Kayseri gibi bir huzur ve refah kentinde Suriyeli sığınmacılar üzerinden tetiklenen hadiseler, güvenliğin sınır aşan yönlerinin çok boyutlu düşünülmesini gerektiriyor. Hatta yeni bir evreye geçildiğine de işaret ediyor. Evet, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın sahaya hızla ağırlığını koyması sayesinde olaylar kısa sürede kontrol altına alındı. "Yetmez ama evet" tablosu ise elimizde kaldı.
Adım adım ilerleyecek olursak...
Geçici koruma statüsündeki Suriyeliler, birçok büyük kentin gettolarına tutundu, neredeyse kendi mahallelerini oluşturdu. Güvenlik planlarında, Türk vatandaşlarının sinir uçlarına basacak gelişmelerin, Suriyelilere yönelecek ölçüsüz tepkilerin, her türden provokasyonun hesaba katıldığı anlaşılıyor. Fakat Türkiye'deki bir gerilimin, Suriye'nin kuzeyindeki güvenli bölgelerde Türk varlığına karşı kalkışmaya dönüşmesi ihtimalinin, ihtiyat planlarında gerilerde kaldığı görülüyor. Gerçekten de Azez, El Bab ve Afrin'deki şiddet eylemleri hem içeride hem de dışarıda birbirini besleyen uç senaryoların sahnelenebileceği uyarısını içeriyor.
Türkiye'nin kontrolündeki merkezlerde kent yönetimine, eğitim, sağlık gibi temel hizmetlere yardımcı olmak üzere koordinatör valiler görevlendiriliyor. Asayişi temin ve terörle mücadele etmek üzere güvenlik güçleri bulunduruluyor. Sivil görevliler sahada çalışıyor. Lâkin bir kriz anında hangi birimin nasıl harekete geçeceği, iletişim ve koordinasyonun nasıl sağlanacağı noktasında yeni tedbirler alınması ihtiyacı gün gibi ortaya çıkıyor. Neredeyse her işi MİT'e havale eden genel bir kabulle, bölgede günlük hayatı idare ve idame ettirme anlayışının, iş ve isim tanımlı yeni bir çerçeveye dönüştürülmesi zaruret arz ediyor.
Bayrağımıza saldıran alçakların, Tel Rifat ve çevresinden sızan PKK terör örgütüne müzahir unsurlar ile Türkiye'den sınır dışı edilen kimi gruplar ve illegal ticareti sekteye uğrayan yerel aktörlerden oluştuğu anlaşılıyor. An itibariyle bayrağımızı yakan hainlerin tespit edildiği söyleniyor. Şimdi, yargı önünde en ağır cezayı almaları bekleniyor. Neden? Çünkü "Türk devleti yarına bırakır ama asla yanına bırakmaz!"
***
DEVLET BEY'İN BİR BİLDİĞİ VAR...
Aradan uzun zaman geçti. Ama dün gibi hatırlıyorum... Bir sohbet için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin makamındaydım. MHP'nin milletvekili aday listelerine sızmaya çalışanlara karşı ne kadar müteyakkız olduklarını anlatıyordu. Bir ara durdu ve makam koltuğunu göstererek, "Buraya, MHP'nin ilkelerini benimsemişherhangi biri oturabilir, asla bir FETÖ mensubu oturamaz!" dedi. Belli ki bildiği bir şeyler vardı. O tarihte cemaat veya hizmet hareketi kılıfına bürünmüş figürler faaldi ancak hakiki yüzleri deşifre olmamıştı. Devlet Bey ise çoktan adlarını koymuş ve tasnif etmişti...
Gelinen aşamada...
Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş cinayeti üzerinden adli boyutu kat be kat aşan, giderek siyasal karakter kazandırılan bir kampanya söz konusu. Gerek asli faillerin gerekse azmettirenlerin belirlenmesi ve hukuki bedelinin ödettirilmesi toplumun mutlakbeklentisi.
Buna karşın...
Sn. Bahçeli'nin, MHP ve Ülkü Ocakları'na fatura kesmeye çalışan odaklara "hodri meydan" çektiği de unutulmamalı. Birkaç gündür açık kaynaklara yansıyan belgeler; kripto FETÖ'cülerin, MHP ile ertelenmiş hesabını görmek isteyenlerin, merhum Erbakan'ı hedef alan "Kayıp Trilyon Davası" nı yönlendiren gri alandaki tiplerin de bu cinayetin öncesi, sırası veya sonrasında sürece bir yerden müdahil olduğunu teyit ediyor. Bahçeli'nin "Yine bir bildiği varmış" sonucuna doğru adım adım gidildiği kanısı yerleşiyor!