Cumartesi günü CHP’nin İstanbul’da Saraçhane’de 13’te düzenleyeceği "Büyük Eğitim Mitingi"ni izlemek üzere evden çıkıyorum. Önce vapurla Eminönü sonra tramvayla Beyazıt. 12.30 gibi yürüyerek alana yaklaşıyorum. CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel’in de katılacağı 31 Mart seçimleri sonrası bu ilk mitingde kalabalığın yoğun olacağını düşünüyorum. Ancak alan daha önce burada izlediğim mitinglerle karşılaştırdığımda hayli boş. Kimi atanamayan öğretmenlerin alanda fişlenme korkusu yaşadığından gelemediğini kimi seçim süreci içinde olunmadığından bahisle kitlenin azlığını açıklamaya çalışıyor. Elbet bunların da payı vardır ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önünde kurulan platformda İstanbul Buluşması yazıyor. Ve bu buluşmada katılım az kalıyor.
Mitingin yapıldığı yerin yakın Türkiye siyaseti açısından önemi var. CHP’nin öne çıkan isimlerinden Ekrem İmamoğlu’nun "iyi gününde" ve "kötü gününde" halkla buluştuğu yer. Kendisi burayı "milletin evi" olarak tarif ediyor. Bir "ruh da var" Saraçhane’de. Kökeni 1961’deki işçi yürüyüşüne dayanan ama İmamoğlu’nun son dönemde yeniden halkla beraber haksızlıklara karşı buluşma ve direnme alanı. Ancak Özel, önce 1 Mayıs’ta Taksim’e yürümek üzere Saraçhane’ye çağırdığı kitleyi orada kısa bir açıklama yaptıktan sonra geride bırakıp alandan ayrılıyor. Ardından cumartesi günü düşük katılımlı bir miting düzenleniyor.
CHP’nin öne çıkan iki isminin Özel’in ve İmamoğlu’nun bir süredir performans düşüklüğü içinde olduğunu düşünüyorum. 31 Mart’ta gelen başarının ardından; şekli ve yol haritasını tam olarak çalışmadıkları anlaşılan "iktidarla yumuşuma-müzakere" sürecinde yaşananlar bana bunu düşündüren. Elbette liderler ve partiler görüşecek ama şekli, kapsamı nasıl olacak? Kamuoyuna yansıyan ve yalanlanmayan bir örnek. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın özel kalemi Hasan Doğan generallerle ilgili sağlık sebepleri gerekçesiyle tahliye talebini Whatsapp’tan, Erdoğan-Özel görüşmesine katılan Namık Tan’a şöyle iletmiş:
"Sayın Özgür Özel’in Cumhurbaşkanımıza söylediği Paşalar konusu çözüldü. Sayın Genel Başkan’a iletebilirsiniz.” (Kaynak: Şaban Sevinç)
1000 günü aşan süredir yaşlılık ve hastalık sebebiyle serbest kalmaları gereken generaller bir görüşmenin ardından bırakılıyor. İçinde bulunulan sistemin itirafı bu tabii ama aynı zamanda muhalefet açısından da "tek güç sahibinin meşrulaştırılması." Cumhurbaşkanına ismi iletilenler ve iletilemeyenler diye bir durumun ortaya çıkması. Muhalefetin sistemin tamamının değişmesi için mücadele edip herkes için adalet isteğini ve talebini yükseltmesi, konuşması gerekmez mi? Emekli generallerin tahliyesiyle Kobani davasında alınan kararların aynı güne rastlaması ya da Yargıtay’a atanan cumhuriyet başsavcısının Anayasa Mahkemesi kararına uymayan bir isim olmasını ayrı ayrı değerlendirmek mümkün mü? Sinan Ateş cinayeti iddianamesinde yaşananlardan Ankara Emniyeti’nde meydana gelen karşılıklı hamlelerin getirdiği risklere kendi zeminini-durduğu yeri belirginleştirmenin, artık iflas etmiş cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yerine önerilenin (mesela parlamenter sisteme dönüş) daha çok vurgulanmasının değerli olduğu ortada değil mi?
Cumartesi günü iktidar ortağı, devlet içinde belli bir gücün merkezi MHP’nin ve Lideri Devlet Bahçeli’nin "yumuşamadan" ne anladığını açıkça ortaya koyduğu konuşma da önemliydi:
"Yumuşama beklentimiz usulde değil üslupta olmalıdır."
Bahçeli’nin "usül" dediği başta hukuk özellikle son sekiz yılda inşa edilen yapı. Anayasa Mahkemesi’nden AİHM’e alınan kararlara göre, yeri geldiğinde eleştiri yeri geldiğinde kapatma talebi yeri geldiğinde uymama keyfiyeti. Tüm bu oluşturulan düzen içinde; bir şekilde birbirine dokunan, kapsayan, kararlarla topluma mesaj veren "hukuk." Ve tüm bu sistemde yumuşama, normalleşmeyi mümkün kılma yolunun iktidarla görüşmeye kadar hatta daha çok halkın önüne yeni bir öneri getirmek, beraber oluşturmak olduğunun ne kadar farkında olduğunu anlamadığım ana muhalefet.
Tüm bunlar yaşanırken bir de uçak ve içindeki gazeteciler konusu gündemde. İmamoğlu’nun İstanbul’da düzenlenecek 2027 Avrupa Olimpiyat Oyunları için kiraladığı uçakta gidenler. Erdoğan’ın Airbus 330’u mu, İmamoğlu’nun Boeing 737’si yazıları-karşılaştırmaları… Ne yazık benzerlikler üzerinden anılmak-tartışılmak. Ama esas fark yaratacak bu düzenin dışında bir profil değil mi? Mesela tarifeli bir uçakla; belki daha az sayıda, olması gerektiği gibi gelen tüm gazetecilerin yoldan konaklamaya kendi masraflarını ödediği…
İmamoğlu benim alanda da izlediğim önemli bir siyasi figür. Halkla kurduğu ilişkiyle, kimseyi ötekileştirmeden başta sosyal yardımlar yaptığı belediye hizmetleriyle çabasının takdir edildiği de son seçimlerde aldığı oyla ortaya çıktı. CHP içinde değişim sözünü ilk dile getiren İmamoğlu ve partinin Genel Başkanı Özel. İkisi de sadece kendi partileri için değil Türkiye’nin geleceği için de önemli isimler. Eleştiriye tahammülsüz iktidar liderlerine benzemeliler. İster müzakere ister harcama şekli ve şeffaflığa önem vermeliler.
Son bir not; bu "ikilinin" dışındaki üçüncü isim üstüne. Sessizce ve iyi çalışan, az ama öz konuşan anket sonuçlarına göre; halkın önemli beğenisini kazanan Mansur Yavaş… CHP’nin içindeki üç güçlü ismin, birbirleriyle iyi bir ilişki kurmaları, en önemlisi eskiyi değil yeniyi önermeleri gerekiyor. Bir soruyla bitireyim. Kullandığın-kiraladığın-ağırlama yaptığın uçakta mı yoksa çarşıda-pazarda halkın arasında sokakta mı sevilen-güvenilen lider olunur? İkisi de önemlidir, ayrı yeri-ağırlığı vardır diyenlere memleketin yakın siyasi geçmişine bakmalarını, liderlerin "irtifa yükseldikçe" sokaktakileri gözden kaçırdıkları, eskisi kadar anlayamadıkları örneklere bakmalarını öneririm.