Son birkaç yıldır yarım kalan görüşme süreçlerinden oluşan bir ‘Suriye politikası’ açmazında yaşıyoruz. Son haftalarda gördüğümüz gibi, her defasında görüşme isteği Türkiye’den geliyor. Suriye hükümeti, Türkiye’yle görüşmeye acelesi olmadığı izlenimi veren tutumunu koruyor. Rusya aracılığındaki görüşmeler de bugüne dek sonuç üretmedi. Öyleyse, nerede duruyoruz? Bu yazıda, görüşme sürecine çözümleme getirmeye çalışacağım. Bunu yaparken, günlük politikanın indirgeyici eğilimlerine olabildiğince mesafeli durarak, olası çözümün unsurlarını tartışacağım. Bu karmaşık meselede aklıselim tartışma pencerelerini açmaya ihtiyacımız var. Zira, konu hepimizi ve geleceğimizi yakından ilgilendiriyor.
Barışma olasılıkları
Konu açılınca ilk akla gelen, iki ülkenin devlet başkanlarının yakın gelecekte bir araya gelip gelemeyecekleri. Hayır, bu olası görünmüyor. Esad davete icabeten Ankara’ya ya da Türkiye’de aile tatiline gelir mi? Bu olasılık da pek zayıf. Peki, liderler görüşürler mi? Evet, olasılıkla üçüncü bir ülkede görüşürler. Esad yönetiminin Türkiye’yle görüşmeler yoluyla uzlaşı aranmaktan çıkarı var, fakat acelesi yok.
O halde soru, iki ülke arasında ‘normalleşme’nin neden tıkandığına geliyor. Çünkü, karşılıklı pozisyonlar birbirinden çok farklı. Suriye, görüşmelerin başlaması için Türkiye’nin topraklarındaki askeri gücünün çekilmesini ve bölgedeki silahlı gruplara desteğine son vermesini istiyor. Türkiye bu isteği karşılamaya hazır görünmüyor. Bir de, Suriye Kürtleri konusu var. Türkiye, Suriye’deki Kürtleri iki ülkenin bütünlüğüne yönelik tehdit oluşturan, ortak mücadele edilmesi gereken bir sorun olarak görüyor. Suriye ise bunu iç meselesi olarak mütalaa ediyor ve yeni bir çatışma alanı yaratmaktan kaçınıyor. Kuşkusuz bu denklemde ABD’nin de dikkate alınması gerekiyor. Kısacası, Suriye, Kürtlerle görüşmeler yoluyla çözüm bulmaktan yana.
Türkiye, daha çok Rusya ile İran, daha az Suudi Arabistan ile BAE’nin desteğini alarak Suriye’yle görüşme sürecini başlatmaya çalışıyor. Suriye, Esad’ın son açıklamasında gördüğümüz üzere, Türkiye’nin niyetlerine ve sürecin üretebileceği neticelere kuşkuyla yaklaşıyor. Bu nedenle, arabuluculuğa girişen Rusya’nın garantilerini almak istiyor. Türkiye, böylesi bir garantörlüğe yatkın mı? Sorunun yanıtı belirsiz. Bu ortamda Suriye, Türkiye’nin tam olarak ne istediğini anlamaya çalışıyor.
‘Normalleşme’nin olası patikasına bakalım: Suriye’nin önceden açık ve kesin mutabakatı alınmadan yapıldığı izlenimi veren ısrarlı görüşme çağrılarımız havada kalmış gibi duruyor. Bunun düşündürdüğü, görüşme girişiminin aceleye getirildiği ve zemininin titizlikle hazırlanmadığı. Apaçık görülen bu hal, Türkiye’nin iddia ettiği bölgesel ağırlığına ve saygınlığına gölge düşürüyor.
Beklenebilecek gelişmelerin yönü
Türkiye’nin ‘normalleşme’ sürecinin ardından muhalif grupları kurulacak Suriye hükümetlerine ithal ederek, Suriye’nin gelecekteki iç politikasını etkilemeyi umduğu düşünülebilir. Suriye yönetiminin bu olasılığı dikkate almadığı düşünülemez. Esad, Suriye’de yeterince uzun bir tarihi olan Müslüman Kardeşler ve bağlantılı grupların etkinliğini kabule yanaşmıyor. Kabul edecek olsaydı, Suriye’deki karışıklıkların çok erken bir aşamasında, Ağustos 2011’de Türkiye’nin baskılarına boyun eğerdi. Aslında Esad, geçmişte zayıf düştüğü bir kaç kere Türkiye’yle görüşme zemini bulmaya yöneldi. Örneğin, 2012’de Halep kırsalında çatışmalar başladığında, 2015’de İdlib cihatçı grupların eline geçerken, İŞİD/DEAŞ güçlenirken, Kürtler kuzeydoğu Suriye’de güçlenirken. Bunlar akla gelen ilk örnekler. Şimdiki şartların bulduğu kararsız dengede Suriye nüfuz alanlarına ayrılmış olsa da, artık Esad’ın ülke içinde liderlik konumu pekişmiş görünüyor. Esad, ülkemizde ve kuzeybatı Suriye’de Türkiye’nin himayesi altında yaşayan milyonlarca Suriyelinin, ‘Milli Ordu’ çatısında darmadağınık görüntü veren silahlı grupların ve nihayet on binlerce silahlı cihatçının kalıcı çözüm geciktikçe Türkiye’ye yükünün ağırlaşacağını düşünüyor olabilir. Buradan bakılırsa, Türkiye’nin içinden çıkamadığı ekonomik krizin bu yükü kaldırmakta zorlanacağı ve Türkiye’yi tavize zorlayacağı hesaplanıyor gibi duruyor.
