Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 3-4 Temmuz’da Kazakistan’ın başkenti Astana’daki Şangay Grubu toplantılarında Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile yapacağı görüşme öncesi Ankara’daki iki gelişmeden söz etmemiz gerekiyor.
İlki, Erdoğan’ın 2 Temmuz’daki Kabine toplantısı ardından Suriye konusunda söyledikleridir.
İkincisi de Dışişleri, Bakanlığının 3 Temmuz sabah saatlerinde, Putin görüşmesine saatler kala Türkiye’nin Suriye politikası hakkında yaptığı, asabiyet tonu öne çıkan yazılı açıklama.
İlki, son birkaç yıldır Erdoğan’ı Suriye Cumhurbaşkanı ile buluşturmaya çalışan Putin’e görüşme öncesi müzakere pozisyonunu açıklama amaçlı.
İkincisi, yani Dışişleri açıklamasıysa iç politikaya da değiniyor, adeta CHP lideri Özgür Özel’in Suriye ve Rusya konusundaki son beyanlarından hükümetin duyduğu rahatsızlığı dışa vuruyor.
Biraz yakından bakalım.
Cumhurbaşkanının şu sözleri, özellikle “Türkiye askerini çeksin, öyle görüşelim” diyen Beşar Esad’a yanıt ve onun üzerinden Putin’e mesaj niteliğinde:
· “Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve millî birliğinin korunması Türkiye’nin de önceliğidir. Biz komşu olarak istikrarsızlıkla boğuşan ve terör örgütlerinin cirit attığı değil, demokratik, müreffeh, güçlü bir Suriye görmek istiyoruz.
· “Bunun için kiminle görüşülmesi gerekiyorsa geçmişte olduğu gibi yine görüşmekten imtina etmeyiz. Elbette bunu yaparken öncelikle Türkiye’nin menfaatlerini referans alacak, ama bu süreçte bize güvenen, bize sığınan, bizimle ortak hareket eden hiç kimsenin mağdur olmasına da izin vermeyeceğiz.
· “Bölücü terör tehdidi tamamen ortadan kalkınca elbette biz de üzerimize düşeni yaparız. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok, bizim kimsenin egemenliğinde de gözümüz yok, biz yalnızca bölücü niyetlere karşı vatanımızı koruyoruz ve koruyacağız.”
Mesaj çok açık: Erdoğan Türk askerinin Suriye’den çekilmesini Esad’la görüşmenin ön şartı olarak kabul etmiyor. Bunu da PKK’ya karşı Türkiye’nin güvenliği ile açıklıyor.
Dışişleri iç politikaya sert girdi
Erdoğan o arada ne Suriye’de Türkiye’yle işbirliği içindeki unsurları ne de Suriyeli sığınmacıları kimseye harcatmayacağını söylüyor.
Bu mesaj daha çok iç politikaya yöneliktir. Buradan Dışişleri Bakanlığının iç politikadaki eleştirilere yanıt niteliğindeki açıklamasına geçebiliriz. Dış politikanın ulusal çıkarlar doğrultusunda “güncellendiğini” hatırlatan Dışişleri açıklamasının tonu bundan sonra sertleşiyor:
· “Demokrasilerde yapıcı eleştirilerle dış politikaya katkı sağlamak elbette mümkündür. Bununla birlikte, siyasi rant uğruna gerçeklerin çarpıtılması ve ideolojik bağnazlığa dayalı ithamlarda bulunulması bu kapsamda değerlendirilemez. Ortadoğu ve Suriye politikamıza yönelik ortaya atılan iddialar, herhangi bir analitik nitelik taşımadığı gibi temel tarih bilgisinden dahi yoksundur.
· “Türkiye, yıllardır taammüden ateş çemberine dönüştürülmüş bir coğrafyada huzur ve istikrar adası olmayı başarmıştır. Ülkemiz bölgede yaşanan savaşların dışında kaldığı gibi milletimizin huzur ve güvenliğini perçinlemiş, refahını artırmıştır. Bu süreçte savunma yeteneklerini de geliştiren ülkemiz, kendi coğrafyasında akamete uğrattığı terörle sınır ötesinde de mücadele edebilir hâle gelmiştir.”
“Siyasi rant” ve “ideolojik bağnazlık” suçlamalarıyla dış muhatapların hedef alınmadığı açık. Sonrası daha da sert.
