1996'da kurulan Refahyol dönemindeki Türkiye - AB ilişkilerini özetleyen şahane bir karikatür vardır.
1990'ların ortasında Türkiye AB'ye aday mı değil mi tartışmaları, Türkiye'nin aile fotoğrafında yeri var mı yok mu metaforu üzerinden giderdi. Malum AB liderleri toplantılarının ardından "aile fotoğrafı çektirirlerdi. İşlevsel bir demokrasiye sahip olmayan, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman bir ülke olan Türkiye'nin Avrupa ailesine ait olmadığını düşünenler çoktu.
Şimdi olduğu gibi Türkiye'ye demokrasi gömleğini XL bulanlar da AB'den hazzetmezlerdi.
Karikatürde, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, AB liderleri ile birlikte poz verirken, yanında duran Başbakan Necmettin Erbakan ise kameraya sırtını dönmüş şekilde çizilmişti. Çiller'in baloncuğunda yanlış hatırlamıyorsam "Ama hocam lütfen" türünden bir sitem vardı.
Şu aralar, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in Kıbrıs harekâtının 50. yıldönümü vesilesiyle gittiği KKTC'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la göründüğü fotoğraf karesi tartışıldı. Meselenin iç siyaset boyutuna bu aşamada girmeyeyim.
Ben ana muhalefet liderinin bir başka fotoğraf karesini gündeme getirmesini, Türkiye'nin Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) zirve fotoğrafında neden olmadığını sorgulamasını beklerdim.
Otokratlarla poz verme hevesi
Son iki aydır süren zirveler zinciri, İngiltere'de yapılan AST zirve toplantısı ile son buldu. Cumhurbaşkanı İtalya'daki G20 zirvesine katılırken, Dışişleri Bakanı Çin'e yaptığı ziyaretin ardından, BRICS ülkelerinin Rusya'da yaptığı dışişleri bakanları toplantısına katıldı.
Yine Erdoğan, Washington'daki NATO zirvesine gitmeden önce Şangay İşbirliği Teşkilatı'nın Astana'daki (ŞİT) zirvesine katıldı. Yaptığı açıklama ile bu otakratlar kulübüne üye olmak hevesinden vazgeçmediğini de yineledi.
Zirve sırasında "dostum" dediği Rusya lideri Vladimir Putin'le yan yana poz verdi. Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp'in yazısında vurguladığı gibi, bu görüşmeden kısa bir süre sonra, Rusya Kiev'de bir çocuk hastanesini vurdu. Gazze için ortalağı kaldıran Türkiye'den tabii ki manalı bir ses çıkmadı.
Türkiye demokratik ülkeler grubunun aile fotoğrafında yok
Değişen jeostratejik ortamda, Türkiye'nin ŞİT ve BRICS gibi oluşumlarla ne türden bir ilişki biçimi içinde olması gerektiği tartışılır. Sonuçta Türkiye'nin elbet aralarında komşularının da olduğu diktatörler ve otokratlarla çalışmaması, ilişki kurmaması söz konusu olamaz. Ama işte; ilişki biçimi önemli. "Ekonomik ilişkilerimi geliştireceğim, bu örgütlerin içinde Türk Cumhuriyetlerinin yanında durup, Rusya ve Çin'e karşı denge oluşturacağım" gibi bazı argümanlarla, sınırlı bir ilişki biçimi tutturmak var, bir de "aidiyet" ilişkisiyle bu oluşumlara yaklaşmak var. Bu diktatörler ve otokratlar kulübüyle aynı karede yer almak için can atılırken, demokratik ülkeler grubunun fotoğraf karesine tenezzül edilmemesini, Türkiye'de hak, hukuk, demokrasi mücadelesi veren muhalefetin gözden kaçırmamas, hafife almaması gerekir.
Evet, Batılı demokrasilerin yatacak yeri yok. Peki sırtımızı dönerek mi yöneteceğiz ilişkilerimizi? "Bak sonra otokratlarla bir olurum" diye tehdit edip, ciddiye alınacağımızı mı sanacağız? Demokratik ülkeler grubunun içinde yer alarak, içinden eleştirmek var; bir de dışardan atıp tutup ahkam kesmek var.
Kaldı ki; Türkiye'nin AST zirvesine katılmamasını muhalefet pek çok farklı yönden eleştirebilirdi. İktidardan iyi haber alan kaynaklara göre, Erdoğan, geçtiğimiz haftalarda zaten benzer zirvelere katıldığı için AST zirvesine gitme lüzumu görmemiş. Bir de tabii zirvenin yapılacağı yerin imkanlarının kısıtlı olması nedeniyle heyetlerin sayısının düşük tutulması da gitmeme kararında önemli rol oynamış.
Yüce reis dört uçak olmadan seyahat edemediği için Türkiye'nin çıkarları açısından önem taşıyan bir zirveye gitmeme şuursuzluğunu yere vurmak gerekmez mi?
Muhalefetin ayrıca Avrupa'ya "Erdoğan kendisini demokrasi kulübünün bir parçası olarak görmeyebilir, ama biz Türkiye'yi demokrasi ailesinin bir parçası olarak görüyoruz," mesajını da vermesi gerekirdi.
Özel'den KKTC mesajları
Özgür Özel'in KKTC'deki tartışmalı fotoğraf karesiyle başladım. Yazıyı KKTC'de verdiği mesajlarla bitireyim.
Kıbrıs basınından Yeni Düzen Gazetesi Özel'in şu üç mesajını öne çıkarmış:
"Erdoğan'ı oy oranı her geçen gün artan CTP ile diyaloğa davet ediyorum.
Türkiye'ye alınmayan Kıbrıslı Türkler konusunu Erdoğan'a ileteceğim.
CHP olarak biz Kıbrıs Türkünün evet demediği hiçbir şeye evet demeyiz.
Biz her zaman müzakereden ve çözümden yanayız."
Çok yerinde mesajlar. Tabii bunları Erdoğan'a ne ölçüde iletebildi önemli. Bir kulaktan girip diğerinden çıktıysa, üstüne Erdoğan, "genel seçimlerde köy köy gezip benim için oy isteyen büyükelçim, seni karşılamaya gelmemiş, ayıp etmiş" demediyse; ben ne anladım normalleşmeden?