O gün İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde meydana gelen olaylara yakından tanıklık etmiş olan Hukuk Fakültesi hocası Prof. Ali Fuad Başgil’in canı çok sıkkındı.
Özellikle de gösteri yapan öğrencilerle, onları bastırmak üzere gönderilen askerlerin karşı karşıya geldikleri an yaşanan duruma kilitlenmişti aklı.
Öğrenciler, tüfeklerine süngü takmış askerler kendilerine yaklaştıkları sırada birden “Yaşasın Ordu, yaşasın kahraman Türk askeri” diye bağırmaya başlamıştı. O sırada neredeyse çatışma hattında temas yakınlığına gelmiş olan asker, subay ve öğrenciler aniden birbirlerine sarılmışlardı.
Kitabında 28 Nisan 1960 Perşembe günü tanık olduğu bu anı, “Kendi kendime ‘tamam’ dedim. Bu hareket orduya da sirayet ettiğine göre, artık Menderes hükümeti gitmiştir” diye anlatıyor Prof. Başgil.
MENDERES TELEFONDA: ‘NASİHATLARINIZA ÇOK İHTİYACIMIZ VAR’
Bu hadiseden kısa bir süre sonra Hukuk Fakültesi’nin hocaları okulda yaşananları kendi aralarında tartışıyorlardı ki, fakültenin bir görevlisi aceleyle Prof. Başgil’in yanına gelerek Ankara’dan telefonla arandığını bildirdi kendisine.
Biraz sonra telefonu aldığında hattın diğer ucunda eski öğrencilerinden Demokrat Parti hükümetinin Milli Eğitim Bakanı Atıf Benderlioğlu’nun sesiyle karşılaştı.
Benderlioğlu, “Başvekil sizinle konuşmak istiyor” diyerek ahizeyi Adnan Menderes’e verdi. Başbakan Menderes şöyle dedi Prof. Başgil’e:
“Aziz Hocam, uzun zamandan beri sizi arayamadığım için çok özür dilerim. Ne durumda olduğumu tahmin edersiniz. Nasihatlarınıza her zamandan daha çok ihtiyacımız var. Eğer fazla rahatsız olmayacaksanız hemen bu akşam Ankara’ya hareket etmenizi çok rica ediyorum.”
“Pekala sayın Başvekil, bu günün şartlarına göre tek güçlük Boğaz’ı geçebilmek. Eğer geçebilirsem yarın muhakkak Ankara’da olurum” diye yanıt verdi Prof. Başgil.
İKTİDAR SAVCI VE HÂKİMLERİN YETKİLERİNİ ÜSTLENİNCE
On gün kadar önce 18 Nisan günü DP iktidarının TBMM’de CHP ve basın hakkındaki iddiaları araştırmak üzere bir soruşturma komisyonu kurulmasına ilişkin önergesinin kabul edilmesiyle siyasi gerilim daha da tırmanmış, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde öğrenci gösterileri her bir tarafa yayılmıştı. Olaylar bir türlü kontrol altına alınamıyordu.
28 Nisan 1960 gününün kritik bir yönü daha vardı. Söz konusu komisyonun görev ve yetkilerine ilişkin olarak bir gün önce Meclis’te kabul edilen 7468 sayılı “TBMM Tahkikat Encümenlerinin Vazife ve Salahiyetleri Hakkında Kanun” o sabah Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti.
Bu yasanın birinci maddesine göre, söz konusu komisyon “Cumhuriyet müddeiumumisine (savcılara), sorgu hâkimleri, sulh hakimleri ve askeri adli amirlere tanınan bilcümle hak ve salahiyetleri haiz” olacaktı. Ayrıca, sadece basın değil siyasi nitelik taşıyan toplantı, hareket, gösteriler hakkında da tedbir ve karar alabilecekti.
Meclis’teki iktidar çoğunluğu, muhalefet ve basına karşı savcı ve hakimlerin yetkilerini üstleniyordu bu yasa ile... Hepsi DP’li milletvekillerinden oluşan bu komisyon, kendisini mahkeme yerine koyarak soruşturduğu muhalifleri cezalandırabilecek, hapis cezası da verebilecekti.
Prof. Başgil’in o gün tanıklık ettiği olaylar önemli ölçüde bu yasanın kabul edilmesine gösterilen tepkilerdi.
ÇANKAYA KÖŞKÜ’NDE KRİZE ÇARE ARANIYOR
Soruşturma komisyonuna tanınan bu gibi yetkilere bir anayasa hukukçusu olarak Prof. Başgil de karşıydı. Anayasa sınırları aşıldığı için bu durumu “esefle” karşılıyordu.
