyle: (Hürriyet’ten)

“Demir yumruğumuzu hazır tutuyoruz.” “Şayet verilen sözler tutulmaz, sürekli oyalama, göz boyama, isim değiştirir gibi kurnazlıklar olursa günah bizden gider.”

“Devam eden operasyonlarımızı, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadan sürdürürüz.”

Bunlar, benim görebildiğim kadar, sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın konuyla ilgili olarak kullandığı ilk cümleler. Muhatabıyla, “barış hareketi” başlatmaktan çok, bir kavga arefesindeki rakibine “meydan okuma” amacını taşır gibi.

Ama üslup bir yana, bir de muhalefetin kazandığı belediyelerin başkanlarının görevine son verilip yerine kayyum atanması uygulamalarının yeniden başlaması var. Onlar da devam edip gidiyor.

Ayrıca, yazar, çizer, düşün insanı, sivil toplum aktivitisti... Yani “vurmakkırmak”la ilgisi olmayıp yazmak, çizmekle uğraşan insanlar...

Bir kısmının hapiste yattıkları süre, aylarca da değil, yıllarca sürüyor. Aralarında haksızlığı tespit edilmiş karmaşık uygulamalarla “cezalandırılmış” olanlar var. Onların durumu ne olacak, bu yeni “barış süreci” içinde... O sürecin temasları, çalışmaları arasında, o konunun da ele alındığını belirten bir haber yok.

Özetle dilerim, bu “süreç”in sonuçları da daha öncekilere benzemez.