Fidan, Türkiye'nin çarpık vize politikasına el attı

Geçenlerde bir Avrupa ülkesinin büyükelçisine rastladım, cep telefonu elinden düşmüyordu. "Malum bu aralar sürekli vize meseleleri için aranıyorum" dedi.

Hangi Avrupalı yetkiliyle konuşursanız konuşun; meselenin siyasi olmadığını teknik olduğunu söylüyor. Haksız da değiller. 250 - 300 bin kişi vizeyle Avrupa'ya gidip sonradan dönmeyince, üstüne yüz binler sığınma talebinde bulununca, üstüne sahte belgecilikte muazzam artış olunca, işin teknik boyutunda haklılık payları var. 

Ben yine de kimi vize taleplerinde kuşkulu durumlarda hep aleyhte karar alınmasını hem Erdoğan'ın Avrupa'da sevilmemesine, hem de "Türklerin Avrupa'da istenmemesine" de bağlıyorum. 

İlginçtir benzer bir teknik-siyasi durum başta Afrika olmak üzere eskiden üçüncü dünya, şimdi "Küresel Güney" dediğimiz ülkelerle yaşanıyor. Vize talebi reddedilen Afrika ülkelerinin vatandaşları, Türk büyükelçilerine şikayet telefonları açmaya başlamışlar. Afrikalı yetkililerden "Türkiye'de istenmiyor muyuz? Türkiye eskisi kadar Afrika ile iyi ilişkiler istemiyor mu," şikâyetleri duyuluyormuş.

Malum bu aralar, özellikle Kayseri'de başlayıp başka şehirlere yayılan Suriyeli göçmenlere yönelik olaylar bir kez daha Türkiye'de yaşayan göçmen, sığınmacı, yabancılara dönük tepkinin gündeme gelmesine neden oldu. Yabancı derken, öfkenin Suriyelilerle sınırlı olmadığını, Afganistan ve diğer Orta Asya ülkelerinden gelenler kadar Afrikalıları da kapsadığını düşünüyorum.

Suriyeli sığınmacılara açık kapı politikasının en önemli mimarlarından biri eski dışişleri Bakanı ve başbakan Ahmet Davutoğlu ise, diğer ülke vatandaşlarına deyim yerindeyse peynir ekmek gibi vize verilip, Türkiye'yi Batı'ya giden yolda ara durak haline getiren uygulamaların mimarlarından biri de bir önceki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu

Hakan Fidan Türkiye'nin vize rejiminden rahatsız

Halefi Hakan Fidan'ın, Çavuşoğlu'nun arkasında bıraktığı vize mirasından son derece rahatsız olduğu ve suistimale açık uygulamalara son vermek için meseleye el attığını anlıyorum. 

Geçmiş uygulamalara dair sorunun temelinde, vize başvuru süreçlerine, Batılı ülkelerin Türkler için yaptığı gibi özel şirketlerin devreye sokulması var. 

Malum, yakın geçmişe kadar, vizeler büyükelçiliklerin konsolosluk bölümleri tarafından verilirdi. Konsoloslukların yüklerinin hafifletilmesi gerekçe gösterilerek, dışarıdan aracı şirketlerle çalışma yoluna gidildi. Ön başvuru merkezleri başvuru sahibinin ilettiği belgelerin doğruluğunu kontrol etmekle yükümlü. Vize vermede nihai karar yine büyükelçilik ve konsolosluklarda. 

30 Nisan 2019 tarihli resmi gazetede yayımlanan yönetmeliğe göre vize aracı hizmeti verecek kuruluş/firmayı belirlemede "bakan veya yetki verdiği görevli" yetki sahibi.

Normal şartlarda bu şirketleri, o ülkede bulunan büyükelçiliğin belirlemesi gerekir. Sorup soruşturur; diğer ülkelerin çalıştığı, bu konuda sicili başarılı şirketlerin seçilmesi gerekir. Ancak kimi zaman, Ankara'dan gelen talimatlar doğrultusunda bu konuda özel tecrübesi olmayan, hatta çok yakın zamanda kurulmuş şirketler tercih edilmiş. Bu durum tabii, bu şirketlerin gizli ortakları arasında kimi AK Partililer var mı sorusunu da beraberinde getirmişti. 

Geçen sene itibarıyla 50'yi aşkın ülkede faaliyet gösteren 80 ön başvuru merkezi olduğu söyleniyordu.  

Vize başvurusu reddedildikten sonra, insan kaçakçılarına yüklü ödemeler yaptıklarını itiraf edenlerden, bu merkezlerin işlerini layığıyla yapıp yapmadıkları, sistemin istismara ne kadar açık olup olmadığı konusunda şüpheler oluşmuştu. Vizesi reddedilenler için bazı AK Partililerin devreye girdikleri iddiaları da gündeme gelmişti.

İşin bir de üniversite boyutu var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'ye bir milyon yabancı öğrencinin getirilmesi hedefi de, akademik başarı düzeyine çok fazla bakılmadan, çok kolaylıkla eğitim vizesi verilmesine neden oldu. Türkiye'de kimi üniversiteler de çok fazla seçici olmadan yabancı öğrencilere hızla kabul vermeye başladı. Ancak, üniversitenin birinci sömestirini ödedikten sonra, ikinci dönem ortadan kaybolanlar sistemin suistimale açık olduğunu gösterdi. 

Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı

İşte tüm bu suistimallerden ve özellikle vize gelirlerine dair şeffaflık eksikliği nedeniyle, özellikle akçeli işler konusunda düzgün sicili olduğu söylenen Hakan Fidan'ın meseleye el attığı, Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı'nın bu amaçla kurulmasını istediği belirtiliyor. Yurt dışındaki aracı şirketler kapanmaya başlamış.

Mesele şu ki; Türkiye'de yönetimler bir uçtan diğerine savrulup, işin ortasını bulmayı bir türlü beceremiyorlar. Anladığım kadarıyla seçim yenilgisinden sonra özellikle toplumdaki tepkiyi de dikkate alıp vize verme konusunda bir sıkılaştırmaya gidilmiş. Bu durumda aynen Avrupa-Türkiye vize sorununda kurunun yanında yaşın da yanması hâli Afrikalılar için de geçerli olmaya başlamış. Yani normalde vize almasında sorun olmaması gereken, her türlü gerekli kriteri dolduranlar mağdur olmaya başlamış. Afrika ülkelerinden bakan dahil bazı üst düzey yetkililer, kızı ya da oğlunun vizesinin reddedilmesi üzerine, meselenin teknik değil, siyasi olduğunu düşünmeye başlamışlar.

Türkiye "Küresel Güney"in sözcüsü olmaya çalışıyor. Afrika'da yükselen bir profili var. Ama gelin görün ki, Afrikalıların kara kaşı kara gözü için değil, bir kısım üniversitenin gelir arttırma hırsı ve tabii sistemin suistimale açık olmasının yol açtığı haksız kazanç sonuçta Türkiye'yi ara durak olarak gören çok sayıda ekonomik göçmenin ülkeye gelmesine neden oldu. Bu hem toplumun kimyasını bozdu, hem Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerini gölgeledi, hem de durumu düzeltelim derken, Afrika'yla da aramızın bozulmasına neden olan bir sürece evrildi.