5 Temmuz’da yapılan İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Mesud Pezişkiyân, rakibi Said Celilî’yi geride bırakarak dört yıllık bir dönem için yeni cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Gerek Pezişkiyân gerek Celilî’nin mensup olduğu siyasi geleneğe ve İran siyaseti içerisindeki koalisyonlarla bu iki ismin destek zeminine bir önceki yazıda değinmiştim. Bu yazıda neden Celilî değil de Pezişkiyân’ın seçimleri galip bitirdiğine dair bazı gözlem ve değerlendirmelerimi kaleme alacağım.
***
1. 28 Haziran’da yapılan ve yüzde 40 ile ülke tarihindeki en düşük katılımlı seçimin birinci turunda Pezişkiyân oyların yüzde 42,5’ini alırken, Celilî’nin oyu yüzde 38,6’da kalmıştı. 5 Temmuz’da yapılan ikinci tur seçimlerdeyse katılım oranı yüzde 50’ye yükseldi, Pezişkiyân bu sefer oyların yüzde 53,3’ünü alırken, rakibi Celilî ise yüzde 44,3’ünü alabildi.
2. Bu seçimlerde kimin ipi önde göğüsleyeceği birinci derecede önemli ve yakından takip ediliyor, ancak en az onun kadar önemli ikinci bir parametreyse seçimlere katılım oranı. Zira, İran İslam Cumhuriyeti henüz “devrimci” karakterini sürdürdüğünü savunuyor ve Devrim ideallerinin geniş kitlelerde halen kabule mazhar olduğunu savunurken dayandığı en önemli veri seçimlere katılım oranı. Bu açıdan bir önceki turdaki yüzde 40’lık katılım oranı bu iddiaya ciddi ölçüde zarar verirken, ikinci turda katılımın yüzde 50’ye çekilmesi bu açıdan kritik ve sembolikti. Ancak bu oran da oldukça düşük seviyede ve geniş halk kitlelerinde bazı hususlarda süregelen memnuniyetsizliğe işaret ediyor.
3. Pezişkiyân’ın cumhurbaşkanı seçilmesinde dört faktörün doğrudan etkili olduğunu gözlemliyorum:
a) İran siyasetinde Ayetullah Hamaney’in Rehberlik makamına geldiği 1989’dan beri yaşanan bir sarmal dikkatli gözlemcilerin malumudur: Uzun dönemde, cumhurbaşkanlığı veya hükümette katı Muhafazakâr bir lideri bir sonraki dönemde ılımlı veya Reformist bir isim takip eder. Zira Muhafazakâr dönemde iç siyasette devlet-toplum ilişkileri otoriter bir nitelik arz eder, toplumda tepki birikir ve hükümeti sandıkta değiştirip bu biriken tansiyonu azaltmak halkın önceliği haline gelir. Keza dış siyasette de çatışmacı retorik, yaptırımları ve bölgesel/uluslararası baskıyı artırarak ülke ekonomisi üzerinde ilave maliyetlere yol açar ve halkın bıkkınlığını artırır. Dini Liderlik (Rehberlik makamı) de seçim yoluyla bu çıkış yolunu görür ve onaylar.
Dolayısıyla örneğin, Hatemi gibi içeride ve dışarıda ilgi gören baskın bir Reformcu karakteri, biraz da rejimin güvenlik kaygılarıyla Ahmedinejad gibi bir cumhurbaşkanı takip eder. Keza Ahmedinejad gibi katı Muhafazakâr bir ismi, Reformcuların da desteğini alabilen Hasan Ruhani gibi ılımlı bir isim takip eder ve sistem kendi dengesini bir şekilde bulur. Bu açıdan, İbrahim Reisî gibi özellikle iç siyaset ve devlet-toplum ilişkilerinde katı duruş sergileyen bir Muhafazakâr ismin Pezişkiyân gibi Reformculara da yakın ılımlı bir isimle değiştirilmesi, İran halkının bu uzun dönemli politik davranışına uygun bir adım olarak değerlendirilebilir.
b) Mesud Pezişkiyân, her ne kadar daha önce Muhammed Hatemi’nin ikinci dönem kabinesinde (2001-2005) sağlık bakanlığı yapmış olsa da, klasik ve alışıldık anlamda “Reformcu” bir isim değil. Söylemleri itibarıyla “Reformculara daha yakın Ilımlı Muhafazakâr” bir isim olduğunu söylemek mümkün. Esasen Batılı anlamda partilerin olmadığı ve konjonktürel koalisyonlar üzerinden seçimlere hazırlık yapılan, belirli konular üzerinden farklı kesimlerin çeşitli listelerde buluşabildiği İran politik sisteminde, köşeli ve ideolojik partiler olmadığı için “Muhafazakâr, Reformcu” gibi üst şemsiye kavramlar, kişiler arasındaki nüansları belirsizleştiriyor.
