Müslüman çoğunluklu toplumlarda –“İslam Dünyası” tabirini özellikle kullanmıyorum, böyle bir dünyadan geçmişte olduğu gibi bugün de bahsedilemeyeceğini son yıllarda daha sarih bir şekilde görüyoruz- kitlesel protestolara dayanamayarak ülkesinden kaçan liderler zincirine bir halka daha eklendi: Bangladeş’in uzun yıllar başbakanlığını yapan kadın lider Şeyh Hasina Vecid.
İran, Tunus, Mısır, Yemen, Suriye, Bahreyn, Pakistan… Bangladeş
Müslümanlar arasında modernite ile birlikte derinleşen sorunların bir yansıması mahiyetinde, sosyolojik ve politik açıdan “bölünmüş toplum”lardan biri Bangladeş. Ülkenin 1971’de oldukça kanlı bir sürecin sonunda Pakistan’dan ayrıldığı dönemden bu yana ne Pakistan ne de Bangladeş bu çatışmalı sosyolojiyi uzlaştırabildi. Sonuç, her iki ülkede yarım asırdır bir türlü tesis edilemeyen istikrar, darbeler, iç isyanlar, ayaklanmalar, tasfiyeler, idamlar, hapse atılan veya kaçan liderler…
Şeyh Hasina, son haftalarda ülkede yaşanan ve sonu bir türlü gelmeyen protesto gösterilerinin ardından, var olan ve hızla derinleşen sorunları çözmek yerine sokakları dolduran protestocu muhaliflerinin üzerine sert güvenlik önlemleriyle gidince bir anlamda kendi hazin sonunu da hazırlamış oldu. Benzer bir süreç son yıllarda İran’da Muhammed Rıza Şah’ın, Libya’da Kaddafi’nin, Mısır’da Mübarek’in, Tunus’ta Bin Ali’nin, Yemen’de Salih’in, Bahreyn’de el-Halife’nin, Suriye’de Esad’ın da başına gelmiş, bu liderler içinde sadece son ikisi –dış askeri destek sayesinde– koltuğunda oturmaya devam etmeyi başarabilmişti. Esad’ın yardımına Rusya ve İran koşarken, el-Halife ise Suudi Arabistan’ın askeri desteğiyle yoluna devam edebildi.
Bangladeş ise daha ziyade 1979 İran, 2010 Tunus ve Mısır örneklerini takip etti, ancak gel-gitlerin fazla olduğu ülkede henüz suların durulduğunu söyleyebilmek mümkün değil, buna biraz sonra değineceğim.
1971’den Sonra Bir Türlü Durulmayan Sular
Bugün yaşananları, sokakları dolduran dindar ve milliyetçi Bangladeşlilerin sloganlarını, ülkenin kurucusunun kızının ülkeden neden kaçmak zorunda kaldığını anlamak için ülkenin son yarım asrına kısaca bakmakta fayda var. Nüfusunun % 90’dan fazlasını Müslümanların oluşturduğu Bangladeş’in hazin bir öyküsü var aslında.
1947’de Britanya’dan bağımsızlığını kazanan Hindistan’da azınlıkta kalan Hint Müslümanları ayrı bir cumhuriyet olmak gayesiyle ana kıtadan ayrıldı. Ancak ayrılan Hint Müslümanları, tarihsel olarak ana kıtanın tam doğusuyla tam batısında yoğunlaşmıştır. Yeni düzende Pakistan ayrı bir devlet olurken, Doğu’daki etnik ve dilsel açıdan farklı Hint Müslümanları da ona bağlı Doğu Pakistan eyaletini oluşturdu. Ama 1956’da Pakistan’ın İslam Cumhuriyeti olarak kendini tanımlaması, var olan etnik/dilsel sorunlar, Hindistan’ın artan müdahaleleri, ekonomik krizler… nihayetinde Pakistan ile ülkenin Doğu Pakistan eyaleti 1971’de kanlı bir iç savaşa tutuştu. Bengal’deki Hindu nüfustan dolayı Hindistan’ın da dâhil olduğu ve yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği savaşın sonunda Bengalce konuşan Müslümanlar Bangladeş’i kurarken, Urduca konuşanlar Pakistan’da yollarına devam etti.
