Fransız siyaset bilimci Prof. Olivier Roy röportajında “AKP gelecek dönemde daha da yıpranacak. Erdoğan, gerçek anlamda bir halef yaratmadı; ardında, görevi devralacak yeni bir AKP’li yönetici ve lider nesli yok” diyor. Bu da AKP’yi taşıyan ana gövdenin, 68 kuşağının, geleceği taşıyabilecek 98 kuşağını yetiştirememesi anlamına geliyor.
Uzun yıllar dünya ve Türkiye siyasetinde sıkça 68 kuşağı konuşuldu. Hala 68 solundan kim ne derse desin, Bill Clinton ve Cengiz Çandar’a, Bosna katliamına karşı gösterdikleri kararlılık dolayısıyla kalben minnet duymaktayım. Burada ilgimiz Türkiye’nin 68 kuşağına. Türk 68’lilerinin bugüne etkisi azımsanmamalı. Zira İttihatçı kadroların 1960’lara kadar ülke bürokrasisini yönetmeleri gibi, bugün 68 kuşağının da artık son kırıntıları solda entelektüel hayatta, sağda ise siyaset ve ticarette etkili rol oynamaktadır.
Sol 68’liler çok dik başlıydılar, mahallelinin tabiri ile anarşisttiler. Merhum Dev-Genç lideri Bülent Uluer ile son söyleşiyi kendi kitabım için yapmıştım. Babası 27 Mayıs subayı, onun babası İttihatçı, annesi ise Sinoplu bir Nakşi şeyhiydi. Karışım çok ilginçti anlayacağınız. Bana anlattığı son hikâyesi, 3 yıl İsrail cezaevinde Filistin davası için çatışıp esir kalışı, çektiği işkenceler ve cezaevinden kaçarken omuriliğine yediği kurşunun hayatı boyunca kendisine ve ölümüne ettiği yoldaşlık hikâyesiydi. Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar’dan da benzer hikâyeler dinlemiştim. 68 solunun önemli bir kısmı kentli sınıfın çocuklarıydı. Aileleri saray veya ittihatçılara, tabi ki 27 Mayısçılara da dayanırdı. Batıya açık iyi okullarda okurlardı. Zaten o yıllarda Robert veya Galatasaray’dan sağ görüşlü çıkması imalat hatası olarak kabul edilirdi. Boğaziçi, ODTÜ gibi okullar onlardan sorulurdu. George Politzer, Bertrand Russel, Frederic Engels ve Karl Marx başucu kitaplarının yazarlarıydı.
O dönemdeki Türk sağı ağır ağabeyleri de tabi ki sol kadar enternasyonal olamazlardı. İstemezlerdi de. Ülkemizi komünizm ve siyonizmin tehlikesine karşı korumak ve bu amaçla devletimize yardımcı olabilmek onların öncelikleriydi.
Bugün dahi mahallelinin gözünde 68 solu milli değil, enternasyonal ve gayri-milliydi. Dikkatimi çeken, 68 solunun dünyada kendilerince nerede haksızlık varsa orada olmaya çalışmalarıydı. Ancak burada Sovyet veya Çin muhibbi sol grupların ilgili ülkelerin eleştirilemezliği konusundaki duyarlılıklarını da dışarıda tutmak gerekir.
Sağ 68’liler ise bu haksızlık konusunda oldukça milliydiler. İnsan değil, devlet odaklıydılar. Anadolu kırsalının çocuklarıydılar. İyi devlet yatılı okullarında okumak dışında şansları yoktu. Dil bilmezlerdi. Herhâlükârda kravat ve takım elbise ile Kemalist devrimler karşısında “biz de buradayız” demeye çalışırlardı. Kentli çocukları olan 68’li solcuların okuduğu ODTÜ veya Boğaziçi gibi okullarda Anadolu’nun yağız taşra delikanlıları pek okuyamadılar, bilemediler de. Yüksek öğretmen okulları, devam zorunluluğu olmayan hukuk fakülteleri bu gençlerin rekabetçi sosyalleşmesine izin veremezdi. Bu gençlerden sarı yıllarda iyi mühendis, iyi avukat, iyi müteahhit veya iyi dershane işletmecisi çıktı ancak hiçbir zaman entelektüel veya filozof olamadılar. Ne olup bittiğini pek anlayamadılar, komplo teorileri son sığınak kapıları oldu. Okudukları eserler 9 Işık, Kadri Mısırlıoğlu veya Necip Fazıl’dan öteye gidemedi. Kütüphanelerinde Nurettin Topçu, Erol Güngör ve Cemil Meriç oldu ancak pek azı bunların kapağını kaldırdı.
68 sol kuşağı bugün hâlâ kendi hakikat yolculuğunu ve arayışlarını sürdürmekte. Filistin ve Bosna’ya en az mahalleli kadar sahip çıktılar. Bilgi Üniversitesi’nde 28 Şubat mağdurlarına kucak açtılar. Turgut Özal’a, Erdoğan’a başta ciddi nitelikli destekler verdiler. Ülkenin batı demokrasisine açılan kapılarıydılar. Mahalleli bunlara çok vefasız davrandı. Zikzakları ve durakları tartışılır olsa da hep değişimin öncülüğünü üstlenmeye adaydılar.
68 sağ ağır ağabeyler ise sağlamcıydılar. Statüko ve istikrarın yanında saflarını belirlediler. Komplo teorileri kaçış alanlarını teşkil etti. Zenginleştiler ve güç sahibi oldular. Vakıflar istirahatgahlarıydı. Vicdani ve irfani derinliğin güvenini, istisnalar hariç, veremediler. Gençlerin önlerini açmak konusunda oldukça tutumlu davrandılar.
Bazı yönleriyle baktığımızda, 68’li sol ve sağ hareketlerin hesaplaşmasını, Osmanlı aristokrasisi ve taşrasının torunlarının birbirlerine karşı kör ve sağır oldukları sınıfsal veya çevresel nitelikte bir mücadele olarak da tanımlayabiliriz.
Etkileri bugünlere uzanan 68’lerin mücadelesinin, 98 kuşağına yansımaları da ayrı bir merak konusudur. 68’li ağır ağabeylerin mantığı hiç değişmeden malum eğitim kurumları ve müfredatlarını kurarak kendilerine benzeyen bir 98 kuşağı üretmek istediler. Şu anda güç ve otoriteyle kendilerine benzeyen 98’li kadrolar var gözükse de durumları, vefat etmiş Hz. Süleyman’ın bastonunu andırmaktadır. Baston, 68 ağır ağabeyler açısından hala ısrarla sağlam gözükmektedir.
68 ağır ağabeyler sağ kuşağının bugün gelinen noktada suskunlukları ve üretkenlik sorunları nedeniyle büyük veballeri mevcuttur. Malum kültür ve değerler çürümesinde vesile olan bugünkü siyasi ittifakı desteklemek veya uyarmamak bu ağır ağabeylerin vebalidir. Siyasi ittifakın ise kuralsız otoriterlik dozunu yükselterek siyasi çöküş ve toplumsal çürümeyi sonlandırma çabaları beyhudedir.