2000’li yılların başları, AKP iktidarının “parlak dönemi” olarak adlandırılan zamanlar. Dünyada faizlerin düşük, Türkiye’de yüksek olduğu yıllar. Belki hatırlarsınız. Yabancılar kendi ülkelerinde, kendi para birimleri üzerinden düşük faizle borçlanıp, Türkiye’de yüksek faize yatırarak büyük paralar kazanıyordu. “Carry trade” dedikleri, “aldım verdim ben senden kazandım” diye okuyabileceğiniz işler. Ülkeye döviz girişi bol olduğu için kurlar düşük seyrediyor, yabancılar elde ettikleri yüksek TL faizini bu düşük kurlardan kendi parasına çevirip büyük bir getiri elde edebiliyordu. Dolar faizinin yurt dışında yüzde 1, yüzde 2’lerde seyrettiği zamanlarda, Türkiye’de yüzde 20-30 civarında kazanmak mümkündü. Hatta bu durum öyle bir hal aldı ki “Japon Ev Kadınları,” Japon Yeni üzerinden sıfıra yakın faizle borçlanıp Türkiye’de yüksek getiriye akın ediyordu. İnternette bir arama yaparsanız bu konuda çok sayıda haber görürsünüz. Faiz yüksek olunca elbette alıcısı da çok oluyordu.
Bu durum sadece yabancıların yüksek faiz kazanması ile sonuçlanmadı, aynı zamanda Türkiye’de üretimin dışa bağımlılığını da artırdı. Hammadde ve ara mal ithal etmek görece ucuzladığı için ithalatta önemli ve kalıcı bir artış olurken, ülkede ara mal üretimi de azaldı. Bugün dış ticaret verilerine baktığınızda ithal ürünlerin kompozisyonu bu durumu gösteriyor.
Bir taraftan yüklü faiz ödemesi nedeniyle, diğer taraftan artan ithalatla ülkeden çıkan döviz, zamanla işlerin bozulmasına yol açtı. Kurlar yükseldi, ülke ödemeler dengesi riski ile karşı karşıya kaldı.
Ekonomide “Parlak dönem” olarak bilinen zamanlar aslında hiç de parlak değilmiş. Ver yüksek faizi, girsin yabancı fonlar, sen de kendini başarılı say dönemiydi.
Bugünler de aslında o günlerden pek farklı değil. Yeni ekonomi yönetiminin tüm kurgusu, faizi artır, yabancılar gelsin, bunu sonucunda kurlar baskılansın biz de mutlu mesut yaşayalım.
Politika faizi yüzde 50’ye çıkarılınca TL üzerinden faiz kazanmak yabancılar için cazip olmaya başladı. Bugün dünyada en yüksek ikinci faizi veren ülkeyiz. Arjantin’de bile politika faizi bizden düşük. Bu faizden yararlanmak için gelmeye başladılar. Ama gelenlerin kim olduğunu bir daha hatırlayalım:
“yüksek faizciler.”
Yabancı fonların Türkiye’deki enflasyon ile ilgilendikleri yok. TL üzerinden elde edilecek reel faiz gibi kavramlara da baktıkları yok. Onlar yüksek faizden elde ettiklerini burada harcamayacaklar, alıp gidecekler. Diyebilirsiniz ki, ama kur riskini üstleniyorlar. Hayır, onu da swaplar üzerinde bertaraf ediyorlar. Kemiksiz kazancı rahatlıkla elde ediyorlar. Seçimlerden bugüne kadar swap kanalı üzerinden gelen döviz miktarının 16 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Bankalar kendilerine tanınmış olan swap limitlerine ulaşmak üzereler. Şimdi, yabancılar bu limitlerin artırılması durumunda milyarlarca doların daha Türkiye’ye gelebileceğini söylüyor. Gördüğünüz gibi yabancılar ülke ekonomisine güvendikleri, geleceği parlak gördükleri için buraya gelmiyorlar. Kur riski taşımadan yüksek faizi alıp gitmenin peşindeler. Haksız da değiller. Siz, neredeyse risksiz yüksek faizi ödemeye razı oldukça, onlar da alırlar.
Ama bildiğimiz bir şey var: daha önce olduğu gibi şimdi gelenler de geldikleri gibi gidecekler. Giderken de sadece getirdiklerini değil beraberinde burada elde ettikleri yüksek faizi de alıp gidecekler. Dün kendi blokunda yayımladığı yazıda Prof. Dr. Özgür Orhangazi hoca, ülkenden çıkan dövizin yüzde 30’unun yabancıların faiz ve kar transferinden kaynaklandığını, son 22 yıllık dönemde bu tutarın 300 milyar doları aştığını hesaplamış.
Onlar paraları alıp giderken, bize kalan ne olacak?
Şimdi anladınız mı rasyonelin ne olduğunu? Ver yüksek faizi, gelsin yabancılar.