Tek parti döneminde CHP iktidarına karşı eleştirilerini kuvvetle ifade eden, hürriyetleri savunan çizgisiyle DP çevrelerinde hayranlık beslenen bir isimdi Prof. Başgil. Bu arada, dil devrimine sert eleştiriler yöneltmiş, keza laiklik konusunda da tek parti döneminin hatalı gördüğü politika ve uygulamaları karşısında sözünü hiç sakınmamıştı.
Özetle, DP iktidarı ve dayandığı kesimler üzerinde büyük bir ağırlığa sahipti.
Aynı zamanda anayasa hocası olarak engin donanımı ve seçkin akademik kariyer çizgisiyle DP’ye mesafeli çevrelerde de kendisini kabul ettirmiş bir şahsiyetti.
Prof. Başgil, Başbakan Menderes’ten gelen telefon üzerine o akşam trenle Ankara’ya hareket etti. 29 Nisan Cuma sabahı Ankara’daydı. Olaylar nedeniyle Ankara’da da sıkıyönetim ilan edilmişti. O gün yalnızca Milli Eğitim Bakanı Benderlioğlu ile görüşebildi. Başbakan kendisini ancak ertesi günü kabul edebilecekti. Ancak aynı gün Çankaya Köşkü’nden gelen bir telefonda, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 30 Nisan Cumartesi akşamı kendisini yemeğe davet ettiği bildirildi.
Ve 30 Nisan akşamı Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Bayar’ın ev sahipliğindeki yemek masasında bir araya geldiler. Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı Refik Koraltan, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Milli Eğitim Bakanı Benderlioğlu ve birçok DP’li milletvekili bulunuyordu masada.
Bu yemekte geçen konuşmalar için, Prof. Başgil’in 1961 yılında darbeci askerlerin ölüm tehdidi üzerine Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmasından sonra gittiği İsviçre’de yazdığı bir kitaba başvuracağız. Bu, 1963 yılında Fransızca kaleme aldığı, Türkçe çevirisi ancak 1966 yılında basılabilen “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” başlıklı kitabıdır.
Söz konusu kitap, Çankaya Köşkü’ndeki bu yemek ve sonrasında dar katılımlı olarak devam eden ikinci bölümde yapılan konuşmaların oldukça geniş bir aktarımını içeriyor. Tam 12 sayfa tutuyor kitabın tutanağa yakın bu kısmı.
BAŞGİL: ‘YENİ YASADA ANAYASAYA AYKIRI HÜKÜMLER VAR’
Akışa baktığımızda, kendisine söz verilen Prof. Başgil, önce TBMM’de kurulan Tahkikat Komisyonu’nun görevleri hakkında çıkartılan yasanın “maalesef hududu aştığını ve bazı noktalarda mutlak şekilde Anayasa’ya aykırı hükümler ihtiva ettiğini” söylüyor.
Birinci eleştirisi, yasayla TBMM komisyonuna “adli yetkiler” verilmesidir. “Adliye’nin vazifesine müdahale ederek kuvvetler ayrılığı prensibi ihlal edilmektedir” diye konuşuyor.
İkinci bir eleştiri olarak, “yasayla Meclis’te yapılan görüşmelere yayın yasağı getirilmesinin de Meclis müzakerelerinin aleniyetini ortadan kaldırdığını, bütün demokratik ülkelerde kuralın meclis müzakerelerinin serbestçe neşredilebilmesi olduğunu” belirtiyor.
Burada kritik bir nokta, yasanın içeriğiyle ilgili hukuki tartışmalar uzayınca, Cumhurbaşkanı Bayar’ın “Beyler...” diye söze girerek duruma müdahale etmesidir.
Bayar, “Alınan bu tedbir neticesinde ayaklanmalar olmuştur. Bu vaziyet karşısında ne yapmalıyız? Sayın Profesör bize ne gibi tavsiyelerde bulunabilir? Zannediyorum toplantının gayesi ve halledilecek mesele budur” diye konuşuyor.
BAYAR: ‘SON DERECE SERT DAVRANALIM EMSAL OLSUN’
Prof. Başgil, “Getirilen düzenlemeler Anayasaya uymadığı için kanunun uygulanmamasını ve gözden geçirilmesi için TBMM’ye gönderilmesini” öneriyor. Ayrıca, “Bilhassa gençliğe karşı çok sert tedbirlere başvurmamalıyız...” diye ekliyor.