Şimdiki duruma Suriye yıkılmış ve fiilen dörde bölünmüş durumda. İdlib, cihatçı kuluçka makinesi gibi görünüyor. Batı ülkelerinin yaptırımları sürüyor. Başkent Şam’da bile uzun süreli düzenli elektrik kesintileri var. Ekonomi dış desteğe muhtaç. Esad bakımından olabilecek en kötü senaryo olmuş, bitmiş; fakat Esad hala yönetimde. Bundan kötüsü olmayacaksa, Esad’ın Türkiye’yle uzlaşı aramak için aceleci olması gerekmeyecektir. Rusya Suriye’yi kaybetmek istemeyeceğine göre, Suriye Rusya’nın garantörlüğü olmadan görüşmelere başlamayacaktır. Bir de, Suriye Kasım ayındaki ABD seçimlerinin sonucunu görmek isteyecektir.
Türkiye’nin açmazları
Bu tablo, Şam’daki yönetim bakımından kuzeybatı Suriye genelinde ve İdlib özelinde cihatçı gruplar meselesinin Suriye’yi ilgilendirmediği, ‘Türkiye’nin sorunu olduğu’ yaklaşımını ön kabul haline getirebilir. Zira, Kürtler Türkiye için bir güvenlik meselesi olarak görülse de, Suriye bakımından askeri bir sorun oluşturmuyor. Suriye, sığınmacıları da ‘Türkiye’nin sorunu’ olarak değerlendiriyor. Adeta, ‘Bu sorunu siz teşvik ettiniz, yarattınız, alın ne haliniz varsa görün’ imasıyla konuşuyor. Bu çözümleme doğruysa, Türkiye ne yapabilir?
ABD’ndeki seçimlerin ardından ihtimalen yönetim değişse ve Suriye politikası Kürtler bakımından tadil edilse bile bu, en erken gelecek Ocak ayın sonunda ortaya çıkabilir. Bu halde bile, ABD’nin Suriye’den tamamen çekilmeyeceğini düşünmek mümkün. Rusya, dikkatini Ukrayna’dan Suriye’ye çevirebilirse daha aktif olabilir. İran’ın tutumunda kayda değer bir değişiklik beklemek için neden görünmüyor. Dolayısıyla, Suriye yönetiminin Türkiye'den istediği güvenceleri alana dek beklemeyi sürdüreceği, bunu yaparken alt düzeyli teknik görüşmeleri dışlamayacağı beklenebilir.
Türkiye’de politika yapıcıların dikkate almaları gereken bir kaç önemli konu var: İlki, görüşmeler hemen başlasa bile çözüm sürecinin yıllara yayılacağı. İkincisi, demokratik iç kamuoyu tartışması yoluyla yaratılmış asgari müştereklerimizin olmadığı. Üçüncüsü, Türkiye’nin bir ‘çözüm planı’ varsa, bunun bilinmediği. Kabul etmeliyiz ki, 2011’deki gibi ‘kervan yolda düzülür’ mantığıyla hareket ediyor görüntüsü vermeye devam ediyoruz.
Suriye konusunda yüzleşmemiz gereken asıl mesele şu olabilir: Türkiye, Suriye’de yaptığı temel hesap hatasını tekrarlıyor, bu akıldışı tutumunda anlaşılmaz şekilde ısrar ediyor ve içine düştüğü çelişkilerin ürettiği acı sonuçları ısrarla gözardı ediyor. Bunu yaparak, aslında inandırıcılığına ve saygınlığına, kendi ülke güvenliğine ve bölgesinde oyun kurucu potansiyeline zarar veriyor. Daha kötüsü, bu tutumun sürdürülebilir ve açıklanabilir yanı yok. Adeta bir çemberin içinde dönüp duran, mesafe alamayan bir halimiz var. Bu saptama doğruysa, Suriye meselesi Türkiye için can yakıcı ve aşındırıcı bir zımpara taşına dönüşebilir, kaynaklarımızı eritmeye uzun süre devam edebilir. Görüşme çağrıları yaparken, diğer yandan bunu da konuşmaya hazır olmamız gerekebilir.