Siyasette “normalleşme” senaryoları

“Normalleşme”, “yumuşama” gündeminin devam ettiği, en azından kavramların hala popüler olduğu günlerde yapılan işlere bir bakalım. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi iddialı bir isimle sunulan yeni müfredat onaylandı. Normalde “normalleşilmesi gerekenlerle” tartışılmayan ve çıkaracağı sorunların şimdilik çok azını bildiğimiz bu hamle, tam bir hazırlanmış oldu bittiydi. Erdoğan her şeyin yetkisinin şahsına toplarken, “Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği” ile ülkenin tüm imkanlarını seferber etme ve temel hak ve özgürlükleri kısıtlama yetkisini de -sanki şimdi yokmuş gibi- uhdesine, -belki de- sağlama aldı. Gezi ve Kobani davalarındaki mevcut kararlar yanında, 2024 1 Mayıs’ı iddianamesinden rekor ceza talepleri geldi. AYM’nin Can Atalay kararını tanımayan ve üstüne AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan insan, Yargıtay Başsavcısı oldu. 

Eli kulağında olanlara bakınca da durum daha parlak değil. Putinesk bir şaheser olan “etki ajanlığı yasası” ile sokak hayvanları için (suçun belediyelere işletileceği) yeni “Hayırsız Ada katliamı” düzenlemesi, yakında meclis gündeminde. Gerek 1 Mayıs sonrasındaki yargı performansı gerek etki ajanlığı garabeti, zaten iyice daralmış itiraz alanlarını tamamen ortadan kaldırmanın taşlarını itinayla örüyor. Mehmet Şimşek’in “geçiş dönemi bitti şimdi programa başlıyoruz” sözleri de, “gelmekte olanlar” listesine ekonomi başlığından girecek bir dizi sıkıntıya kapı açıyor. AKP iktidarı -özellikle de son on yılı- düşünülünce bu gelişmelerin gayet normal olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bahsedilen “normalleşme”, eğer bu anlamda kullanılıyorsa bir sorun yok. 

Bunlara karşılık, “normalleşme” ve “yumuşama” bahsinde gelişme sayacağımız neler var elimizde? Galiba kronolojik olarak ilk sırada, YSK eliyle Van Belediye’sinin bir lütufmuş gibi seçilmiş başkana verilmesi sayılabilir. Elbette Özel – Erdoğan görüşmesi ve beklenen iadeyi ziyaret ve genişleyen temas trafiği, en önemli başlığı oluşturuyor. Herkesin “somut örnek” ihtiyacını karşılayan, 28 Şubat generallerinin serbest bırakılması da, bu görüşmede ele alınan konular arasındaydı. “Normalleşme”, “yumuşama” gündeminin önemli kısmı ise hala rivayet ve kehanet arasında bir yerlerde kayıp. İktidar medyasının bazı köşelerindeki ısrarlı yorumları, “ne iyi olur” açıklamaları, Erdoğan “yumuşama dedi” sevinçleri, önce isimsiz sonra isimli ama içeriği belirsiz “reform” iddiaları takip etti. 

Son olarak, Ali Yerlikaya döneminde “müdahale” edilmeyen Cumartesi Anneleri’nin 1000. Hafta eylemine ilanen “izin” verildi. Oysa Anayasa Mahkemesi, çok daha önce zaten izin vermemeyi kanun dışı saymıştı. Tıpkı 1 Mayıs’ta Taksim’i yasaklamakta olduğu gibi. Görüleceği üzere, bu tarafta olandan çok olacağa dair spekülasyon zenginliği mevcut. Kimi Erdoğan için başka yol kalmadığını söylüyor, kimi yeni koalisyon iddialarına kadar açılıyor. Taş koyanı, heveslisi, mücadelesi, zarureti derken, “hiçbir şey olmasa bile bir şey olacak” bekleyişi devam ediyor. Fakat eski normalin gelişmelerindeki somutluk ve ağırlık ile beklenen normalleşmenin işaretleri karşılaştırıldığında, fena halde bir oransızlık var. “Hem nalına hem mınına” diyebilmek için bile, biraz olsun denklik gerekir.  

“Kesin yumuşama olacak”, “ne alakası var” ya da “normalleşiyoruz”, “siz normalleşin” arasındaki, salınım, iktidar ittifakının çatışma ve gerilimlerinin yer aldığı kadranda gerçekleşiyor. Hangi tarafa doğru bir adım atılsa, hangi tarafın iddiasını destekleyen bir açıklama yapılsa, konu AKP-MHP ilişkisine bağlanıyor. Her hareketlenme, “işte zamanı geldi” heyecanına yol açıyor. Defalarca söyledim, bir kez daha tekrar edeyim: AKP ile MHP arasındaki sıkıntı, en baştan itibaren vardı ve çok katmanlı, derin gerekçelere sahip. İşler kötüye gittikçe daha çok tırmandı, fazla görünür hale geldi. Elbette bu gerilimin tam göbeğinde ve çeperlerinde de amansız bir rekabet sürüyor. Her problemli mevzunun bu gerilimlerle ve tarafı olan ekiplerle yakın ilişkisi var. 

