Pek çok yorumcunun üzerinde birleştiği üzere, bir savunma ittifakının 75 yıl ayakta kalabilmiş olması, neresinden bakılırsa bakılsın o ittifakı oluşturan ülkeler açısından bir başarı öyküsüdür.
NATO’nun önceki gün Washington’da başlayan ve 75’inci yıldönümünün de kutlandığı zirvesi, öncelikle ittifakın sürekliliğini, kurumsal istikrarını simgeliyor. Askeri ittifakların ömrü anlamında tarihte örneğine az rastlanan bir yapıdan söz ediyoruz.
Gerçekten de önceki gün Washington zirvesinin açılış töreninin, İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında 4 Nisan 1949 tarihinde NATO’nun kuruluş antlaşmasına imzaların atıldığı gösterişli mekanda düzenlenmesinin muazzam bir sembolizmi vardı.
O tarihte ‘Andrew W. Mellon Auditorium’un büyük salonunda “Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü”nü (NATO) kuran metnin altına imza koymak üzere toplam 12 ülkenin devlet ya da hükümet başkanları bir araya gelmişti. Önceki gün ise aynı salonda ‘aile fotoğrafı’ çektirmek üzere podyumda üç sıra halinde dizilmiş olan liderler toplam 32 ülkeyi temsil ediyordu.
*
NATO’nun belki de en önemli yönlerinden biri, izlediği açık kapı politikası ile zaman içinde dalgalar halinde genişlemesi olmuştur. Örneğin, Türkiye ve Yunanistan 1952 yılındaki birinci genişleme dalgasında yer alan iki ülkedir.
En büyük genişleme evresi, Soğuk Savaş’ın bitiminden sonraki dönemde gerçekleşmiştir. 1990’lı yılların sonlarından itibaren muhtelif aşamalar halinde Avrupa kıtasından toplam 16 yeni ülke katılmıştır ittifaka.
Kuşkusuz, sürekli genişlemesi, NATO’nun on yıllar boyunca hakkındaki bütün tartışmalara rağmen bir çekim merkezi olma vasfını koruduğu olgusunun altını çiziyor.
Son olarak 2022 yılı şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali üzerine Finlandiya ve İsveç’in üye olmak üzere hemen NATO’nun kapısını çalmaları ve ittifakın koruyucu şemsiyesi altına girmek istemeleri, NATO’nun işlevselliğini bütün çarpıcılığıyla göstermiştir.
Keza, Ukrayna’yı işgali sonrasında Rusya karşısında NATO’nun kuvvetli bir dayanışma sergileyebilmiş olması, yine ittifak açısından kayda değer bir başarıya işaret ediyor.
*
Evet, buraya kadar işin NATO cephesindeki artılarını vurguladık. Madem bu muhasebe yapılıyor, o zaman ittifakın 75’inci yıldönümüne rastlayan bir zirvenin bu zamanlamayla orantılı bir coşkuya sahne olması gerekmez miydi?
Kabul edelim ki dün aile fotoğrafı çekilirken podyumdan ortalığa yayılan atmosfer, bu açıdan insanları karışık düşüncelere sevk eden oldukça ironik bir tabloya işaret ediyordu.
Çünkü herkesin dikkati NATO’nun 75’inci yıldönümünün anlamından çok, ittifakın en önemli müttefiki durumundaki ABD’nin başkanı olan şahsın sahnede yürürken sendeleyip sendelemeyeceğine, daha sonra konuşmasını yaparken sözlerini karıştırıp karıştırmayacağına çevrilmişti.
Galiba aile fotoğrafının bu altyazısı Washington zirvesinin herhalde en çok iz bırakacak yönlerinden biri olarak hatırlanacaktır.
Tabii, Biden ilk günü kazasız atlatmış görünse de, zirvenin üç gün süreceğini, kendisinin projektörlerin karşısına çıkacağı başka toplantılar, yemekler ve konuşmaların olacağını bir ihtiyat payı olarak bırakmak gerekir.
*
Aslında Demokrat adayın şahsında yaşanan bu durumla 75 yılı geride bırakan ittifakın bundan sonra nereye gideceği sorusu arasında çok yakın bir ilişki var. Daha doğrusu Biden’ın sıkıntılı görüntüsü, ABD’nin önümüzdeki dönemde NATO karşısında nasıl bir yönelişe gireceği sorusuyla da iç içe geçmiş bulunuyor. Bir dizi nedenden dolayı...
Birincisi, Demokrat Başkan’ın bu NATO zirvesini sağlığının ve muhakemesinin yerinde olduğunu göstermek, bu şekilde Amerikan kamuoyunu, öncelikle de kendi parti tabanını adaylığı konusunda ikna etmek, uluslararası camiaya da aynı mesajı vermek için bir zemin olarak kullandığı aşikâr.
Biden, bundan iki hafta önce Cumhuriyetçi aday Donald Trump ile çıktığı ve televizyonlardan canlı yayınlanan münazarada vahim ölçülerde yalpalamasının kendisiyle ilgili tetiklediği yaygın tereddütleri, soru işaretlerini dağıtmaya çalışıyor.