Ancak Pezişkiyân’ın, örneğin Muhammed Hatemi, Mir Hüseyin Musevi veya Mehdi Kerrubi gibi katı “Reformcu” bir isim olmadığını, bu özelliği sayesinde müesses nizam ve Rehber Hamaney’le arasının her dönemde iyi olabildiğini ve bir önceki seçimde (2021) veto edilse de bu sefer cumhurbaşkanlığı için yarışmasına “izin verildiğini” söylemek yeterli olur sanıyorum.
c) Seçimlere katılım oranının yüzde 40’tan bir hafta içerisinde yüzde 50’ye çıkmasında da görülebileceği üzere, İran halkı içindeki geniş muhalif kitleler ve memnuniyetsiz kesimler Pezişkiyân’ın şahsında bir ölçüde “umut” gördü. Pezişkiyân’ın bilhassa Kermanşah gibi Kürt illerinde ve Tebriz gibi Türk şehirlerinde yürüttüğü ve etnik olarak kendini dışlanmış hisseden kitleleri Türkçe ve Kürtçe söylem/sloganlarla sandığa çağırdığı seçim kampanyasının başarılı olduğunu görüyoruz. (Ancak ayrı bir yazıda ele alacağım çerçevede, sırf Pezişkiyân seçildi diye İran devletinin 45 yıldır, hatta Şah döneminden beri çok daha uzun süredir Türk, Kürt, Beluç, Arap vb. etnik topluluklara yönelik siyasetinin değişeceği beklentisini fevkalade ham ve gerçeklikten uzak buluyorum.)
d) Pezişkiyân’ın seçilmesinde İran elitleri arasındaki politik dengeler de büyük rol oynadı. Başta Ruhani döneminin etkili Dışişleri Bakanı (2013-2021) Cevad Zarif olmak üzere, saygın bazı etkili Reformcu ve Ilımlı Muhafazakâr isimleri yanına çekebilen ve kampanyasında yer veren Pezişkiyân, geniş muhalif kitlelere kucaklayıcı ve net bir mesaj verdi.
Öte yandan, Said Celilî’nin şahsında, ikinci bir ideolojik Ahmedinejad dönemi yaşamak istemeyen ve sert muhafazakâr söylem/eylemlerden usanmış muhalif kesimin, birinci turun ardından ikinci turda sandığa daha yoğun katılım sağladığını gözlemliyorum. Benzer şekilde ilk turda Kalibaf’a oy veren yaklaşık yüzde 15’lik Muhafazakâr kesimin de -Kalibaf’ın ikinci turda Celilî’ye destek çağrısına rağmen- sandığa gitmediği veya Celilî’ye yeterine destek vermediği görülüyor ki ilk sonuçların açıklanmasının ardından Celilî ve Kalibaf cephesinden birbirini suçlayan açıklamalar gelmekte gecikmedi.
Dolayısıyla Muhafazakârlar 2013 ve 2017 seçimlerinde olduğu gibi bir kez daha kendi aralarında uzlaşamadı ve aksi yöndeki tüm çağrılara rağmen, bu sebeple kendi cepheleri dışından bir aday cumhurbaşkanlığına seçildi.
***
Sonuç itibarıyla, İran siyasetinde Muhafazakâr-Reformcu-Muhafazakâr-Reformcu formundaki çizgi bozulmadı ve Reformculara yakın bir isim, Ilımlı Muhafazakârların da desteğiyle cumhurbaşkanlığına seçildi. Bu açıdan Pezişkiyân ile birlikte, 2013-2021 yıllarında Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanlığı devrine benzer bir Ilımlı Muhafazakâr-Reformcu işbirliğinin İran iç siyasetini beklediğini söyleyebilirim. Pezişkiyân’ın önümüzdeki dönemde Rehber Hamaney’le yakın ilişkileri, Reformcu ve Ilımlı Muhafazakâr elitlerin desteğini alabilmesi, 2008’den beri aktif üyesi olduğu ve geçen dönemde birinci başkan yardımcılığı göreviyle etkin olduğu Meclis içindeki fraksiyonlarla ilişkileri, dört yıllık görev süresindeki performansı üzerinde birinci derecede belirleyici olacak.
Pezişkiyân döneminde İran iç ve dış siyasetinde yaşanabilecek gelişmeleri ve gelecek projeksiyonlarını ayrı bir yazıda sunmayı planlıyorum.