Bangladeş’in 1971’deki bu bağımsızlık sürecinde, Pakistan’daki meşhur Cemaat-i İslâmî’nin Bangladeş kolu da bölgedeki en etkili siyasi ve toplumsal yapılardan biri olarak bu bölünmeye karşı çıktı. Cemaat-i İslâmî liderliği ve tabanının sadece karşı çıkmakla kalmadığı, Pakistan ordusuna katliam –ölü sayısına ilişkin olarak 500 binden başlayıp 3 milyona kadar çıkan rakamlar veriliyor– ve toplu tecavüzlerinde doğrudan yardımcı olduğuna dair iddialar ciddi boyutlara vardı. Böylece Bangladeş, henüz kurulurken varoluşsal bir kriz ve derin bir bölünmeyle sahneye çıkacaktı: Pakistan’a yakın İslamcı gruplar ve onları tasfiye etmeye çalışan bağımsızlık yanlısı seküler yapılar.
Şeyh Hasina, bağımsızlık savaşının liderlerinden olan babası ve ülkenin ilk başbakanı Şeyh Mucibur Rahman 1975’te darbeci subaylar tarafından ailesiyle birlikte öldürüldüğünde 27 yaşındaydı ve yurt dışına kaçarak canını kurtarabilmişti. Bu, Hasina’nın bir politik krizde yurt dışına ilk kaçışıydı ancak sonuncusu olmayacaktı. Hasina şartlar biraz düzelince 1981’de Bangladeş’e geri döndü ve babasının “laiklik ve demokrasi şampiyonu” olarak görülen Avâmî Ligi partisinin başına geçerek siyasete atıldı.
1990’lı yıllar iki Bangladeşli kadın siyasetçi arasındaki mücadeleye sahne oldu. Hasina’nın rakibi, Bangladeş Milliyetçi Partisi lideri Halide Ziya’ydı; ikili önce askeri diktatör Muhammed Erşad’a karşı 1990’da güç birliğine gitti, ancak kısa sürede yolları ayrıldı. Ziya, 1991 seçimlerini kazandı, arkasından Hasina 1996-2001 yıllarında başbakanlık koltuğuna oturduysa da koltuğunu 2001’de yine Ziya’ya kaybetti. 2007’de bir yargı operasyonuyla tutuklansa da aynı ay içinde serbest bırakıldı ve tedavi amacıyla ABD’ye gitti. Muhalifleriyse yine ülkeden kaçtığını iddia ediyordu.
Uzamış Bir Günün Akşamı: Şeyh Hasina’nın Güçlü Yükselişi ve Hızlı Düşüşü
Hasina, kudretli bir politik figürdü. Ülkenin kurucularından Mucibur Rahman’ın kızı sıfatıyla, onun politik meşruiyeti ve örgütlü partisine dayanarak yeniden siyaset sahnesine atıldı. 2008 Kasım’da ülkesine döndü ve bir ay sonraki seçimleri yeniden kazanarak başbakanlık koltuğuna ikinci kez oturdu. Bu defa koltuğundan beş yıl kalkmayacaktı. Daha güçlüydü ve bu sefer politik tasfiye oyunlarını ustalıkla uygulamaya koyacak, muhaliflerini bir bir saf dışı bırakmaktan çekinmeyecekti. Bilhassa yoksulluğu azaltma yönündeki çalışmaları sayesinde, 2014 ve 2018 seçimlerini kazanırken pek zorlanmadı; muhalifleriyse hile ve yolsuzluk iddialarını dillerinden düşürmedi. Ocak 2024 seçimlerini de rahatlıkla kazandı –veya kazandığı açıklandı– ancak bu son seçim zaferi ona pek uğurlu gelmeyecekti.
Hasina’nın iki dönemde toplam 20 yıllık başbakanlığı ülke içinde pek çok düşman edinmesine yol açmıştı. Her ne kadar parlamento, ordu ve yargıya hâkimse de sokaklarda büyük bir umutsuzluk ve huzursuzluk dalgası birikiyordu. Çoğunluğunu genç nüfusun oluşturduğu 172 milyonluk bir ülkede 32 milyon işsiz gencin bulunması şüphesiz en büyük politik tehditti. Bir zamanların “Demir yumruklu leydisi”nin sonunu getiren sokak protestoları da bu işsiz genç kitlelerden gelecekti.
