Suriye’de askerî darbeyle iktidara gelen ve 60 yıldan fazla hüküm süren Baas idaresi ve 24 yıllık Beşşar Esad yönetiminin birkaç gün içinde ciddi bir mukavemet gösteremeden çökmesi üzerine bütün dikkatler yeniden bu ülkeye yöneldi. 2011’den beri süren iç savaş artık farklı bir evreye girdi –henüz iç savaşın bittiğini düşünmüyorum- ve bölge ülkelerinin yanısıra uluslararası güçlerin de çatışan çıkarları çerçevesinde bazı yeni çatışma dinamikleri ortaya çıktı. Bu yazıda söz konusu çatışma dinamiklerini ele almak ve kendi adıma dikkatle izleyeceğim hususları kayıt altına almak istiyorum.
a) Sünni Araplar ile Kürtler Arasındaki İlişkiler veya YPG-HTŞ Çatışma Dinamiği
Suriye sahasında IŞİD’in etkin olduğu dönemde taşradaki bazı Sünni Arap aşiretleriyle bu örgütün örtülü/açık işbirliği olmuş, IŞİD bu sayede Suriye’nin doğusu ve Irak’ın batısında çok geniş topraklara hükmedebilmişti. Bilhassa 2015-16’dan itibaren Rusya, ABD ve İran’ın ortak çabasıyla sahada geriletilen IŞİD’in kontrol ettiği topraklara ise büyük ölçüde YPG/SDG birlikleri hâkim oldu. Ancak Kürtlerin azınlıkta olduğu, IŞİD’in eski güç merkezi Rakka ve Deyrizor gibi büyük ve zengin bölgelerde YPG öncülüğündeki yapıların hâkimiyetini sürdürmesi mevcut şartlarda zor görünüyor.
Nitekim sahadaki dengelerin bazen saatlik değiştiği Suriye’de, bu yazının kaleme alındığı saatlerde YPG’nin kontrol ettiği Münbic tamamen Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) kontrolüne geçerken, Deyrizor da HTŞ tarafından ele geçirilmiş durumda. Yakın zamanda Rakka ve Türkiye sınırındaki Ayn el-Arab’ın (Kobani) da YPG denetiminden çıkması büyük bir sürpriz olmayacak. Bu durum da YPG’yi Suriye’nin kuzeydoğusunda, Kürtlerin daha yoğun yaşamakta olduğu bölgelere sıkıştıracak ve olası bir federatif çözümde Kürtlerin etki alanını daraltacak. Dolayısıyla yeni dönemde her ne kadar PYD/YPG liderleri HTŞ’ye yönelik ılımlı mesajlar verse de Sünni Araplarla Kürtlerin silahlı örgütleri arasındaki paylaşım mücadelesi öncelikli takip edilmesi gereken çatışma dinamiklerinin başında geliyor.
b) İran-Irak-Suriye-Lübnan Hattının Kesilmesi ve Suriye’nin Doğusunda Şiilerle İlişkiler
2003’teki Irak İşgali’nden beri İran’ın bölgedeki nüfuzu ve tesir alanı istikrarlı bir şekilde artarken, İran-Irak-Suriye-Lübnan kara bağlantısı bu etki alanının ana omurgasını teşkil ediyor ve lojistik güzergâhı oluşturuyordu. Ancak Esad’ın ani bir şekilde düşüşü ve İran destekli Şii milislerin de Hizbullah’ın da bu ani düşüşe tepki veremeyişi, bu kritik bağlantının kesilmesine yol açtı. Dolayısıyla 1980’lerin başından beri İran’ın Şam’daki Esad yönetimi ve Hizbullah’la sürdürdüğü stratejik işbirliği ve bunun lojistik hattı sona erdiği gibi, Şam üzerinden destek verilen Hamas, İslami Cihad gibi Filistinli örgütlere sağlanan askerî desteğin de önemli ölçüde kesintiye uğrayacağı anlaşılıyor.
