İran’da Pezeşkiyân Dış Politikayı ve Türkiye’ye Yaklaşımı Değiştirebilir mi?

5 Temmuz’daki ikinci tur seçimlerin ardından cumhurbaşkanı seçilen Mesud Pezeşkiyân’ın göreve gelmesinin İran’daki iç siyasi dengeler açısından ne anlama geldiğini, Muhafazakârların iki önemli adayı Muhammed Bâkır Kalibaf ve Said Celilî yerine Pezeşkiyân’ın seçiminin ülkede neleri değiştirebilip neleri değiştiremeyeceğini, hangi iç siyasi dengeleri gözetmek zorunda kalacağını bir önceki yazımda açıklamıştım.

Bu yazıda ise, İran uzmanları ve gözlemcileriyle uluslararası kamuoyunun yakından takip ettiği dış politika konularını ele alacağım: Pezeşkiyân döneminde İran dış politikasında bir değişim mümkün mü? Pezeşkiyân İran’ın Ortadoğu meselelerine yaklaşımı ve nükleer programı konusunda bir yenilik getirebilir mi? İran-Türkiye ilişkilerinde olumlu bir değişim görülecek mi?

·                Öncelikle Pezeşkiyân’ın çok büyük bir konsensüs ve halk desteğiyle göreve gelmediğini, kabaca 61 milyon civarındaki toplam İranlı seçmenin 16 milyonunun oyunu alarak göreve geldiğini vurgulamakta fayda var. Rakibi Celilî’nin de 13 milyon civarında oyu var, bu da aslında ideolojik Muhafazakâr tabanın hiç de küçümsenmeyecek bir ağırlığı olduğunu gösteriyor. Hatta bir kısım politik elitin Pezeşkiyân’a fevkalade olumsuz baktığını, yanındaki Reformcu ve ılımlı eski siyasetçilere iyi gözle bakılmadığını söyleyebiliriz ki bu da İran siyasetinde ayrı bir kırılma/ayrışmaya işaret ediyor.

Dolayısıyla Pezeşkiyân geniş bir elitler arası uzlaşı ve arkasında sorgulanamaz bir halk desteğiyle gelmedi, ikinci turda ve nispeten zayıf bir rakip karşısında seçilebildi. İç siyasi dengeler açısından, Pezeşkiyân’ın görev süresi boyunca her bir tartışmalı dosyada bu dengeyi gözeterek iç/dış politik konuları değerlendirmekte fayda olacak.

·                Bu noktada bir diğer önemli faktör de kişisel özellikler ve politik ittifaklar. Pezeşkiyân aslen bir hekim, 2001-2005 dönemindeki Reformcu Muhammed Hatemi’nin ikinci dönem kabinesinde sağlık bakanlığı yaptı. Ancak sonrasındaki süreçte Reformcu kanadın sert kutuplaşmasında, Hatemi, Mir Hüseyin Musevî, Mehdi Kerrubî gibi liderlerin aksine Muhafazakârlara karşı açıktan cephe almadı. Bilakis her dönemde Rehber Ayetullah Hamaney’e yakın bir isim olarak anıldı. Bu yakınlığın da etkisiyle önde gelen Reformcu siyasetçiler parlamento seçimlerinde aday dahi olamazken, Pezeşkiyân 2008’den bu yana Tebriz’den yüksek oy oranlarıyla milletvekili seçilebildi. 

·                Yine bu yakınlık sayesinde, Muhafazakârların çoğunluğu oluşturduğu parlamentoda 2016-2020 döneminde Meclis Başkanı’nın birinci yardımcısı olarak dahi seçilebildi. 2021 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylık için başvurmasına rağmen Reisî karşısında yarışmasına izin verilmedi ve bunun da etkisiyle Reisî seçilebildi; ancak 2024’teki seçimlerde bu sefer aday olmasına izin verildi. Bu “müsaade”nin Rehber Hamaney’e yakınlığı sayesinde gerçekleşebildiğini anlamak için çok büyük bir İran uzmanı olmaya elbette gerek yok. Özetle Pezeşkiyân’ı klasik bir Reformcu siyasetçi olarak görmek yanıltıcı ve bu yöndeki bütün analizleri temelinden sakatlayacak bir varsayım olacaktır. 