Bayar bu öneriye itiraz etmiştir: “Ben hiçbir şekilde bu görüşlere katılmıyorum. Bilakis son derece sert davranmak ve tahrikçileri numune-i imtisal (emsal) olmak üzere cezalandırmak lazımdır.”
Prof. Başgil, “Beni mazur görünüz sayın Reisicumhur, bu fikirlerinize iştirak edemeyeceğim” diyerek bu görüşe katılmadığını belirtiyor. Bu noktada bizzat tanıklık ettiği, İstanbul’da askerlerle öğrencilerin kucaklaşmaları hadisesini anlatıyor, “İşin pek vahim tarafı budur” diyerek.
Şiddete başvurmanın durumu sadece güçleştireceğini belirtip, “Buna başvurmadan önce bütün ihtimalleri hesaba katmak lazımdır” diye konuşuyor anayasa hocası.
BAŞGİL: ‘MENDERES KABİNESİ İSTİFA ETMELİ UZLAŞI HÜKÜMETİ KURULMALI’
Başbakan Menderes, bu noktada araya giriyor, “Muhterem hocam, bu çıkmazdan kurtulmak için başka çare düşündünüz mü” diye soruyor.
Bu soru karşısında Prof. Başgil, konuşmaya daha sınırlı bir grup içinde devam edilmesini önermiştir. Yemekten sonra yandaki salona geçilir. Sadece Bayar, Menderes, Koraltan ve Zorlu hazır bulunur bu bölümde. Prof. Başgil, şu öneriyi getirir:
“Her şeyden önce Menderes kabinesi derhal istifa etmelidir. Bundan sonra mümkün olduğu nispette muhalefete de birkaç bakanlık vererek, Meclis’teki mutedil şahsiyetlerden yeni bir kabine kurmalıdır. Böylece bir nevi koalisyon kabinesi, daha doğrusu milli birlik kurulmuş olacaktır. Yeni hükümet de Anayasa’ya aykırı olduğu iddia edilen kanunların tadilini teklif edebilecektir. Bu şekilde hareket edilince artık muhalefet hükümeti itham etmek için bir bahane bulamayacak ve siyasi tansiyon düşecektir.”
Bayar, bu öneriye de şiddetle itiraz etmiştir. Cumhurbaşkanı sertlik yanlısıdır: “Bu şekilde hareket bir zaaf alameti olur ve rakiplerimizi cesaretlendirmekten başka bir netice doğurmaz... Bilakis metanetimizi ispat etmek ve doğruca son derece sert tedbirler almak yoluna gitmek lazımdır.”
MENDERES ESNEK BAYAR KATI...
Dikkat çekici bir durum, Bayar’ın katı çizgisine karşılık, Menderes’in “Eğer bu buhranın sebebi benim şahsım ise hiç tereddütsüz derhal istifa eder ve yerimi arkadaşlardan birine terk ederim” diye konuşmasıdır. Ancak o da bu takdirde “karışıklıkların daha fenaya gitmesinden” çekinmektedir.
Yine de Prof. Başgil, kitabında Çankaya zirvesinde ortaya attığı öneriyi Menderes’in Bayar’a kıyasla “daha anlayışlı ve daha soğukkanlı olarak karşıladığını” belirtiyor.
Uzun tartışmalar yaşanır. Örneğin Zorlu, Bayar’ı destekler, Başgil’in İstanbul Üniversitesi’ndeki gösterilerin etkisi altında kaldığını söyler. İki hafta önce Eskişehir’de 200 bin kişinin Menderes’i hararetle karşıladığını belirtir.
Tartışmalar bu şekilde uzayıp giderken Bayar, “Beyler, ben fikrimi söyledim ve bunda kararlıyım. Siz faydalı olduğuna hükmediyorsanız bu konuşmaya devam edin. Bana müsaade etmenizi rica ediyorum” diyerek ayrılacağını bildirir. NATO toplantısı için İstanbul’a hareket etmesi gerekmektedir.
Prof. Başgil, Ankara’dan bir sonuç alamadan ayrılır. Sonraki günlerde hadiseler büyük bir ivmeyle dalga dalga yayılacak ve 27 Mayıs darbesi gerçekleşecektir. Başgil’in korktuğu ihtimal hayata geçmiştir.