Bu noktada dikkatle izlenmesi gereken bir husus da Esad yönetiminin en büyük hâmisi durumunda olan ve 2023 Ekim ayından beri İsrail’in yoğun baskısı altında bulunan İran’ın yeni dönemde Suriye içindeki vekil unsurları aracılığıyla sahaya müdahale kapasitesinin seyri. Nitekim İran Devrim Rehberi Ayetullah Hamaney, Esad’ın Moskova’ya kaçmasının ardından yaptığı bir açıklamada; Şam yönetimini komşu bir ülkenin organize ettiği bu kalkışmaya karşı Eylül ayından beri uyardıklarını, ancak mevcut silahlı grupların Şam’daki egemenliğinin de uzun sürmeyeceğini ve Suriyeli gençlerin kıyam edip ayaklanacağını açıkladı. Bu tür sözlerin hamaset mi, moral düzeltme mesajı mı yoksa bir planın parçası mı olduğunu anlayabilmek için henüz erken. Ancak gerek Suriye-Lübnan sınırının geçişlere elverişliliği ve Hizbullah faktörü, gerekse Suriye-Irak sınırındaki geçiş alanları ve Irak’taki yoğun İran nüfuzu bu çatışma dinamiğini de yakından takip etmeyi gerektiriyor.
c) İsrail’in Güney Suriye’deki Askerî Hareketliliği
İsrail ile Suriye arasında 1973 Savaşı’ndan sonra varılan ateşkes ve anlaşmalar, Golan Tepeleri’nin İsrail’in kontrolünde (işgal) kalmasını ve buna karşılık çatışmasızlık sağlanmasını öngörmekteydi. Ancak İsrail, söz konusu anlaşmaların Esad yönetimleriyle yapıldığını ve yeni dönemde geçersiz olduğunu açıkça söylüyor. Dolayısıyla HTŞ henüz Aralık’ın ilk günlerinde Hama-Humus üzerinden Şam’a doğru yürürken, Golan Tepeleri’nin hemen mücavir alanındaki belirli bölgeleri işgal eden İsrail’in, Hermon Dağı’nı da kontrol altına aldıktan sonra Şam’a 15-20 km kadar yolu kalıyor ki bu da Şam’ın büyük oranda İsrail’in topçu menziline girmesi anlamına geliyor. İsrail bu noktada Lübnan-Suriye bağlantısını da kesmeye çalışıyor, böylece geçmişte sıkça görüldüğü üzere, Suriye’nin Lübnan’da etkinlik göstermesi de böylece önlenmiş olacak ve Şam-Beyrut bağlantısı kesilecek.
İsrail son günlerde bir yandan da Süveyde bölgesinde yaşayan Dürzî azınlık üzerinde nüfuz kurma çabası içine girdi. Özü itibariyle Şiiliğin içinden gelen Dürzîlerin İsrail’deki dini lideri Muvaffak Tarif vasıtasıyla Suriye Dürzîleri üzerinde de tesir sahası oluşturmaya çalışıyor Tel-Aviv yönetimi. Dürzî azınlık her ne kadar Suriye’deki iç savaşta Esad yönetimiyle arasına mesafe koysa ve muhalifleri desteklese de Tarif kanalıyla kurulacak bir tesirin, Süveyde-Deyrizor hattında YPG ile kara bağlantısı kurmanın da yolunu açması olası. Bu nedenle HTŞ ve müttefiki oluşumların Deyrizor kırsalını kontrol etmesinin, bu stratejik bağlantıyı kesmek gibi bir jeopolitik yansıması ve sonucu da olacak.
d) Nusayrilerin Geleceği ve İktidardaki Sünni İslamcılarla İlişkileri
Nusayriler olarak da bilinen Arap Alevilerin yeni Suriye’deki geleceği de önümüzdeki dönemin dikkatle izlenmesi gereken dinamikleri arasında yer alıyor. Suriye’nin bilhassa Akdeniz kıyı şeridinde yaşayan ve toplam nüfusun yaklaşık % 12-15’ni teşkil eden Nusayriler, 1960’lı yıllara kadar azınlık statüsünde görülen ve ihmal edilen bir topluluktu. Ancak Baas Partisi içinde örgütlenmeleri ve Hafız Esad’ın konumu sayesinde Suriye’de ayrıcalıklı bir statüye, geniş bir servete ve politik nüfuza eriştiler. Suriye İç Savaşı’nda Sünni Araplarla aralarındaki kanlı mücadele Nusayrileri pek çok silahlı yapının hedefine koysa da HTŞ’nin ülkeyi ele geçirdiği son iki hafta içinde bu topluluğa yönelik önemli bir katliam veya çatışma yaşanmadı.