Artan asabiyet, ağır suçlamalar
Dışişleri açıklamasının son bölümünde suçlamalar iyice ağır:
“Tüm bu gerçekleri görmezden gelerek salt siyasi rant amacıyla mesnetsiz ithamlarda bulunan kesimlerin, bölgemize nüfuz etmeye çalışan egemen güçlerin vekilleri hâline geldikleri de gözden kaçırılmamalıdır.”
Burada sadece CHP’nin kast edildiği söylenemez. Nitekim Özel de Erdoğan Kayseri olaylarında muhalefetin etkisi suçlamasına yanıt verirken bazı muhalefet partilerinin tutumuna katılmadıklarını açıklamıştı. Her ikisinin de anmaktan uzak durduğu gerçek Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın sığınmacılar konusundaki radikal tutumudur. Keza Doğu Perinçek’in Vatan Partisinin de kast edildiğini söylenebilir.
Her partiye, ama özellikle ana muhalefet partisine “egemen güçlerin vekilleri haline gelmek” suçlaması çok ağırdır.
Ama Dışişleri Bakanlığı açıklamasının daha önceki bölümlerinde özel olarak CHP’nin kastedildiği açık.
Belli ki Kabine toplantısı sonrasında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın onayıyla kaleme alınıp sabah yayınlanmış bu bildiri, CHP’den gelen son açıklamalara yanıt niteliğinde. Özellikle CHP’nin genel Başkan Yardımcısı İlhan Uzgel’in açıkladığı 10 maddelik Suriye metninin Fidan ve ekibini cidden rahatsız rahatsız ettiği anlaşılıyor.
CHP lideri Özel’in 31 Mart seçimi ardından Erdoğan’a diyalog teklifiyle gitmesindeki asli etkenlerden birisi dış ve güvenlik politikalarında koordinasyon içinde hareket etme niyetiydi. Gazze Krizi çerçevesinde İsrail-Filistin konusunda CHP’nin Sosyalist Enternasyonal dahil dış temaslarındaki tutumu da Erdoğan’ı memnun etmişti.
Ancak Suriye konusunda Özel’in gerekirse Şam’a gidip Esad’la, Moskova’ya gidip Putin’le görüşeceğini, hatta T24’ta Cansu Çamlıbel’e “aracılık edebileceğini” söylemesi başka bir sayfa açtı. Bunun üzerine CHP yönetimin 10 maddede Suriye ve Suriyeliler konusunda bütün sorumluluğun Erdoğan’da olduğunu hatırlatarak politikanın iflas ettiğini söylemesi, belli ki AK Parti’de asabiyeti yükseltti.
CHP’ye verilecek yanıt aslında AK Parti sözcüsü Ömer Çelik tarafından da verilebilirdi. Hatta Fidan tarafından da sözlü olarak verilebilirdi. Böyle bir yanıtın kurumsal kimliğini bağlayacak şekilde yazılı açıklama ile verilmesinin ne kadar uygun olduğu tartışmalı.
Putin’in 11 Haziran’da Fidan’la görüşmesi ardından Erdoğan’ın Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüşme ihtimalinin yeniden konuşulmaya başladığını, bunun hemen ardından da Kayseri olaylarının patlamasıyla birlikte Suriye’de Türkiye kontrolündeki bölgesinin karıştığını (belki de karıştırıldığını) biliyoruz.
Putin’in birkaç yıldır Erdoğan ile Esad’ı buluşturmak istediği biliniyor.
Bu görüşme Astana’da gerçekleşebilir mi? Yoksa Kayseri-Suriye hattındaki son olaylar bunu erteler mi? Çünkü son olaylarla Ankara, Suriye’deki müttefiklerine güçlü bir şekilde sahip çıkmak durumunda kaldı. Öte yandan bu durum Türkiye’deki güvenlik ortamını her türlü iç ve dış kaynaklı kışkırtma ortamına maalesef uygun hale getiriyor.
Bunun üzerine Esad’ın İdlib’te kontrolü geri almaya yönelik -şu anda Rusya tarafından tutulduğu belli olan- bir askeri harekata kalkışması durumu daha da karmaşık hale getirebilir.
Erdoğan’ın Putin görüşmesi öncesinde söyledikleri çok açık. Esad görüşmek için Türk askerinin çekilmesini ön şart yapmaktan vaz geçerse görüşür. Görüşmezlerse Putin henüz Esad’ı (ve Erdoğan’ı da) ikna edememiş demektir.