İsmail Heniye Tahran’da bir suîkast neticesinde şehit edildi. İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın kutlama törenlerine katılmak için Tahran’daydı. Bu suikast, Beyrut’ta Hizbullah’ın en yüksek rütbeli komutanlarından birisi olan ve şu ana kadar ölüp ölmediği kesinliğe kavuşmamış olan Fuad Şükrü’ye karşı yapılan saldırıdan hemen sonra gerçekleşti. (Muhtemelen o da hayâtını kaybetti).
Bu cinâyetlerin fâilinin İsrâil olduğu, tartışmaya meydan vermeyecek kadar âşikâr. Ama bu kadarla yetinmek resmi eksik bırakmak olur. Kendi nam ve hesâbıma, işin içinde ABD’nin de olduğunu düşünüyorum. Değerlendirmeye, Netanyahu’nun son ABD ziyâreti ile başlamak en doğrusu olur. İnsanlığın utancı olan bir Kongre celsesinde Netanyahu, yalanlarla dolu bir konuşma yaptı. Cumhûriyetçilerin neredeyse tam kadro, Demokratların ise kısmen mahçup, kısmen hesaplı bir şekilde yarı yarıya yer aldığı bu içtimâda, çocuk ve kadın kâtili, savaş suçlusu Netanyahu’yu bir omuzlarına almadıkları kaldı. Konuşması çoşkulu bir şekilde sık sık alkışlandı. Moral depolayan Netanyahu, sırasıyla Biden ve Trump ile görüştü. Biden artık bir siyâsî mevtâ olduğu için bunun üzerinde durma lüzûmu hissetmiyorum. Kamala Harris, ABD’nin İsrâil siyâsetlerinden rahatsız olan Hispanik, Latin kökenli ve siyâhî oyları kaybetmemek için Netanyahu’dan uzak durdu. Yahudî oylara gözünü diken Trump ise İsrâil’in siyonist siyâsetlerine olan desteğini en yüksek perdeden dile getirdi. Netanyahu’nun ABD ziyâretinden gelen haber ve resimler, İsrâil’in suikastlarının habercisiydi. Anladık ki, ABD’nin İsrâil’e olan desteği, ister Kamala Harris seçilsin, ister Trump, herhangi bir kesintiye uğramayacak; gönüllü (Trump) olsun, mızmızlanarak olsun (Harris) devâm edecek. (Kamala Harris’in kocasının da bir Yahudî olduğu unutulmamalı). Netanyahu’nun mutantan ziyâreti esnâsında, muhtemelen daha derinlerde, İsrâil ve Pentagon’un karanlık isimleri, kapalı kapılar arkasında işbaşındaydılar ve bu suikastların ve sonrasında neler yapılacağının plânları üzerinde çalışıyorlardı. Nitekim Beyrut saldırının hemen sonrasında Blinken’ın mutlak sûrette İsrâil’i destekleyeceğini ifâde etmesinin ardından Doğu Akdeniz’deki ABD donanmasına âit gemiler harekete geçti ve Lübnan açıklarına yerleşti.
Anlaşılıyor ki, içeride ve Gazze’de sıkışan Netanyahu’nun savaşı büyütmekten ve İran ile kesin bir hesaplaşmayı başlatmaktan başka bir çâresi kalmadı. Bu, tıpkı köpekbalıklarının durumuna benziyor. Bu yırtıcılar için çekilmiş belgesellerden herhangi birini seyretmiş olanların kolaylıkla bilebileceği üzere, köpekbalıkları hayat boyu hareket etmek, yüzgeçlerini çalıştırmak zorunda. Eğer dururlarsa ölüyorlar. Netanyahu da, sıkışmışlığı içinde aynı şeyi yapmak zorunda. Eğer durursa, İsrâil’e ne olur bilmem ama kendisinin biteceği âşikâr. Onun için kimse Gazze’de bir ateşkes beklemesin. Buna Çin’in büyük diplomatik zaferi gibi ilân edilen, FKÖ ile HAMAS’ı uzlaştırdığı söylenen gayretleri de dâhil. Savaş durmayacak; dahası büyüyecek. Gazze’de, neredeyse bir sene geçmesine rağmen istediğini elde edemeyen Netanyahu ve siyonist-faşist kadroların savaşı yaymaktan başka çâresi kalmadı. Lübnan, Sûriye ve Irak toprakları doğrudan bu savaşın yayılma sâhasına işâret ediyor.