·                Pezeşkiyân’ın dış politikada atabileceği adımların, İran Anayasası’ndan ve iç siyasi dengelerden kaynaklanan belirli yapısal sınırları var:–

·                İlk sınırlama Meclis denetimi: Anayasal olarak İran’daki parlamento oldukça güçlü bir konumda; bakanların tek tek Meclis’te tartışılıp atanmasından güvenoylamasıyla düşürülmesine, parlamento komisyonlarının politikalarda müstakil pozisyon almasından frenleyici etkisine kadar, hükümet icraatları üzerinde etkin bir Meclis denetimi var. Muhafazakâr Meclis-Muhafazakâr cumhurbaşkanı denkleminde büyük bir sorun teşkil etmeyen bu durum, Muhafazakâr olmayan bir cumhurbaşkanı döneminde ilave bir problem yarattı geçmişte daima. En basitinden, 2024 genel seçimlerinde ezici çoğunluğu Muhafazakârlardan teşekkül olunan Meclis’in Cevad Zarif gibi Devrim Muhafızları’yla sorunlu bir ismin dışişleri bakanlığına onay vermesi zayıf bir ihtimal olarak görülüyor.

·                 

Bu durumda Pezeşkiyân’ın seçim kampanyasında dışişleri bakanı yapacağını vaat ettiği Zarif’i Meclis onayına tabi olmayan üst düzey danışman veya cumhurbaşkanı muavini pozisyonunda görevlendirmesi beklenebilir. Dışişleri bakanlığı makamı için Zarif’in bakanlık dönemindeki yardımcılarından ve nükleer müzakere heyetinde aktif görev alan Seyyid Abbas Arakçi gibi Ruhani döneminde görev almış Ilımlı Muhafazakâr isimler ön plana çıkıyor ki bu isimlerin Meclis’ten onay alabilmesi daha olası.

– İkinci sınırlama İran’da dış politika yapım süreci: Anayasal olarak ve muhafazakâr hükümetler döneminde güçlenen fiili dengeler, Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’ni dış politika ve güvenlik politikalarının belirlenmesinde ön plana çıkarıyor. Bu yapının oluşumunda askeri yetkililer ve Devrim Muhafızları komutanları fazlasıyla etkili. Konsey’in son dönemdeki askeri ağırlığını göstermesi açısından, 2013’ten beri genel sekreterliğin Devrim Muhafızları komutanları tarafından yürütüldüğünü belirtmek yeterli olacaktır. Ilımlı Muhafazakâr kimliğiyle bilinen ve geçmişte 1989-2005 yıllarında Konsey’in genel sekreterliğini yürüten, 2013-21 döneminin cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle yakın çalışan Tuğamiral Ali Şemhânî 2013-23 döneminde Konsey’in genel sekreterliğini yaptı. Onun yerine geçen isimse Kasım Süleymani’nin ekibinden olduğu bilinen, eski Devrim Muhafızları Donanma Komutanı Tuğamiral Ali Ekber Ahmediyân.

Rehber Hamaney’in Konsey’deki resmî temsilcileri ise Genel Sekreter Tuğamiral Ahmediyan ve 2007-13 arasında -Ahmedinejad döneminde- Konsey’in genel sekreterliğini de yapmış olan, Pezeşkiyân’ın da 2024 seçimlerindeki rakibi Said Celilî. Dolayısıyla Devrim Muhafızları’nın hem oluşumunda hem yönlendirilmesinde etkin olduğu, Rehberlik makamına derinden bağlı isimlerin ana omurgasını teşkil ettiği Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nden sıra dışı ve şaşırtıcı bir yeni dış politik çerçevenin çıkmasını beklemek gerçekçi olmayacak. Pezeşkiyân eski bir hekim ve sağlık bakanı olarak, askeri ağırlıklı bu konseyde politikanın yapım sürecinde rol oynayacak isimlerden biri olacak. Her ne kadar Anayasa’nın 176’ncı maddesine göre Konsey’in başkanlığını yapacak olsa da mevcut dengeleri değiştirebilecek bir siyasi pozisyonda değil Pezeşkiyân.

Esasen Kasım Süleymani ile ilişkileri oldukça sıcak ve samimi olan, Rehber Hamaney’e bağlılığıyla bilinen Pezeşkiyân’ın mevcut dış politikayı değiştirme niyetinde olduğunu gösteren herhangi bir emare de yok.

– Üçüncü sınırlama bölgesel ve uluslararası dengeler: 1979 Devrimi’nin getirdiği mezhep temelli İslamcı söyleme ilaveten, ABD’nin 2003’teki Irak işgalinden beri İran Ortadoğu’da aktif bir askeri/politik pozisyon almış durumda. İranlı yetkililerin kendi ifadelerine göre, bugün bölgedeki dört başkent (Bağdat, Şam, Beyrut, Sana) İran tarafından yönetiliyor. Bunun yanında Filistin’deki silahlı yapılarla kurulan ilişkiler, Körfez, Azerbaycan, Türkiye ve diğer ülkelerdeki Şii topluluklar üzerinden tesis edilen nüfuzla birlikte düşününce, İran bölgede ABD karşıtı en önemli oyun kurucu ülkelerin başında geliyor. İran halkının da büyük ölçüde destek verdiği ve milli gururu okşadığı aşikâr olan bu aktif askeri/politik nüfuz stratejisinin değiştirilmesi için bir sebep görünmüyor.