Hasina hükümeti, 1971’deki iç savaş gazilerinin çocuklarına kamuya alımlarda ve diğer hizmetlerde elde ettikleri pozitif ayrımcılığı artırma hamlesinde bulundu. Bir zamanların hızla gelişen ülkelerinden Bangladeş artık ekonomik sorunlar ve yaygın işsizlikle boğuşurken bu yanlış bir hamleydi. Hasina ise hala eski dosyaların peşinin bırakmamakta kararlıydı: Gösterilerin en yoğun olduğu günlerde ciddi bir toplumsal tabana sahip Cemaat-i İslâmî’yi yasaklama kararı aldı ve binlerce protestocuyu gözaltına aldırttı. Sokaklara inen gençlere polis sert müdahale ettikçe olaylar büyüdü. Bu tür toplumsal başkaldırılarda görülen “korku eşiği” hızla aşıldı ve yüzlerce protestocunun polis ateşinde ölmesiyle geri dönülmez öfke süreci başladı.
İslamcı, milliyetçi, solcu, liberal vb. kitleler bir araya gelip Başbakan Hasina’nın sonunu getirdi. Öfkeli kitlelerle tehlikeli bir şekilde inatlaşan Hasina’nın resmi konutu kalabalıklarca basılınca, 5 Ağustos 2024’te bir kez daha yurt dışına kaçtı, ama bu seferki durağı yakın müttefiki Hindistan’dı.
Bu tür bölünmüş toplumlarda huzursuzluklar patlamak için bir kıvılcım arar. 19 kez suikasttan kurtulan, ülkeden kaçmak zorunda bırakıldığı çeşitli darbeler ve politik krizlerle, yargı dosyalarıyla karşı karşıya kalan Hasina, Türkiye’de ve uluslararası toplumda kamuoyunun gündemine daha ziyade acımasız idam kararlarıyla girdi. Zamanında babasının muhalifi olan ve iç savaş sürecinde katliam ve tecavüzlerden sorumlu tuttuğu İslamcı liderler –ülkede bir zamanların Cemaat-i İslâmî Partisi’nin mirası halen canlı ve aktif– hakkında yargı üzerinden verilen idam kararları ve bu kararların yaşı 80’lere varan ihtiyar liderler için infaz edilmesi toplumun geniş kesimlerini huzursuz etmişti. Milliyetçi partiler de zaman içinde bu huzursuzlar kitlesine katıldı.
Bundan Sonra Sırada Ne Var?
Hasina döneminde bir zamanlar mali suçlar sebep gösterilerek – asıl sebebin politik muhalefet olduğunu tahmin etmek güç değil – cezaevine de konulan Nobel Barış Ödülü sahibi 84 yaşındaki sevilen ekonomist Muhammed Yunus, sokakları dolduran protestocuların yönlendirmesiyle geçici hükümetin başına getirildi. Hakkında yakın dönemde 100 yıla kadar ceza istemiyle yeniden dava açılan ve yurt dışında sürgünde yaşayan Yunus, Hasina sonrasında geçtiğimiz günlerde bu davalar düşürülünce ülkesine döndü.
Ordu geçiş döneminde güvenliği sağlamak üzere olaylara el koydu ve Ordu komutanı General Waker’uz-Zaman, Yunus’u desteklediğini açıkladı. Yunus ise birkaç ay içerisinde seçimlerin yapılmasını umduğunu beyan etti. Kuvvetle muhtemel hadiseler durulunca, çok da uzun olmayan bir süre içinde büyük güçlerin de desteği ve baskısıyla genel seçimler yapılacak.
Bazı çevreler bu başkaldırının ABD oyunu olduğunu söyleyecek, bazıları Çin’i işaret edecek, bazıları sürekli bir dış güçler kaynaklı toplumsal mühendislik evhamıyla iç sosyolojik krizleri görmezden gelmeyi sürdürecek. Ancak Pakistan gibi Bangladeş de “bölünmüş toplumlar” realitesinin yaşayan örnekleri arasında. Ne Hindistan ne Pakistan ne de Çin… ekonomik krizin sertleşmesiyle şiddetlenen toplumsal çatışma hali, Bangladeş’in önündeki en büyük güvenlik tehdidi olarak duruyor halen.
77 yaşına gelen Şeyh Hasina’nın bu sefer ülkesine bir kez daha dönüp demir yumrukla bu bölünmüş toplumu yönetmesi zor olsa da tasfiyeler, alınacak intikamlar, darbeler, halk isyanları maalesef hız kesmeden devam edecek gibi görünüyor önümüzdeki senelerde de.