Amerika için iyi olan bizim için de iyi olur mu?

Joe Biden’ın baskılara direnemeyerek adaylıktan vazgeçmesi dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de genel bir memnuniyetle karşılandı. Kibri, üslubu, cinsiyetçiliği ve tabii ki İslam karşıtlığı nedeniyle nefret objesine dönen Donald Trump karşısında şansı olabileceği düşünülen Kamala Harris’in önce Biden, hemen ardından Demokrat Parti’nin ileri gelenleri tarafından aday gösterilmesi gönülleri ferahlattı.

Harris’in cinsiyeti, yaşı, başarılarla dolu geçmişi, güldüğünü anlarda iyice ortaya çıkan karizması, biraz da savundukları ve temsil ettikleri hakkında çok şey bilmeyenleri bile rahatlattı. Bana öyle geliyor ki seçim Amerika’da değil Türkiye’de yapılsa Harris daha ilk turda başkan seçilir, sonra da gider Amerika’yı yönetirdi. Pragmatik nedenlerle Trump’a yakın duruyormuş gibi yapan kanaat önderleri dahi oyunu Harris’e verirdi.

Ama seçim ne yazık ki Türkiye’de değil Amerika’da yapılıyor ve bizim adayları duruşlarına göre tasvip etmek dışında hiç bir tercih hakkımız bulunmuyor. Ayrıca Harris’in partinin başkan adayı olarak gösterilip gösterilmeyeceği de henüz bilinmiyor. Her ne kadar partisinin çoğunluğunun kendisini desteklediği söylense de Ağustos başındaki parti kongresine kadar başka aday adaylarının çıkma olasılığı dışlanmıyor.

Ancak Harris’in en güçlü aday adayı olduğu gerçek. Yanına güçlü bir başkan yardımcısı adayı bulursa Trump karşısında Biden’a göre şansı çok daha fazla. New York Times en az beş olası başkan yardımcısının adını şimdiden saymış. Bir çok Amerikalı yorumcu da Harris’in zaafiyetlerini, Trump’ın onu Biden politikalarına destek vermekle suçlayacağını, kamuoyu yoklamalarında çok gerilerde yer aldığını vurgulamış.

Fakat siyasette üç ay uzun bir süre. Seçmen fikrini değiştirebilir. Amerikalı milyarderler düzen bozulmasın diye Harris’e kimseye vermedikleri mali desteği verebilir. Trump hakkında yeni iddialar ortaya atılabilir. ABD seçim sisteminin şahsına münhasır özellikleri nedeniyle de Trump’dan daha az oy alsa dahi Harris seçilebilir. Ve böylece Biden döneminin politikaları içeride de dışarıda da sürdürülebilir.

Amerika liberal anlamda özgürlükçü bir ülke olarak kalır. Yoksullar da sağlık sisteminden yararlanır. Kadın bedeni üstünde tahakküm kurmaya çalışan, kürtaj hakkını kısıtlamak için çaba harcayan anlayış zorlanır. Trump, hakkında açılan davalardan bazılarından hüküm giyer. MAGA akımı büyük olasılıkla tarihe karışır. Washington’u ziyarete gelen dünya liderleri de aşağılanma endişesi yaşamaz.

Ama Amerika’nın dış politikası, dünyaya bakışı, rekabet anlayışı değişmez. Ukrayna’daki savaş Rusya hırpanlansın, yeni bir Afganistan yaşasın diye bitmez. Avrupa üstünde İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kurulan ipotek kalkmaz. AB otonom bir strateji geliştirsin istenmez. Çin yine Tayvan üstünden yönetilir, tansiyon canlı tutularak bölgedeki Amerikan hegemonyası korunur. Arap dünyası da hep olduğu gibi yine bir şekilde yönlendirilir.

Olasıdır ki Harris Dışişleri Bakanlığı’na danışmanlığını da yapan ve Türkiye’yi yakından tanıyan Phil Gordon’u atar ya da bundan 16 yıl önce Suat Taşpınar’la Brookings’deyken yazdığı kitapta Türkiye’yi yeniden kazanalım diyen Gordon ABD ulusal güvenlik mekanizması içinde başka önemli bir göreve getirilir. Ancak günümüzün değişen koşullarında, Rusya’nın ve İran’ın Suriye’de yer aldığı bir denklemde PKK’ya verdiğimiz desteği keselim der mi bilinmez.

Gerçi Trump’ın ve onun atayacağı Dışişleri Bakanı’nın da ne yapacağı, ülkesinin Türkiye ile olan sorunlu ilişkilerini düzeltmek için çaba harcayıp harcamayacağı belli olmaz. Ama statükoyu sarsırcı adımlar atacak olması Türkiye açısından fırsatlar doğurabilir. Ukrayna’daki savaşın bitmesi için göstereceği ve muhtemelen Rusya’nın da karşılık vereceği inisiyatifler üstümüzdeki ya taraf seç ya da yaptırıma razı ol” baskısının hafiflemesine yol açabilir.

Ben ne Trump seçilsin derim ne de Harris. Zaten demem ve isteme de bir şey değiştirmez. Fakat ülkemin ve içinde yaşadığım eko-sistemin sadece Amerika’nın değil dünya siyasetinin de akışını, hatta geleceğini etkileyebilecek bu seçimi yakından takip etmesini, kendisini önyargılardan ve gereksiz beklentilerden kurtarmasını isterim. Unutmayalım ki Amerika için iyi olan, iyi olacağını düşündüğümüz şey bizim için iyi olmayabilir.

Diğer yandan Amerika’da başkan kim olursa olsun Türkiye tıpkı bundan önce olduğu gibi bundan sonra da bu ülkeyle olan ilişkilerini, ilişkilerindeki sorunlarını yönetmenin bir yolunu bulur. Yeter ki Amerika’yı doğru okuyalım, onu sadece dışarıdan değil içeriden etkilemek için de çaba harcayalım. Düşünce kuruluşlarının, üniversite merkezlerinin, lobi gruplarının, etnik azınlıkların imkanlarından yararlanmayı önemseyelim. Daha önce yaptıklarımıza benzer şekilde fuzuli sorunlar çıkartmayalım. Geri adım atmak zorunda kalacağımız krizleri yönetmek amacıyla tırmandırmayalım…