Ancak Irak’ta 2003’teki işgalin ardından yaşanan De-Ba’athification (Baas’tan arındırma) sürecine benzer bir tasfiye operasyonu yapılması halinde, Nusayrilerin yabancılaştırılması ve ayrıştırma söz konusu olabilir. Bu da kendi içinde yeni çatışma dinamikleri yaratabilecek, tehlikeli bir sürecin başlangıcını teşkil edebilir. Ancak Baas’la ilişkiye girmemiş Nusayri liderler öncülüğünde politik zeminde kendilerini temsil hakkı verilmesi halinde, bu sürecin daha yumuşak atlatılması mümkün olabilecektir.
e) HTŞ’nin Dönüşümü ve Sivilleşmesi, Kendi Radikal Unsurlarıyla İlişkileri
Suriye’nin yeni döneminde en fazla merak edilen hususların başında, iç savaşın başlangıcından beri en önemli aktörlerden biri olan Ebu Muhammed el-Colanî ve onun liderliğini yaptığı HTŞ’nin akıbeti. Orijin itibariyle el-Kaide’nin Selefi-Cihadî geleneğinden gelen HTŞ, aynı zamanda çok sayıda yabacı/uluslararası savaşçıya ev sahipliği yaptığı İdlib’deki yedi yıl boyunca bir sivil yönetim kurup şehri yönetmeyi başarmıştı. Bu sivil yönetimin Suriye ölçeğine ve hükümet seviyesine ne ölçüde taşınabileceği, HTŞ içindeki binlerce yabancı profesyonel savaşçının geleceği, akaid/fıkıh itibariyle tekfirci ve şiddete meyyal müttefik oluşumların Suriye’nin geleceğinde politik/askerî sisteme nasıl entegre edilebilecekleri vb hususlar HTŞ’nin dönüşümü ve geleceği bahsinde en önemli soru işaretlerini oluşturuyor.
Bu noktada Colanî’nin kendisinin bireysel dönüşümü ve yeni dönemde üstleneceği görevler de keza ayrı bir muamma teşkil ediyor. Geçiş hükümetinde görev almayan Colanî’nin rakip siyasal gruplar tarafından hedef alınması ve hatta bir suikastle ortadan kaldırılması halinde Suriye’nin içine düşebileceği yeni kaotik dönem de dikkatle izlenmeyi hak edecek kadar ciddi bir ihtimal.
***
Suriye’nin yeni döneminde, 2011’den beri süregelen iç savaşın artık sona erdiğine dair yorumları iyimser buluyorum, bu açıdan iç mücadelenin yeni bir döneme girdiğini söylemek daha gerçekçi olacaktır. Bu yeni dönemde Sünni Araplarla Kürtler arasındaki güç mücadelesinin, HTŞ’nin kendi içindeki dönüşüm olgusu ve olası iç güç mücadelesinin, Nusayrilerin ve Dürzîlerin geleceğinin öncelikli çatışma dinamiği taşıdığını düşünüyorum. Bunun yanısıra İsrail’in Şam’daki yeni hükümet üzerinde şimdiden kurduğu baskının bir noktada patlayabileceğini ve sıcak çatışmaya dönüşebileceğini, Türkiye’nin Suriye’ye dair önceliklerinin bilhassa kuzeyde sahayı şekillendireceğini, bunun da Ankara ile ABD-İsrail arasındaki ilişkiler üzerinde ilave baskı yaratacağını, İran’ın re-organizasyon sürecinin ve önümüzdeki dönemde atacağı adımların da keza dikkatli şekilde takip edilmesi gerektiğini not etmek istiyorum.