Milyar dolarlık sır

Türkiye’nin en büyük sırrı, Türkiye’de birkaç şanslı isim dışında hiç kimsenin vakıf olamadığı bilgi nedir biliyor musunuz?

Söyleyeyim.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin serveti!

Türk iş dünyasının en büyük çatı kuruluşu olan ve her yıl kanun gereği mecburen üyesi olan milyonlarca iş adamı, esnaf, sanatkardan aidat adı altında toplam miktarı belirsiz para toplayan bu teşkilat yasal tanımına göre “Özel sektörün Türkiye’de mesleki üst kuruluşu ve yasal temsilcisidir. TOBB 81 il 160 ilçeye yayılmış 365 oda ve borsanın (Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Ticaret ve Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odası ve Ticaret Borsası) üst kuruluşudur”

74 yıldır üyesi olan kuruluşlardan para toplar.

İşte Türkiye’nin en büyük sırrı bu paranın miktarı ve tabii akıbetidir.

TOBB’un kasasında, banka hesaplarında kaç para var kimse bilmez.

Bu “resmî” kuruluşa her yıl aidat ödeyen 1,5 milyona yakın üye TOBB’un hesaplarına giremez, kaç lirası olduğunu bilemez, öğrenemez.

TOBB’un hesapları halka açıklanmaz, üyelere açıklanmaz. Genel kurulunda bile kimseye gösterilmez.

Bir büyük muammadır.

Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu TOBB’u denetler ama denetim sonucunu üyeleri dahil kimseye bildirilmez.

TOBB nasıl bir servetin üzerinde oturmaktadır bilinmez.

3 milyar dolar diyen de vardır, 7 milyar dolar diyen de, 10 milyar dolar diyen de!

En doğru tahmin 7 ila 10 milyar arası gibi görünür bilenler için ama yine de belirsizdir.

Çünkü özellikle bu dönemde bir yandan da iktidarın politikalarının ya da arzularının destekçisi, yapımcısı gibidir.

Yassıada’ya kullanılmayacağı baştan belli yatırımlar yapar mesela ya da TOGG’a milyarlar yatırır.

Ama üyesi ve kaynak sağlayıcısı olan 1,5 milyon özel sektör kuruluşuna yağmurlu havada su verdiği görülmemiştir.

Kuraklıkta zaten vermez.

Kriz anlarında iş dünyasına destek olmak, yardım etmek TOBB’un dertleri arasında değildir.

Yönetimi “sözde” de olsa seçimle belirlenen bir özel kuruluş, bir sivil toplum örgütü olarak üyelerinin hiçbir sorununa ilaç olmaz, hiçbir sorununu mesele yapmaz.

Ancak seçimli genel kurullarda birkaç hediye, lüks otellerde konaklama sağlar.

Başka da bir halta yaramaz.

TOBB yönetimleri iktidarlara ses çıkarmaz. Hak aramaz. Örgütlü gücünü ülke yararına, üyeleri yararına iktidarlara göstermez.

Gelen iktidar ağası, giden iktidar paşasıdır.

Taşın altına elini koymaz.

Üç maymundur TOBB yönetimleri.

Duymaz, görmez, söylemez!

Ama iktidarlar değişir, TOBB yönetimleri değişmez.

Üyeleri de buna gık çıkarmaz…


Bir Oda’da 53 yıl

Geçenlerde TBMM kürsüsünde Demokrat Parti milletvekili M. Salih Uzun oda başkanlarını eleştirdi ve Türkiye’de oda ve hatta sendika başkanlarının neredeyse kaydı hayat şartı ile yıllarca görevde kalmalarına yönelik haklı ifadeler kullandı.

Örnek olarak da TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun 24 yıldır TOBB Başkanı olmasından yakındı ve görev süresi bitinceye kadar toplam 29 yıl bu görevde kalacağını anlattı.

“Babanızın şirketi olsa sizi orda 30 yıl oturtmazlar, çocuklar gelir yerinizi alır” dedi haklı olarak.

Gerçekten de ATO’daki dönemini de sayarsak Rıfat Hisarcıklıoğlu 32 yıldır görevde ve birkaç yıl daha görevde kalacak.

37 yaşında aldığı bayrağı 71 yaşında bırakacak.

O da bırakırsa.

Çünkü odalarda, Hisarcıklıoğlu’ndan beterleri var.

En bilinen ve benim yıllarca eleştirdiğim bir örnek.

Rahmetli Nejat Ekrem Basmacı.

