Sesinizi çıkarmazsanız…

Dün Türk-İş Mayıs ayı açlık ve yoksulluk sınırı verilerini açıkladı. Dört kişilik bir ailenin “dengeli beslenmesi” için gereken gıda harcama tutarı, açlık sınırı Nisan ayına göre yüzde 7’den fazla artarak 18 bin 969 lira olmuş.  Mutfak enflasyonu bu kadar hızlı seyrediyor. Pazartesi günü enflasyon verileri açıklandığında bakalım gıda enflasyonu aylık olarak ne olacak. Buraya kadar okuduğunuzda fark ettiyseniz yoksulluk sınırı rakamından bahsetmedik bile. 62 bin lira olmuş. Bu rakama bakınca, aslında neredeyse tüm çalışanların yoksul olduğu görülüyor. Asgari ücret alan milyonlar varken, 62 bin liranın yetersizliğinden bahsetmeye cesaret bile edemiyoruz.

∗∗∗

Açlık sınırın Mayıs itibariyle 19 bin liraya dayandı ve yılın geri kalan kısmında da artışını sürdüreceğini biliyoruz. Muhtemelen Aralık ayına gelindiğinde 25 bin liranın üzerinde bir rakam göreceğiz.

Peki, asgari ücretin açlık sınırının mevcut seviyesinin bile 2 bin lira altında olmasına rağmen, iktidarın asgari ücrette bir değişiklik olmayacak açıklamasını nasıl yorumlamalıyız? İktidar bunu söyleme cesaretini nereden alıyor?

Enflasyon yüksek seyrettiği için siz farkında olmayabilirsiniz ama iktidar bir “dezenflasyon programı” uyguladığını söylüyor.  Bakan Şimşek’in uyguladıkları bu programa ilişkin “aldığımız tedbirlerin elbette yan etkisi olacaktır” derken açıkça neyi kastettiğini de biliyoruz. Sizin maruz kalacağınız şey işte bu “yan etkiler.” Bakan yan etki diyor ama sizin için doğrudan yol açacağı etkinin yoksulluk olacağını biliyoruz ve bunu da açıklanan verilerde görüyoruz. Asgari ücret ve açlık sınırı verileri bunun bir göstergesi.

Evet, Bakan Şimşek haklı, “yan etki” olur. Ama ne hikmetse bu yan etkiler hep ücretli çalışanlar, emekliler, işsizler gibi yoksul halk kesiminde görülüyor. Başkaları bu programın yan etkisini değil, faydalarını görüyor. Paranız çoksa, iyi faiz kazanırsınız. Yabancı yatırımcıysanız, iyi getiri elde ederseniz, ama yoksulsanız, daha fazla yoksullaşmak zorundasınız. Siz buna razı olmazsanız bu ülke nasıl düze çıkar, değil mi?

Bazı tuzu kuru “popüler ekonomistlerin” ücret artışları konusunda “beklenen enflasyona göre olmalıdır” açıklamaları sanırım iktidarın hoşuna gidiyordur. Beklenen enflasyona göre artış yapılması, gerçekleşen enflasyonun yarattığı tahribatı ortadan kaldırmaz.

Ama illa ki “beklenen enflasyona göre” artış öneriliyor, o zaman vatandaşın beklediği enflasyona göre artışı konuşalım. Çünkü enflasyonu doğru tahmin etme konusunda vatandaş, Merkez Bankasının anket gönderdiği “piyasa katılımcılarından” daha başarılı. Gerçekleşen enflasyon ile görüşü sorulan grupların tahminleri karşılaştırıldığında en yakın veri vatandaştan geliyor.

∗∗∗

Ama yine de unutmayalım ki ücret artışı enflasyon ilişkisi Türkiye’de, önce enflasyonun ortaya çıkması, sonra bu enflasyonun yol açtığı satın alma gücü kaybının bir kısmının telefi edilmesi şeklinde gerçekleşiyor.

Haziran ayı geldi. Asgari ücretin Temmuz ayında artırılmasını sağlamak için şimdiden konuşmaya başlamamız ve bu konuda kamuoyu duyarlılığını artırmamız gerekiyor. Aksi takdirde yılsonu geldiğinde asgari ücretin açlık sınırının yarısına düştüğünü görürüz. Sesinizi çıkarmazsanız olacağı budur.

Ya da boş verin asgari ücreti filan. Bakın Merkez Bankasının döviz rezervleri ne güzel artıyor. Bir taraftan yabancılar para getiriyor, diğer taraftan “yerliler” dövizlerini bozduruyor. İşte bunlara bakın ve sevinin. Niye sadece asgari ücret, emekli aylığı, enflasyon, açlık sınırı gibi sevimsiz verilere bakıyorsunuz?