Münazara bu zirveden sonra düzenlenseydi, NATO zirvesi Biden açısından muhtemelen bu ölçüde benzer bir sınava dönüşmeyecekti.
*
Biden’ın fiziki olarak zayıf görüntüsüne ve partisinden gelen bütün çağrılara rağmen adaylıktan çekilmemek konusunda ısrar etmesi, anketlere de yansıdığı üzere Cumhuriyetçi aday Trump’ın önümüzdeki kasım ayında yapılacak olan başkanlık seçimini kazanma olasılığını belirgin bir şekilde yukarı çekiyor.
Kuvvetle muhtemeldir ki, önceki gün aile fotoğraf çekilirken Biden’ın yanında ve arkasında dizilen NATO liderlerinin çoğunun zihninde Demokrat adayın bu tartışmalı durumu ve Trump’ın seçilmesi ihtimalinin ittifak açısından ne anlama geleceği sorusu asılıydı.
Bu anlamda Biden’ın görüntüsü, Trump’ın önünü açtığı oranda daha şimdiden ittifakın geleceği ile ilgili potansiyel bir kırılganlığın da işaretlerini taşıyordu.
*
Bunun nedeni yeteri kadar açıktır. Cumhuriyetçi aday, Trump 2016 kasım ayında seçildikten sonraki dört yıl süren başkanlığı döneminde NATO karşısında kendisinden önceki bütün ABD başkanlarından farklı bir tutum sergilemiştir.
Trump, NATO’dan çıkmayı telaffuz etmemiştir ama ittifaka karşı genellikle eleştirel, sorgulayıcı bir çizgi ortaya koymuştur. Ayrıca Rusya lideri Vladimir Putin ile ilişkisi de ABD ‘müesses nizamı’nın genellikle kaşlarının kalkmasına yol açmıştır.
Zaten yakın bir zamanda seçim kampanyası sırasında NATO ile ilgili yaptığı bir çıkış seçildiği takdirde izleyeceği politika bakımından yeteri kadar fikir vericidir.
Cumhuriyetçi aday, geçen şubat ayında South Carolina’daki bir parti toplantısında yaptığı açıklamada ittifaka karşı mali taahhütlerini yerine getirmeyen bazı NATO müttefiklerinden şikayet ederek, bu durumdaki NATO ülkelerini “Rusya’nın saldırısına uğramaları halinde korumayacağını” söylemişti.
Trump, aynı açıklamada sözlerine devamla, “Rusya’yı da bu ülkelere ne istiyorsa yapmaya teşvik edeceğini” de belirtmişti.
Bu beyanlar NATO çevrelerinde ve Avrupa ülkelerinde ciddi bir tedirginlik yaratmıştır.
Trump’ın Biden’la çıktığı son münazarada da NATO konusunda yine eleştirel bir bakış yansıtması, ayrıca seçildiği takdirde göreve başlamadan Ukrayna savaşını sona erdireceğini ifade etmesi, kendisiyle ilgili endişelerin iyice su yüzüne çıkmasına neden olmuştur.
*
Trump’ın seçilmesi, gelinen noktada artık kuvvetle ele alınması gereken bir ihtimaldir. Seçilmesi halinde NATO’dan çıkmak yönünde adımlar atmasa da, ittifak içindeki yerleşmiş düzeni belli ölçülerde sarsacak hamleler yapması şaşırtıcı olmayacaktır. Ukrayna savaşında Rusya karşısında alabileceği tutum şimdiden tartışma konusudur.
Trump liderliğindeki bir ABD’nin, Avrupalı NATO müttefiklerini güvenliklerinin geleceği konusunda yoğun bir tartışmaya itmesi kaçınılmazdır. AB içinde bir süredir “Avrupa’nın stratejik özerkliği” tartışmalarının yürütülmekte olduğu, ayrıca AB’nin güvenlik alanında nasıl bir kimlik kazanacağı konusunda “Stratejik Pusula” başlıklı çalışmaların yapıldığı hatırlardadır.
Bu noktada bütün önde gelen strateji uzmanlarının üzerinde birleştikleri bir yönelişi de hesaba katmalıyız. Dünya ekonomisinin ağırlığı başta Çin olmak üzere Asya’ya kayarken, ABD de yeni küresel rekabet ortamında dikkatlerini artık daha çok Asya’ya çeviriyor.
Böylesine köklü bir küresel değişim sürecinde, ABD’deki başkanlık seçimlerinden bağımsız olarak da, Avrupa’nın kendisini zaten yeni duruma uyarlaması gerekecektir.
Dolayısıyla NATO’nun 75’inci yıldönümü ittifakın geleceğine dönük olarak bu soruları gündeme getirmesi açısından da önem taşıyor. Bütün bu muhtemel değişimlerin Türkiye’ye dönük sonuçları üzerinde şimdiden kafa yormaya başlamak zamanı gelmiştir.