Özel 1 Mayıs’ı iyi yönetemedi; zayıf tükürük sakal ıslatır

1 Mayıs; önce kişisel izlenimler…

Diz kapağımdaki bir sorun yüzünden doktor yürümemem gerektiğini söyledi ama 1 Mayıs Emek Bayramı’nda bir gazeteci olarak evden olanları seyretmeyecektim elbet…Sabah 5.00’ten itibaren ulaşım neredeyse tamamen durdurulduğundan Saraçhane’ye Aksaray üzerinden gelmem sağlık sorunu nedeniyle mümkün olamayacak diye Beşiktaş’tan Taksim’e doğru gitmeye karar verdim. Elbette kulağım ve gözüm Saraçhane’de olarak. Evin yakınındaki duraktan otobüse binerken “Ortaköy’e kadar gidiyor sonrası kapalı” diye herkes gibi uyarıldım. Ortaköy Meydanı’nda polisin kestiği alanda inip yürümeye başladım. Yıldız Parkı’nın orada bacağım ilk olumsuz sinyalleri vermeye başladı. Yanımdan ellerinde koca bavullarla, şaşkınlıkla ve zorlanarak geçen turistleri, taksi ya da herhangi bir araç arayan her yaştan kimi çocuklu kimi yaşlı pek çok insanı görünce utanıp ağrı kesicimi alıp devam ettim. Beşiktaş Meydanı’na geldiğimde vapur iskelesinden itibaren ellerinde kalkanları, gaz fişekleri, hatta uzun namlulu silahlarıyla polis yoğunluğunu görmeye başladım. Barbaros Bulvarı’na doğru TOMA’lar birkaç zırhlı araç hazır edilmişti. Beşiktaş Çarşısı’nın girişi-çıkışı pek çok sokağı polis yazan demir parmaklıklarla kapalıydı. Kontrollü olarak açılan kısımlardan yaya girişi-çıkışına izin veriliyordu. Çarşı’nın içinde çalışan ve müşteriden çok güvenlik güçleri vardı. Akaretler’den sonra yayaların da ileriye doğru geçişi zorlaştırılmıştı. Çarşı’da bir süre bacağımın ağrısıyla baş etmeye çalışıp tekrar Ortaköy’e doğru yürümeye başladım. Ben Beşiktaş’a varmadan Taksim’e yürümeye çalışan bir gruba polis sert bir şekilde müdahale etmiş ama ben şahit olmadım.

Gidiş-dönüş yolunda hissettiklerim…

Kendi şehrimde, sokağımda, meydanımda polislerin arasında yürümek… Ulaşımın-özgürce seyahatin hatta kendi evinin sokağına girmenin-çıkmanın mümkün olamadığı kimi yerler… Kesilen trafik … Neden? Taksim’de, Anayasa Mahkemesi’nin deyimiyle “emeğin hafızasının olduğu alanda” bayram yapılacak diye. Daha önce üç yıl bunun önünü açan, hatta bununla övünen iktidarın keyfi bu yıl (yıllardır) böyle istiyor diye…

1 Mayıs, Saraçhane ve CHP üzerine izlenimler…

31 Mart seçimlerinin birinci partisi CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel, 9 Nisan günü Sabah’a yaptığı açıklamayla, seçimlerden yenilgiyle çıkan, bununla ilgili kendi tabanı-yönetimi dahil bir özeleştiri sürecine giren, zorlanan iktidar partisine; Cumhur İttifakı’na önemli bir el uzattı. “Makama saygı” manşetiyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşebileceğini söyledi. O günden bugüne Türkiye’nin öne çıkan gündem maddesi “ikili ne konuşacak”… CHP liderini “kutuplaşmayı kırmak için önemli adım attı” diye kutlayan da zora girmiş, “Erdoğan’ın liderliğini-meşruiyetini yeniden görünür kıldı” diye eleştiren de var. Özel ise “hem müzakere hem mücadele” diye tanımlıyor tavrını. Erdoğan’ın ihtiyacı olan özellikle anayasa değişikliği. Bu konuda iktidar ortağı MHP’nin de “çerçevelediği mevcut yapı içinde fazla değişiklik yapmadan” muhalefetin de desteğini alarak yürümek istiyor. Gücünden-kazanımlarından taviz vermeden, bunu paylaşmadan, kuvvetler birliğini sürdürerek bir daha seçilebilmesinin zeminini hazırlarken aynı zamanda ekonomik krizle boğulmuş halkın konuşma konusunun başka bir noktada olmasını arzu ediyor.