Devrim Muhafızları’nın şekillendirip yönlendirdiği İran güvenlik ve dış politika konseptinde, Muhafazakâr olmayan cumhurbaşkanları dahi bu çerçeveye büyük bir itiraz getirmemişti. Örneğin ABD işgalinden hemen sonra Irak’ta büyük İran nüfuzu kurulmaya başlarken Cumhurbaşkanlığı makamında Reformcu Hatemi oturuyordu. Keza Devrim Muhafızları, 2013’ten itibaren Suriye’de yüzbinlerce Şii milis ve asker/subayla varlık gösterip Esad’ı koltuğunda tutarken, cumhurbaşkanı yine ılımlı bir isim Hasan Ruhani’ydi. Ilımlı kimliğiyle bilinen Pezeşkiyân döneminde Devrim Muhafızları kontrolündeki bu politikanın değişmesini beklemek için somut bir veri elimizde yok.

Uluslararası dengeler açısından ise iki husus belirleyici olacak; Trump’ın Kasım 2024’teki ABD Başkanlık seçimlerini kazandığı senaryoda, ABD kamuoyunda artan şekilde İran karşıtı yaptırımlar ve İsrail’le yakın işbirliği tablosu izleyeceğiz. Bu durumda içine kapanacak bir İran’da ılımlı bir liderin varlığı dahi güvenlikleştirme (securitization) ortamını aşmaya yetmeyecek. Trump döneminde nükleer program müzakerelerinde herhangi bir ciddi ilerleme de beklemiyorum. Ancak Biden (veya çekilmesi halinde bir başka Demokrat başkan) yönetimindeki ABD ile bazı arka kapı diplomasisi mekanizmaları devreye girebilir. Cevad Zarif, Abbas Arakçi, Hüseyin Museviyân gibi diplomasinin içinden gelen ve ABD ile geçmişteki müzakerelerde aktif görev almış isimlerin bu mekanizmalarda rol oynaması, ilişkilerde nispi bir yumuşama dönemi yaşanması, bu ortamda İranlı askeri yetkililerin Ortadoğu’da daha aktif politik/askeri girişimlerde bulunması ve ABD’yi bundan dolayı suçlayacak İsrail’le yeni bir silahlı çatışmanın eşiğine gelinmesi benim açımdan şaşırtıcı olmayacak.

·                Türkiye ile ilişkilerin de bu genel dış politika çerçevesinin dışında gelişmeyeceğini ilave etmeliyim. Her ne kadar Türkçe konuşmaktan çekinmeyen bir Azerbaycan Türkü olarak, Meclis’teki İran-Türkiye Dostluk Grubu üyesi olsa ve kendisinden ülke içinde ve Türkiye, Azerbaycan gibi komşu Türk cumhuriyetlerinde büyük beklentiler olsa da, Pezeşkiyân döneminde Türk kimliğinin ilişkilere ilave bir yansıması olacağı beklentisini gerçekçi bulmuyorum. Kameralar önünde Türk liderlerle Türkçe bazı şakalaşma ve jestlerin ötesinde, Tahran’ın Bakü ve Anakara ile ilişkilerine hâkim olan ağır jeopolitik dengelerin, stratejik kültür ve siyaset oluşturma dinamiklerinin son tahlilde baskın geleceğini değerlendiriyorum.

Bu noktada belirtmekte bir beis yok; İran 1989’dan beri bir Tebriz Türkü tarafından yönetiliyor, yani İran’da herhangi bir kimsenin yükselebileceği en yüksek makamda 35 yıldır Türkçe konuşan bir Türk oturuyor zaten. Kendisi 1981-89 arasında da Cumhurbaşkanlığı makamında oturmuş ve Ayetullah Humeyni’ye 1960’lardan 1989’daki ölümüne kadar en yakın isimlerden biriydi.

Bu nedenle Cumhurbaşkanlığına bir başka Türk’ün seçilmesinin, mevcut şartları içinde İran İslam Cumhuriyeti’ndeki Türk kimliği ve Türkiye ile ilişkileri açısından Türkiye’de doğurduğu romantik beklentileri biraz da şaşkınlıkla izliyorum.

Özetle, beklentileri rasyonelleştirmek ve ayakların romantik bulutlardan serin sulara değmesini sağlamak için; İran’ın politik/kültürel/dinî/ideolojik kimliğindeki fevkalade dominant Şiilik olgusunun milliyetler ve etnisiteler üzerinde konumlanan rolünün Türkiye’de derinlemesine çalışılmasına ihtiyaç var.