Benim itirazım, bazı muhalefet çevrelerinin ve özellikle de AKP içindeki “yumuşamacı” ekibin her şeyi bu çatışmayla izah etmesi. Türkiye’nin bütün meselelerinin bu çatışmadan çıkacak sonuçla çözüleceği, anahtarın burada olduğu, siyasetin ana meşgalesinin sadece bu olması bana hiç mantıklı gelmiyor. Sadece muhalefetin ama özellikle CHP’nin, AKP-MHP ittifakı kurulduktan sonraki stratejisi, hep “aralarını bozmakla” ilgili. On yılın ilk beş yılında MHP’yi AKP’den soğutmak, 2019 sonrasındaki beş yılda ise AKP’yi MHP’den soğutmak üzerine strateji kuruluyor. İlk bölümde MHP’ye “koltuk değneği oldunuz, sizi yutarlar, bitersiniz” uyarıları kullanıldı. İkinci bölümde ise aktörlere yer değiştirilip bu kez AKP’ye “her şeyi bunlar kontrol ediyor vallahi sizi bitirecekler” argümanı tedavülde. AKP içindekiler de Erdoğana toz kondurmadan günah keçisi, nedamet getirmeden çözüm formülü peşinde.  

AKP dolayısıyla MHP’ye, MHP etkisi yüzünden AKP’ye yönelen eleştiri ve uyarıların gayet haklı, tarafları var. Ancak mesele bir aymazlıktan zuhur etmediği için, tarafları birbirlerinin riskleri konusunda uyandırmak, durumu pek değiştirmiyor. Zira bu birliktelik, tarafların birbirini pek tanımadığı görücü usülüyle kurulmadı. Seçmen açısından bakıldığında ise birlikte oldukları için mi daha fazla kaybediyorlar yoksa yan yana durmaları mı erimeyi yavaşlatıyor, tartışmaya açık bir konu. AKP tarafı ve Erdoğan, gerilimler konusunda ketum ve daha çok vekiller aracılığıyla zemin yoklamayı tercih etse de, Bahçeli -normalleşme dahil- pozisyonunu gayet açık ifade ediyor ve tutumunun ve söylediklerinin gözlemciler için bir keşif değeri yok. Neticede imkanları kadar riskleri de olan bir ilişki söz konusu ve sadece çatışma dinamiklerine bakarak olup biteni açıklamak, hele olacakları kestirmek zor. 

Benim tepkimi tefrit saysanız bile bu alanda bir ifrat olduğu da ortada. Özellikle  gerilimlerin barometresi sayılan davalarla ilgili gelişmelerden, kesin ve yüksek sonuçlar çıkarma alışkanlığı yaygın. Mesela, Ayhan Bora Kaplan Davası, iki tarafa da servis veren “gizli” tanık sayesinde darbe-vesayet anaforunda iyice sulandı. Sinan Ateş Davası’nda ise neredeyse her gün karşılıklı hamleler yaşanıyor. İçişleri Bakanı’nın ziyaretinden sonra Bahçeli’nin Olcak Kılavuz’u görevden alması üzerine yüksek çıkarımlar yapıldı. Ancak bu ziyaretin Erdoğan talimatıyla yapıldığı ve görevden almanın da daha önceki günün işi olduğu ortaya çıktı. Bu arada daha önce de Bahçeli meclis kürsüsünden “pabuç bırakmayacağız” minvalinde bir çıkış yapmıştı. Ayrıca MHP çevreleri, görevden alma gerekçesi olarak, Kılavuz’un Halk TV’ye çıkıp konuşmasını gösterdi. Yani “dur bakalım daha neler olacak” hali henüz bitmiş, rota ortaya çıkmış değil. 

Özetle, bir yandan normalleşmenin ama diğer taraftan AKP-CHP koalisyonu gibi anormalliğin şahikası ihtimallerin konuşulduğu garip günlerden geçiyoruz. Siyaseti bıraktık, hayatın doğal akışına dahi uymayan tuhaflıklar, gayet rasyonel gerekçeler uydurularak normalleştiriliyor. Seçim sonralarında kafası biraz rahatlayan seçmen, yine sadece profesyonellerin -belki bir kısmının- “anlayabileceği” karmaşık senaryoların dehlizlerine doğru çekiliyor. Vatandaşın normalleşme istediği, bunun karşısında duranların zarar göreceği çok sık dile getiriliyor ama anormal dönemlerin alameti farikası belirsizlik, belirsizlik içinde bekletilmek yine yürürlükte. Bir zamanlar, yerini devretme ya da güvenli çıkış aradığı ileri sürülen Erdoğan’ın, şimdi de bir kez daha seçilmek için normalleşmeye ihtiyacı konuşuluyor. Daha yapılmadan, gerekçesi bu kadar değişen “normal” kimin işine yarar acaba?