HEM DP’Yİ HEM CHP’Yİ ELEŞTİRİYOR
Bugün geriye dönüp baktığımızda, Prof. Başgil’in bu toplantı ile ilgili yazdıkları birçok yönüyle düşündürücü görünüyor. Tecrübeli anayasa hocası, DP iktidarına esneklik sergileyerek pekala krizden bir çıkış yolu bulunabileceğini göstermiştir. Ancak Başgil’in tanıklığı, daha çok Cumhurbaşkanı Bayar’ın katı tutumunun bir esnekliğin önünü kapadığına işaret ediyor.
Konunun bir diğer ilginç tarafı, Başbakan Menderes’in kendisini çok sıkışmış hissettiği bir anda ‘akil adam’ olarak gördüğü, muhakemesine güvendiği bir anayasa hocasıyla istişare etme ihtiyacı duymuş olmasıdır. Cumhurbaşkanı Bayar’ın başkanlığında herkesin görüşünü çekinmeden söyleyebildiği açık bir tartışma ortamı yaratılabilmiştir; bir sonuca ulaşmasa da...
Prof. Başgil’in bu kitabı 27 Mayıs darbesine uzanan süreçte nelerin yanlış gittiği sorusuna kendi zaviyesinden verdiği yanıtları da içeriyor. Kitabın dikkat çeken bir yönü, yazarın sahadaki bütün aktörlerden eleştirisini esirgememiş olmasıdır.
Prof. Başgil, 27 Mayıs’a gidilmesinde DP’nin “hata ve ifratları”nı en baştaki faktör olarak sıralıyor. DP’nin basına dönük politikalarına eleştirel bir şekilde yaklaşıyor. TBMM Soruşturma Komisyonu kurulması en kuvvetli eleştirilerinden biridir. Keza, 1957 yılında CKMP lideri Osman Bölükbaşı’nın tutuklanmasını da “müsamahasızlık” olarak nitelendiriyor.
Eskiden beri katı bir İsmet İnönü muhalifi olan Başgil, dönemin CHP lideri hakkındaki olumsuz hissiyatını kitapta her seferinde kuvvetli ifadelerle kayda geçiriyor. CHP’nin DP dönemindeki muhalefet anlayışını “sistemli ve merhametsiz” diye niteleyerek, bu tutumu 27 Mayıs’a gidilmesinde önemli bir faktör olarak gösteriyor. Keza, muhalif basının bir kesimini de, “kötü niyetli” yayıncılık yapmakla suçluyor.
Bu arada, muhalefeti ve basını eleştirirken sıkça kendini akademik bir üslupla bağlı hissetmeyen, ifadelere de başvurabiliyor, örneğin CHP’nin “Haince döndürdüğü dolaplar”dan söz ediyor.
FRANSIZCA YAZDIĞI KİTAPTAN DA YARGILANDI
Prof. Başgil’in vurgulanması gereken hasletlerinden biri, Çankaya toplantısında da görüldüğü gibi görüşlerini hangi koşullarda olursa olsun cesaretle ifade etmekten kaçınmamasıdır. Bu nedenle Demokrat Parti’nin destekçisi olmakla birlikte, DP zamanında da kendisini sorgu hakiminin karşısında bulabilmiştir.
Dünkü yazımızda da belirttiğimiz üzere, 27 Mayıs darbesinden sonra Kurucu Meclis’i eleştirdiği için hapse atılmıştır.1961 yılında senatör seçilip Cumhurbaşkanı adayı olmaya kalkınca, darbeci askerler tarafından ölümle korkutulup çareyi yurtdışına çıkmakta bulmuştur.
Sıkıntıları sonrasında da devam etmiştir. 1963 yılı sonunda İsviçre’de Fransızca basılan kitabı nedeniyle ertesi yıl hakkında soruşturma açılıp İstanbul 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmıştır. Kendisine “Devletin hariçteki itibar ve nüfuzunu sarsacak ve milli menfaatlere zarar verecek şekilde faaliyette bulunmak”suçlaması yöneltilmiştir.
Prof. Başgil, 27 Eylül 1965 tarihinde beraat etmiştir. Kitabının Türkçe çevirisi ancak bu mahkeme kararının ardından 1966 yılında basılabilmiştir.
Prof. Başgil, beraat etmesinden kısa bir süre sonra 10 Ekim 1965 tarihinde yapılan seçimde Adalet Partisi’nden İstanbul milletvekili seçilmiştir. 1967 yılında kalp krizi geçirerek vefat ettiğinde TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı olarak görev yapmaktaydı.
Not: Başgil’in bir anayasacı olarak demokrasilerde güçler ayrılığı ilkesi ve iktidarın sınırlanması gereği üzerindeki kuvvetli görüşlerini önümüzdeki dönemde ayrıca değerlendireceğiz.