Bugünlerde ülkemizde ekonomik kriz kadar sosyal barışı tehdit eden ciddi iç ve dış gelişmeleri de yaşamaktayız. Mültecilere karşı biriken nefretin her an kıvılcım alıp zincirleme reaksiyona dönüşmesi de an meselesi. Suriye’de düzen kurduğumuz bölgede ise halkla ilişkilerde ciddi bir hoşnutsuzluk gözükmekte. Emperyal bir düzen koyuculuk ve barış iddiasını idrak edemeyecek kapasitede lümpen dışlayıcı milliyetçi bazı güvenlikçi yapıların halkla ilişkilerinde de burada sorun gözükmekte. Hepimiz kaygılıyız. Zira coğrafi ve psikolojik sınır kavramlarımız oldukça iğdiş edilmiş durumda. Toplumsal sağduyu çağrısı yapmak ve yöneticilere kolaylıklar dilemekten başka da çare şu an itibarıyla akla gelmemekte.
Göründüğü kadarıyla AK Parti’nin makul ve balayı ile başlayan hikâyesi, ülke için içeride ve dışarıda artık ittifakla birlikte son dönemde bir yönetememe krizine dönüşmüş durumda. Baktığınızda bunda Derviş-AB reformları ve geleneksel temkinli Türk dış politikalarından ayrılmanın, yetersiz deneyim ve bilgi altyapısıyla girilen yeterlilik duygusundan çıkamamanın da rolü yüksek gözükmekte.
Geçende İslami duyarlılıkları yüksek, kısmen de siyasi polemiklerden uzak kalmayı başarabilmiş bir STK’nın yöneticilerinden davet almıştım. Yemek yedik, istişare ettik. Son olayları da konuşurken kafalarındaki temel soru “biz İslami camiaya ulusalcılık ve milliyetçilik nasıl bulaştı”ya ilişkindi. Tartışmalar dünyadaki konjonktürel yabancı düşmanlığından oluşan yeni tür milliyetçiliğin etkilerinin belirleyiciliği üzerineydi. İslamcı aydın dostlar aslında söyleyemiyor ancak tam tamına AK yöneticiler ve mahallenin cami cemaatindeki yeni model AK milliyetçilikten rahatsızlıklarını belirtiyorlardı. Zaten AK Parti’nin bilinçli Millî Görüş tabanı da hâlâ bu milliyetçilik ve ulusalcılık işine bulaşmayı anlamış değillerdi. Bu milliyetçilik durumu aslında var mıydı yoksa ittifak ortağından mı bulaşmıştı, bu da kafalarındaki sorulardandı.
Malum başta İslamcılık, Türkçülük ve İTC’nin Türk-İslam sentezciliği (1880-1918), dönemlerine ilişkin birer devlet kurtarma ideolojileriydiler. Cumhuriyet’in kurulması sonrası yeni bir devletin eski ile bağının kopartılması gerekiyordu. Zira bir kısım halk nostalji içindeydi, eski kadro ve yöneticiler hâlâ geriye dönüş açısından tehdittiler. Bu bakımdan laiklik vesilesiyle din, devlet ideolojisinden katı biçimde arındırılmaya çalışılmıştı. Bu durumun halka yansıması pek hoş olmadı ve benimsenmedi. Bugün ise din, güvenlik devleti açısından, siyasal Kürt sorunu bölgeselde ve içeride ciddi güçlenmeye başlayınca, milliyetçilik içinde tekrar kullanılmaya başlandı. Mahalleli veya AK seçmen için tarihsel bağlamda bir beka düzleminde devlet ideolojisi olarak içinde din olan milliyetçilik zaten yabancı bir şey değildi. İttihatçılar açısından geçmiş dönemde imparatorluğu kurtarmak amacıyla İslamcılık, Türkçülük veya milliyetçiliği kullanmak güncellenebilen birer rasyonalite demekti. Derviş reformları ve AB sürecinden ülkeyi koparma tercihi yapan AK Parti’nin İttihatçıların tersine kitlesini-mahalleyi ikna edebilmek için mevcut durumu irrasyonelleştirmesi gerekiyordu. AK milliyetçilik de buradan doğdu. Bu amaçla mahalle dediğimiz fenomen için devlet ve havuz kanalları üzerinden anakronik ve irrasyonel tarih dizileriyle irrasyonel bir popülist milliyetçiliğin manipülasyonu uygulandı. Ayrıca zaten seçimlerde SSM yatırımlarının PR’ı bu milliyetçiliğin güçlenmesini gerektiriyordu. Bu milliyetçilik inşa edilirken söz konusu diziler tüm insanlığa bir sevgi mesajı veren tarikat dervişleri yerine devlet ve beka mücadelesi veren, kelle alan dervişleri yaratıyordu. Polis veya güvenlik bürokrasisi yemin törenleri de adeta bu dervişlerin yemin törenlerine dönüşüyordu. Muhtemelen bugün Kürt Nakşiliğinin Türk-İslam sentezi Nakşiliğine dönüşmesinde de bu dinamikler rol oynamaktaydı.
Merhum Durmuş Hocaoğlu, milliyetçiliği insanlığın var oluşundan itibaren tanımlardı. Türk dünyasının ise bu bağlamda milliyetçiliği bir var olma güdüsünün kendisiydi. Türklüğün tarihte Orta Asya tasavvufu ile bir su gibi coğrafyalarda akması, öteki halklar ile göreceli bir sosyal barış ve düzen sağlayabilmişti. Bu bağlamda geçen yazılarımızda ülkemiz içindeki farklı milliyetçilik tanımlarına değinmiştik. Mesleksiz yığınların, sırtını devlete dayayanların evrensele kapalı taşra milliyetçiliğinden dış dünyaya açık meslekli-girişimci demokrat vatansever milliyetçiliğe kadar…
Bu yazımızda da mütedeyyin makul mahallelinin nasıl ve ne tür bir milliyetçilik ve ulusalcılık kimliğine geçiş yaptığını AK milliyetçilik başlığı altında açıklamaya çalıştık. AK milliyetçiliğin en son sembol görüntüsü de AK Partili Metin Külünk’ün Avusturya mili maçımızın kahramanı, tartışmalı Melih Demiral’ın bozkurt işaretli kutlamasını desteklemek için yaptığı bozkurt işaretli paylaşımıydı. Muhtemelen yeni sistemle yüzde 50’lerden yüzde 30’un altına inen AK Parti, AK milliyetçilik ile devleti koalisyon ortağı olarak yanına alarak iktidar matematiğini çözdüğünü varsaymakta.
Kim AK milliyetçiliğin bir devlet ve beka ideolojisine dönüşüp kitleyi hep kontrol altında tutabileceğini zannediyorsa yanılmakta. AK kitle refah ve yaşam tarzı güvencesi için temelde bu hareketin ardında hep durdu. Sorun ideoloji ise onun da orijinal adresi AK milliyetçilik değil. Popülist bekacılığın ise zaten refah ve özgürlükle işi olmaz.