Nejat Bey, 1957 yılında 37 yaşında iken Türkiye Odalar Borsalar Birliği Konsey Başkanlığına seçilmiş ve 2010 yılına kadar bu görevini aralıksız sürdürmüştü.

37 yaşında başlamış, 90 yaşında bırakmıştı.


Köpek konusu Batı karşıtlarını Batıcı yaptı

Sokak köpekleri ile ilgili tartışmalar ilginç bir siyasal kırılma yarattı.

Demokrasi, insan hakları, hukuk gibi konularda Batı’nın örnek alınmasını isteyenler söz konusu sokak köpekleri ile mücadele ve bu köpeklerin sahiplendirilemeyenlerinin uyutulması söz konusu olunca Batı’da uygulanan bu standarda uymayı kabul etmiyor ve bunu insanlık dışı buluyorlar.

Buna karşın Batı’nın demokrasi, insan hakları, hukuk, adalet gibi kavramlarını Türkiye için pek de gerekli bulmayanlar sokak köpekleriyle itlaf yoluyla mücadele söz konusu olunca birdenbire “Batıcı” kesilip “Bakın medeni Batı bile böyle yapıyor” diyorlar.

(Ha bir de zaten kötü kalpli oldukları bilinenler var ki, onlar her şeye karşı oldukları gibi sokak hayvanlarını yaşamasına da karşılar.)

Söz konusu köpekler olunca Batı’dan nefret edenler birdenbire Batıcı kesiliyor.

Türkiye’ye Batılı bir ülke olarak görmek isteyenler ise Doğucu.


Türbülans

Son günlerde sıkça türbülans haberleri duymaya başladık.

Önce bir Singapur Airlines uçağında türbülans nedeniyle bir yolcu öldü, pek çok yolcu ağır yaralandı. Dün de THY’nin İzmir seferinde uçağın türbülansa maruz kalması sonucunda bir hostesin beli kırılmış.

Belli ki, önümüzdeki dönemde küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı olarak daha fazla benzer olaya tanık olacak, maruz kalacağız.

Genelde yolcuların hava boşluğu olarak tanımladığı türbülans aslında hava akışındaki düzensizlik ya da genelde aşağı veya yukarı yönlü ani rüzgarlardan nedeniyle oluşur. Akışkanlar dinamiğinin konusudur.

Şiddetli türbülans denilince aklım hep rahmetli Demirel gelir.

1995 yılıydı.

Cumhurbaşkanı Demirel kalabalık bir heyetle Güney Amerika turuna çıkmıştı.

Ve son durak Brezilya’dan sonra Türkiye’ye dönüş yoluna çıkılmıştı.

180 kişilik heyet, THY’den kiralanan Dalaman uçağı ile Atlas Okyanusu üzerinde uçarken ani bir türbülansa girdi. (Evet o zamanlar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlarının özel uçak filosu yoktu ve THY uçakları ile uçarlardı. İtibarsız bir ülke idik! Herkes bizimle dalga geçer ‘Aaa, zavallı Türkler bir özel uçakları bile yok’ derlerdi)

Uçak önce 65 metrelik bir irtifa kaybı yaşadı.

Tam bitti derken ikinci bir türbülans oldu.

Bu kez uçak bir iki saniye içinde 300 metre irtifa kaybetti.

Yolcular bir dağıldı.

Ve hemen ardından felaketin büyüğü yaşandı.

Koca Airbus A 310 bir anda 1000 metrelik bir irtifa kaybı yaşadı.

O sırada ayakta olan Süleyman Demirel bir anda uçağın tavanına yapıştı.

Sonra oradan koridora taş gibi düştü.

Herkes korku içinde fırladı.

Zemindeki Demirel’in ilk sözü ‘Nazmiye iyi mi?” oldu.

Allah korumuş, yüzü kafası koltuklara çarpmamış, bir yeri yarılıp, kırılmamıştı.

Gülerek kalktı, “Merak etmeyin. Biz siyasette çok düştük çok kalktık. Alışığız düşmeye, düşürülmeye” dedi.

Çok kızdım çok eleştirdim ama bugün Demirel’i özlediğimi fark ettim.

Türbülanslara dönersek.

Zannederim bundan böyle uçaklarda güvenlik anlayışı değişecek.

Muhtemelen kemerler sürekli bağlı tutulacak ve daha önemlisi servis araçlarının belki de sabit bir ray üzerinde kullanılması bir kural haline gelecek.

Yoksa onlarca kiloluk bir “trolley”in uçakta üzerinize doğru uçtuğunu düşünsenize!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Güçlülük haklılık olmadığı zaman.