İsrail’e NATO’nun kapılarını AKP açmıştı

İsrail’in terbiyesiz ve edepsiz Dışişleri Bakanı Katz önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Saddam hatırlatması yaptı, yetinmedi, Türkiye’nin NATO’dan “atılması” gerektiğini söyledi, söylemekle kalmadı, İsrailli diplomatlara bulundukları ülkelerde bu yönde lobi yapmaları talimatı verdi.

Türkiye’de de aralarında muhalif görünümlü olanlar da olan bazı gazeteciler de Katz’a sövmeye başladılar.

Haksızlar diyemeyeceğim İsrail Dışişleri Bakanı her türlü sövgüyü hak ediyor, kendisi de, Başbakan’ı da birer insan kasabı ve ne desen az.

Ancak Katz’ın Türkiye’nin NATO’dan atılmasını isteyecek kadar küstah ve bir o kadar da aptalca bir talebi dile getirmesinin yolunu açan kim!

Benden duymuş olmayın ama Türkiye’nin bugünkü iktidarı yani AKP.

İsrail NATO üyesi değil.

Ancak NATO ile yakın bir işbirliği içinde olma gayretindeydi.

Hatta NATO karargahı içinde bir de bağlantı ofisi açmak istiyordu.

Türkiye ise buna engel oluyordu.

2010’daki Mavi Marmara krizi sonrasında Türkiye İsrail’in NATO faaliyetlerine katılmasını sürekli olarak veto etti ve İsrail ne NATO karargahında ofis açabiliyor ne de NATO’nun tatbikatlarına katılabiliyordu.

Ancak ne oldu ise 2016 yılında oldu.

AKP iktidarı, 2016 yılının Mayıs ayında NATO’da İsrail’e yönelik uyguladığı vetoyu kaldırdı.

İsrail fırsatı hemen değerlendirdi, Brüksel’deki NATO karargahında ofisini açtı ve NATO’nun adı konmamış üyesi gibi davranma hakkını elde etti, NATO’nun tatbikatlarına katılmaya başladı.

AKP’nin NATO’da İsrail’e yeşil ışık yakması Türkiye’de de özellikle İslamcı kesimde ciddi tepkilere yol açtı.

İslamcı bir kuruluş olan İHH zehir zemberek bir açıklama yaparak AKP’yi suçladı ve aşağıdaki duyuruyu yayınladı:

“İsrail ile NATO arasındaki ortaklık bir yana, bu gelişmede Türkiye’nin oynadığı rol büyük bir hayal kırıklığı olarak görülüyor. Gizli görüşmelerin başlaması ardından 2012’de vetosunu kısmen geri çeken Türkiye, İsrail’in OECD’ye (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) girişinde de veto hakkını da kullanmamıştı.

NATO’nun bölge politikaları bir yana, Mavi Marmara saldırısının hesabı henüz ödenmemiş, katiller cezasını bulmamış, Gazze’ye uygulanan abluka ve saldırılar halen devam ederken Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek için gereksiz bir heves içindeymiş gibi görünmesi kamuoyunca şaşkınlıkla karşılanmaktadır. Filistin’e yönelik saldırıların hız kesmeden sürdüğü bir dönemde gelen bu jest ile, Mavi Marmara mağdurlarının hukuki mücadelesi sonucunda elde ettiği moral, hukuki ve siyasi üstünlüğü elinde bulunduran Türkiye’nin, bu üstünlüğü kullanmak yerine İsrail’e jestler yaparak pazarlıkları yürütmesi, şimdiden sıkıntılı bir dönemi işaret etmektedir. 1967’den itibaren tüm Arap-İsrail savaşlarında Arap cephesinin yanında duran ve İsrail ile ilişkileri en alt düzeye çeken Türkiye’nin, Ortadoğu’daki karışıklıklar göz önüne alındığında bugün İsrail lehine kullanılabilecek bir oluşumda rol alması tarihi bir hata olarak görülmektedir.” dedi.

OdaTv konuyla ilgili “2016 Mayıs ayında, 28 ülkeden oluşan NATO’da üyeliği olmayan İsrail’e genel merkezde daimi bir ofis tahsis edilmişti. Ofisin tahsis edilmesini sağlayan ülke ise Türkiye olmuştu. Kudüs’te, Haaretz gazetesine konuşan İsrailli üst düzey bir yetkili, NATO kararının, Türkiye’nin vetosunu kaldırmasının ardından alındığını ifade etmişti. İsrailli yetkili, bu durumu, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek için gösterdiği isteğin bir işareti olduğunu öne sürmüştü.” analizini yaptı.

Yani anlayacağınız bugün İsrail Dışişleri Bakanı ve katil Netanyahu hükümeti haddini aşan bir küstahlık içinde ise, bunun nedenlerinden biri de AKP’nin öngörüsüz ve ikircikli dış politikasıdır.

İktidarın dış ilişkilerdeki git gelli, bir ileri iki geri adımlı istikrarsız ve tutarsız politikalarıdır.

Belki de bizim hatamız buna “politika” demektir.


Devlet terörü tırmanıyor

İsrail Ortadoğu’da gerilimi bir üst perdeye taşıyor.

Gazze’deki katliamın ardından şimdi de Ürdün’e saldırdı ve Hizbullah’ın önemli isimlerinden Fuad Şükrü’yü öldürdü.

Ve aynı saatlerde Tahran’dan Hamas lideri İsmail Haniye Tahran’da kaldığı evde koruması ile birlikte katledildi.

Haniye bir dönem Türkiye’de de ikamet ediyordu ve hatta Hamas’ın geçen sonbaharda İsrail’e yönelik saldırısı sonrası Türkiye’den çıkması rica edilmişti fakat Türk yetkililer ile sık sık bir araya geliyordu. Nisan ve Haziran aylarında MİT Başkanı ile iki görüşme gerçekleştirmişti.