İsrâil’i, ABD ile Yakın Doğu’da bu kadar rahat hareket etmesine imkân sağlayan iki temel unsur olduğunu düşünebiliriz. İlki, Rusya ve Çin’in bu coğrafyaya uzak düşmesi ve önceliklerinin, başta Kuzey Kutbu, Avrasya ve Pasifik olmak üzere başka coğrafyalardaki değişkenlere göre belirlenmiş olması. Evet, bu coğrafyanın ne kadar hayâtî olduğunu biliyorlar. Çin’in İran açılımını ve Arap-Fars barışı için gösterdiği gayretleri biliyoruz. Diğer taraftan, Rusya’nın İran ile geliştirmiş olduğu stratejik ve askerî yakınlığının ve Sûriye’deki varlığının da farkındayız. Ama bunlar, Çin ve Rusya’nın, Yakın Doğu coğrafyasına gövdeleriyle müdâhil olmasına kâfi gelmiyor. Yanan coğrafyayı uzaktan tâkip ediyor, bu coğrafyada kendileri için yeni bir cephenin açılmasını istemiyorlar.
Diğer unsur ise, Arap âleminin İsrâil’e, âmiyâne tâbirle “kilitlenmiş” olması ve bilhassa Suudî Arabistan’ın bugüne kadar hareketsiz kalması. Trump seçimi kazanırsa bu durumun daha da pekişeceğini şimdiden öngörmek mübalağa olmayacaktır.
İçeride de çok sıkışan İran rejimi, başat hedefin kendisi olduğunun farkında. Kâsım Süleymânî’nin öldürülmesinden başlayarak bugüne kadar hep bu tahriklere kapılmamak için çok gayret sarf etti ve sayısız tâviz verdi. Ama her defâsında psikolojik olarak kaybetti ve zayıfladı. Heniye suikastıyla, misâfir ettiği bir lideri bile koruyamayan devlet konumuna itildi. İsrâil ile olan husûmet temelli denge siyâsetini artık devâm ettiremiyor. Şartlar İran’ın aleyhine işliyor. Lübnan’dan başlayarak dalga kendisine doğru geliyor. Bunu istediği şekilde bertaraf etmesi artık neredeyse imkânsız.
Tabiî ki bizim için başta gelen husus, Türkiye’nin bu senaryoda nelere muhatap olacağı. Türkiye, artık kâğıt üzerinde kaldığı belli olan NATO üyeliğini, eğreti bir şekilde devâm ettiriyor. Sâhadaki gelişmeler ise tam aksini söylüyor. CENTCOM’un PKK desteği artarak devâm ediyor. Dedeağaç’tan başlayarak, Doğu Akdeniz’de, ABD ve başta Fransa olmak üzere AB güdümlü bir muhasara altındayız. İsrâil-Yunanistan-Güney Kıbrıs ittifâkı bu muhasaranın açık unsurları. Arap dünyâsı ile ilişkiler henüz istenen seviyede düzelmiş değil. Sûriye’de İran ve Rusya ile karşı safta yer alıyoruz... Avrupa’da başlamak üzere olan sağ popülizm sağanağı, Rusya-Ukrayna savaşında tâkip ettiğimiz tarafsızlık siyâsetini görece rahatlatabilir. Ama bu sağanağın ciddî bir oranda İsrâil yanlısı olduğunu unutmamak gerekiyor. (“Dostumuz” Macar Orban’ın bu husustaki açıklamalarına bakınız). Kafkasya’da ise Ermenistan hâlâ barış anlaşmasını imzâlamadı. NATO, gövdesiyle Ermenistan’a giriyor. Orada da İran ile farklı konumlardayız. Ama en kritik husus, “can kardeşimiz” Azerbaycan ile İsrâil’in derin yakınlığı.
Türkiye, Gazze savaşının başından beri İsrâil’e karşı haklı, onurlu bir siyâset yürüten tek NATO mensubu devlet. Heniye cinâyetini de en yüksek seviye ve ağır perdeden lânetledik. İsrâil’in bunun altında kalmayacağını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Evet, bu perdede hedefte İran var. Ama ikinci perdede bunun Türkiye olacağı muhakkak. Yukarıda işâret ettiğimiz hususları bu muhtemel hesaplaşmanın zeminini ortaya koymak için yazdık...