CHP'ye en az güven duyulan konu dış politika

Reform Enstitüsü'nün "Üç ay sonra 31 Mart tablosu kalıcı mı?" araştırmasının sonuçları dış politika açısından ilginç bir veri sunuyor.

Ülkeyi CHP mi AK Parti mi daha iyi yönetir sorusu alt başlıklarla yöneltildiğinde, mülteciler, hukuk ve adalet gibi konularda katılımcılar açık ara CHP'nin daha iyi yöneteceğini belirtmişler. 

Özellikle mülteciler konusunda CHP'nin tam bir üstünlüğü var. Yüzde 50,5 CHP AK Parti'den daha iyi yönetir derken yüzde 28,3 AK Parti CHP'den daha iyi yönetir demiş.

Yanıt verenlerin yüzde 45,6'sı ekonomiyi CHP daha iyi yönetir derken, bu oran AK Parti için yüzde 33,1'de kalmış.

12 konudan dördünde; milli güvenlik, dış politika, altyapı ve ulaşım ile sağlıkta çoğunluk AK Parti'nin daha iyi yöneteceğini söylemiş. CHP 36,8 ile dış politikada en düşük puanı almış. Ak Parti Türkiye'yi dış politikada CHP'den daha iyi yönetir diyenlerin oranı 44,1. 

Sığınmacı sorunu dış potilika ile bağlantılı

Burada muazzam bir çelişki var. Türkiye'de mülteciler diye bir sorun varsa, onun kaynağında AK Parti'nin başta Suriye olmak üzere on yılı aşkın süredir izlediği hatalı dış politika var. Ve eğer mülteci sorunu çözülecekse, bunun yolu çok dikkatli, özenli, isabetli bir dış politika izlemekten geçiyor. 

Çünkü seçmenin "mülteci" sorununun çözümünden, 3,5 milyon Suriye'linin Türk toplumuna entegre edilmesini anladığını, "bunu yaparsa en iyi CHP yapar" dediğini hiç sanmıyorum. 

Genel anlamda çözümden kasıt, mültecilerin geri dönmesi. Hepsi değilse de mümkün olan azami miktarda Suriye'linin ülkelerine dönmelerinin yolu ise çok karmaşık bir süreçten geçiyor. Zaten bu çetrefil düğümü yaratan AK Parti'nin kendisi.

Bu düğümü çözebilmek için Şam'la diyaloğa geçerken, bir yandan Beşar Esad'ı onun terörist olarak gördüğü muhaliflerle uzlaşmaya ikna etmek; bunu yaparken, PKK'nın Suriye Kürtlerinden ayrışmasını sağlamak; PKK'yı zayıflatmak; bunun için bir yandan Washington'la masaya otururken, diğer yandan Rusya ve İran'ı kollamak, mültecilerin geri dönüşünü kolaylaştıracak maddi imkanlar için AB'yi de sürece dahil etmek gibi çoklu denklemler var. Bu çoklu denklemlerde farklı aktörlerin farklı çıkarlarını doğru okuyup bu aktörleri kendi pozisyonuna getirebilmek için doğru stratejileri belirleyebildiği ölçüde CHP mülteci sorununu çözme yolunda ilerleme kaydedebilir.

Öte yandan Suriye'yi bir yana bırakırsak, ideolojik gözlükle değil, sübjektif olarak bakan pek çok uzmanın, AK Parti'nin dış politika bilançosunu bu kadar zayıf gördüğü bir ortamda CHP'nin dış politikada güven vermemesini nasıl açıklamalı?

Örneğin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, dış politikada yapılan hataların net itirafı anlamına gelen meşhur u-dönüşlerinin, seçmen nezdinde "pragmatizm" şeklinde görülüp, olumsuz algı yaratmadığını varsayabilir miyiz? 

Bir boyut da şu ki, sığınmacılar hariç, dış politikadaki hatalar vatandaşın gündelik hayatına kısa vadede elle tutulur şekilde etki etmiyor; kendisini hemen hissettirmiyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iç politikada kazanımlar elde etmek için bazen bilinçli olarak Avrupa ile çıkardığı krizler, Batılı liderlere kafa tutan lider imajı seçmenden puan topluyor. Ancak bu krizlerin, bu kafa tutmaların aslında dönüp dolaşıp Türk ekonomisine, Türkiye'nin dünyadaki itibarına verdiği "elle tutulamayan, gözle tam görülemeyen" dolaylı zararları fark edilmiyor.

Erdoğan'ın her Batılı liderlere orantısız çıkışları, aslında ülke olarak bizim daha yoksullaşmamızda dolaylı bir rol oynadı. Bir keresinde yazmıştım, her Batı'ya bağırışta, seçmenin cebine, bankadaki hesabının azaldığına dair bir sms gelse, dış politikadaki takdir oranları başaşağı giderdi.

Dış politikada turnusol kağıdı yok

Bir de tabii, dış politikada başarı algısı yaratmak, yada başarısızlığı perdelemek daha kolay. Siz ekonomi ne kadar iyi deseniz de sonuçta çarşı pazarda fiyatlar el yakınca; işin doğrusu ortaya çıkıyor. Dış politika için böyle bir turnusol kağıdı yok.

Öte yandan CHP'nin de "neyi iyi yapamadık, neyi daha iyi yapabiliriz" diye bir sorgulamaya girmesi gerekiyor.

Benim dün Reform Enstitüsü'nde yapılan sunum sonrası duyduğum en kritik yorum, sadece dış politika açısından değil genelde tüm konular açısından "öfkede beni temsil ettin" diyen seçmenin artık "çözümde de beni temsil et" dediği noktada olmamız.

Benzer şekilde bizim de basın olarak çıkarmamız gereken dersler var. İçerideki çok yoğun gündemden başımızı kaldırıp, dış dünyada olan biteni daha iyi takip edip, Türkiye üzerindeki olası etkileri daha fazla irdeleyip gündeme getirmemiz gerekiyor. 

Çuvaldızı kendime batırarak başlayayım. Belki de bu yazı yerine, NATO'nun 75. yılında Türkiye'nin İttifak'la ilişkileri irdeleyen bir yazı kaleme almalıydım.