Aptal taklidinin bedeli artık ödenemiyor

AKP, beceremediği ya da batırdığı her konuda, ki sayıları hiç de az değil, muhalefeti suçlama huyundan asla vazgeçmiyor.

22 yıldır Türkiye”yi “istikrar” diye diye aralıksız yöneten AKP iktidarı, sürekli gücünden, becerikliliğinden söz etmesine ve durmaksızın “En iyi biz biliriz” demesine rağmen öngörüsüzlüğünün, beceriksizliğinin yarattığı tüm sorunlarda topu muhalefete atıyor ve “Onların yüzünden” diyor.

Son olarak iktidarın göçmen politikasının çöküşünü gösteren ve Türkiye’nin başına büyük bela olma potansiyelini barındıran olaylarla ilgili olarak da Reisi Cumhur muhalefeti suçladı.

Oysa aynı muhalefet kendi seçmeni tarafından sığınmacılar, yasa içi ve yasa dışı göçmenler konusunda “sessiz kalmakla” suçlanıyordu ve gerçekten de geçen hafta “Beşar Esad’la görüşerek göçmenlerin geri gitme koşullarını sağlayacağız” diyene kadar bu konuda iktidarın dümen suyunda olduğu için sert eleştirilere maruz kalıyordu.

İşte Erdoğan çıktı ve bu muhalefeti, iktidarın Türkiye’yi felakete götüreceği başından beri belli olan göçmen politikasını sessizce seyreden ve iktidarın AB emriyle uyguladığı politikaya belki de AB korkusuyla karşı çıkmayan muhalefeti eleştirdi.

İktidarın hatalarından doğan sorunları muhalefete yükleme kervanına katılan bir diğer isim ise nispeten daha makul birisi olduğunu zannettiğimiz Mehmet Şimşek oldu.

Şimşek de getirmeye çalıştığı vergileri savunurken bu vergilere gerekçe olarak EYT ödemelerini gösterdi ve EYT’nin de muhalefet yüzünden çıkarıldığını iddia etti.

Şimşek’e göre EYT’nin çıkarılmasını muhalefet istemiş, iktidar da çıkarmıştı. Bu da vergilere gerekçe olmuştu.

Muhalefet istedi diye değil yasa, en makul önergeyi bile TBMM’den geçirmeyen iktidarın muhalefet istedi diye yasa çıkardığına inanmamızı bekleyen Bakan Şimşek, daha pek çok popülist davranışın seçimi kazanmak için yapıldığını elbette söyleyemezdi.

Ama en azından “Hadi bunu kabul edelim, peki Hazine’ye birkaç trilyonluk yük getiren ve Merkez Bankası’nın 800 küsur milyar dolar zarar etmesine neden olan Kur Korumalı Mevduat’ı da mı muhalefet çıkardı” diye kendisine sorulabilirdi.

Ya da “Bu vergilerle zararlarını kapattığınız KÖİ projelerini de muhalefet mi yaptırdı, o ünlü müteahhitlerin milyarlarca lira vergi borcunu muhalefet mi sildirdi?” diye de elbette soran olmadı.

AKP, kaldığı yerden devam ediyor ve seçmeni aptal yerine koyarak başarılı olacağına inanıyor.  

AKP’nin yokluğa mahkum ettiği ve ülkesini batırdığı seçmene dönüp “Ben aslında bir şey yapamayan, zavallı edilgen bir iktidar idim. Ülkeyi aslında muhalefet yönetti” şeklindeki özsavunması komiktir.

Kendi seçmeni dahil tüm seçmenler için bu saçma sapan bahaneler, bu güçsüzlük itirafı inandırıcı olmaktan da, kabul edilebilir olmaktan da çok uzaktır.

Birkaç istisna dışında hiç kimsenin buna inanacak kadar aptal olduğunu zannetmiyorum.

Bilirim ki, bazen öyle değilmiş gibi görünseler de seçmenin ezici bir çoğunluğu aptal değil tam aksine cin gibidir.

Ancak bedeli mukabilinde aptal gibi davranabilir.

AKP geçmişte bu bedeli ödeyebiliyordu.

Şimdi ödeyemiyor.

Çünkü azalan para artık sadece AKP’li zenginlere yetiyor. 


Tarikat kavgaları devlete yansıdı

Sağlık Bakanı’nın gideceğini biliyorduk da, Çevre ve Şehircilik Bakanı hesapta yoktu.

Ben sağlık nedenleri ile affını isteyen bakanın Ömer Bolat olduğunu duymuştum.

Ama aynı gerekçe ile önden giden Özhaseki oldu.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki gitti hem de ne gidiş.

Her ne kadar görevden alınma kararnamesinde “affını isteyen” falan diye yazıldıysa da, ortada af isteme falan yok, resmî açıklamayı beklemeden gidişini sosyal medyasından “Bıraktım” diye duyurdu Özhaseki.

Ne yalan söyleyeyim, davranışı bu zamana göre oldukça onurluydu.

Belli ki, özellikle baskılardan, ihale süreçlerindeki olanlardan bunalmış. Ayrılığını duyurduğu metindeki “haram lokma” vurgusu muhtemelen bu nedenle yapılmıştı ve zannederim son zamanlarda deprem bölgesinde şaibeli firmaların ihale etkinliğini hedef alıyordu.

Yerine hemen “Nöbetçi Bakan” Murat Kurum geri geldi.

Anlaşılan “siyasi iktidarın” elinde fazlaca güvenilir adam kalmamış olmalı ki, ne zaman sıkışsalar “Murat Kurum” diyorlar.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı gibi önemli bir göreve adaylık söz konusu oluyor, ortada bıçak sırtı bir durum var, elde Ergün Turan gibi, Ali Yerlikaya gibi, hatta Süleyman Soylu gibi kazanma olasılığı daha yüksek adaylar var.

Ama Saray efradı “Murat Kurum” diyor.

Ankara’da önemli bir bakanlık boşalıyor, akla yine ilk olarak İBB seçimlerinde açıkça başarısız olmuş Murat Kurum geliyor.

Bu arada Ankara’da başta Sağlık Bakanlığı olmak Bakan atamalarında da, bürokrasideki yeniden yapılanmada bir tarikat ya da cemaat etkisinden söz edilip duruyor.

Menzil Tarikatı’ndaki bölünmenin iktidara da yansıdığı, bürokrasideki atamalarda tarikat içindeki kavganın izlerinin iyiden iyiye su yüzüne çıktığı ve tarikatın farklı kollarının farklı bakanlıklarda veya aynı bakanlığın farklı kollarında etkili olmaya çalıştığı kulaktan kulağa aktarılıyor.

Koskoca devlet giderek cemaatlerin, tarikatların oyuncağı oluyor.

Biz de bunu siyasi bir mesele imiş gibi izliyoruz.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Cehaletle yönetilmenin felaketle biteceğini görebildiğimiz zaman.