Nisan ayında Erdoğan ile baş başa bir görüşme yapmıştı ve Cumhurbaşkanı ile telefonda da sık sık konuştukları biliniyordu. 

Türkiye’de kalıyor olsaydı bu suikast Türkiye’de gerçekleşecekti muhtemelen ve bizim için sorun olacaktı. 

Hamas liderinin, İsrail’e yaptığı dandik saldırı ile alay konusu olan İran’ın başkentinde, bir Hizbullah yöneticisi ile eşzamanlı olarak öldürülmesi, İsrail’in devlet terörünü bir üst kademeye taşımakta kararlı olduğunu gösteriyor.

Zannederim 3. Dünya Savaşı’nı çıkarma konusunda görev İsrail’e verildi.


Türk İş Başkanı Atalay: Taşeron sorunu artık zor çözülür

Dün Türk-İş Başkanı Ergün Atalay Teke Tek Medya’yı ziyaret etti.

Epey bir konuştuk.

Konumuz elbette Atalay’ın daha önce katıldığı bir Teke Tek programında verdiği sözlerdi.

Türk-İş Başkanı o programda özellikle kamudaki taşeron işçiler sorununu çözmek için elinden geleni yapacağını söylemişti ancak o gün bugündür kayda değer bir gelişme olmamıştı.

Atalay’a bunu sordum öncelikle.

“Haklısınız. Size verdiğim, sizin aracınızla işçilere verdiğim sözleri tutamadım” dedi. Anlattı.

“Programın ardından Naci Ağbal ile bir araya geldik. Naci Bey PTT’deki 15 bin taşeron personel hariç geri kalan 30 bin personeli kadroya alalım, dedi. Kabul etmedim, 45 binini de almamız lazım dedim. Olmadı. Sonra ekonomik kriz derinleşti ardından deprem geldi. Kamunun hesapları hepten bozuldu. Şu anda da kamudaki taşeron işçi sayısı 100 bini geçti. İki katından fazlaya çıktı. Ben kısa vadede bu sorunun çözüleceğini zannetmiyorum. Bunu gündeme bile getiremeyiz artık” dedi.

Ardından asgari ücret konusunu konuştuk.

“Bizim o konuda bir söz hakkımız yok. Sadece masada bir temsilcimiz var. Siz diyorsunuz ki ‘İşçi üretimden gelen gücünü kullansın’. Kullansın da bizim üyelerimiz arasında asgari ücretli bir kişi bile yok. Ne diye kullanacağız. Ben üyelerime asgari ücret için eylem yapacağız desem üyelerim arasında asgari ücretli olmadığı için lafım boşta kalır. Devlette asgari ücretli çalışan yok. Özel sektörde çok. Sorun orada. Özel sektörde örgütlü sendikalar buna sahip çıkmalı. Biz de destek veririz. Asıl sorun orada sendikalaşma yok. Sendikalı işçi sayısı çok az. Toplasan 2,5 milyon sendikalı var. Artmıyor azalıyor sendikalı sayısı.”

Niye artmadığını soruyorum.

“Kimsenin umuru değil. Bakın siyasetçilere. Bir teki bile sendikalaşın demiyor. İktidar demiyor ama muhalefetten de böyle bir seslenme yok. Oysa sendikalaşma olması lazım. Sendika olmayınca işçi güçlü olmuyor.”

Başkan Ergün Atalay bugün işçinin en büyük sorununun enflasyon olduğunu, kamuda asgari 30 bin TL civarında olan en düşük ücretlerin hızla eridiğini ve zamların hızla eridiğini, açıklanan enflasyona ise işçinin inanmadığını anlattı.

Tam da dün Türk-İş’in açlık ve yoksulluk sınırı araştırmaları yayınlandı.

“Ben öncesinde görmem bile. Araştırır, bulur yayınlarlar haberim bile olmaz” dedi.

Açlık sınırı 19 bin, yoksulluk sınırı ise 60 bin TL olmuştu.

Çalışanların neredeyse tamamı yoksulluk sınırının altında idi.


Üzücü bir ölüm 

Çok üzücü bir ölüm haberi daha aldık sabah sabah. 

Değerli Genco Erkal’ı kaybetmişiz. 

Bir süredir kanser ile boğuşuyor ama yaşam sevincinden ödün vermiyordu.

Hiçbir anda ve hiçbir anlamda ödün vermeden, kendine yakışır biçimde gitti. 

Kendisi ile 1970’lerin ortasında bir yerde, Kabataş’ta bir öğrenci evinde tanışmıştım. 

DGSA talebesi gençlerle sohbete gelmişti. 

Sonra pek çok oyunda izledim. 

Galiba ilki annemle babamın arasında oturup izlediğim Aslan Asker Şvayk’tı ya da Asiye Nasıl Kurtulur. Tam emin olamıyorum. 

Galileo Galilei, Bir Delinin Hatıra Defteri, Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi, Kafkas Tebeşir Dairesi…

Gidebildiğim her oyununa gitmeye çalıştım. 

Alt katımdaki dairesinde ise uzunca bir zamandır oturmuyordu. 

Belki gelir diye apartman toplantılarına gidiyordum, görüp iki kelime konuşurum umuduyla. 

Müthiş bir sanatçı, daha önemlisi müthiş bir insandı. 

Yeri kolay kolay doldurulamayacak insanlar birer birer gidiyor. 

Arkalarında üzücü bir boşluk bırakarak. 

Ya biz yaşlanıyoruz diye bize öyle geliyor ama sanki dünya giderek vasatlaşıyor.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

En fazla Nobel ödülü almış millet kendini bir kasaba yönettirmediği zaman.