Özel, müzakere derken hayalini “emekli zammı CHP’li belediyelerin borç durumu-Hazine garantisi” gibi yerlere konumlarken Erdoğan, anayasa ve muhalefet içinde yeni güç dengeleri ile farklı bir siyasi mühendislik yapıyor. 1 Mayıs günü iktidarın talimatıyla Saraçhane’ye barikat kuran polislere bakıp “Anayasa böyle mi; bu şartlarda mı yapılacak”, “İşte yılın fotoğrafı” diyenleri ilgiyle izliyorum. Son sekiz yılda böyle kaç “yılın fotoğrafı”nı verdi iktidar, siz yeni mi şaşırıyorsunuz? Polis Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına kelepçe taktığında okullarından uzaklaştırılan akademisyenlerin cüppelerinin üzerine bastığında, sabaha karşı gazeteciler muhalif siyasetçiler evlerine yapılan baskınlarla içi boş iddianamelerle hapse konulduğunda o fotoğraf canlanmadı mı zihninizde? Saraçhane iktidar adına bir devamlılıktır.

Ama burada halk adına talihsiz olan, ümitsizliğe sürükleyen CHP’nin dün sergilediği tutumdur.

Açıklayayım…

Müzakere konusunda iktidara alan açan Özgür Özel, mücadele konusunda umut vermedi. Tüm emekçilere “Saraçhane’de buluşma, oradan Taksim’e yürüme çağrısı yapan” Özel, polis barikatının orada durup iktidara haklı ama bilinen eleştirileri sıralayıp (onu Ankara’da da yapabilirdi) alandan ayrıldı.

“Ne yapsaydı, yani gerginlik mi çıkarsaydı?” diye sorulabilir. İşte buradan sonrası ‘yaratıcı siyasete’ giriyor. Önce şu tespiti yapayım. Bir lider “Düşün arkama, Taksim’e gidiyoruz” dedikten sonra Saraçhane’de duruyorsa, bir daha “Düşün arkama” dediğinde kitle iki kere düşünür. Üstelik bu Özel’in ilk ‘freni’ değil. 8 Kasım 2023’te Can Atalay ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararına Yargıtay’ın uymaması üzerine şöyle söylemişti:

“Tüm halkımızı bu darbe girişimine karşı direnmeye davet ediyoruz. Örgütümüzden, sivil toplumdan, meslek örgütlerinden gelecek her reaksiyonu sonuna kadar destekliyoruz. Türkiye Barolar Birliği'nin yarınki olağanüstü toplantısını önemsiyoruz, girişimlerini destekliyoruz. Bundan sonra onların, sivil toplumun, meslek örgütlerinin yanındayız. Önlerinde olmamız gerektiğinde önlerinde olacağız. Onların direnişine karşı, halkın mücadelesine karşı hem birer nefer olarak CHP'nin tüm milletvekilleri, tüm üyeleri olmaları gereken her yerde olacaklardır. Sokaklarda, meydanlarda direneceğiz, bu hukuksuzluğa teslim olmayacağız. Mücadelemiz büyük bir dirençle başlayacak ve sürecektir. Ne tek adama ne onun ittifak ortaklarına ne de Anayasa'ya darbeye cüret edenlere teslim olmayacağız.”

Bunun gereği yapıldı mı? Hayır. Bu arada Saraçhane’den öteye geçilmeyeceği tahmin ediliyor, biliniyorsa Saraçhane’de elbette barışçıl ama yaratıcı bir gösteri yapılamaz mıydı? Esas soru. Çağırdığın kitle son kişiye kadar alandan ayrılmadan, konuşmanı yapıp gitmek doğru bir hareket midir? Özel’in Saraçhane’de ortaya çıkardığı duruşla ilgili görüşüne başvurduğum bir kıdemli siyasetçi, sosyal demokrat önemli bir siyasetçinin bir cümlesini hatırlattı: Zayıf tükürük sakal ıslatır…

Bu arada…Özel’in yanında beraber yürüyen Ekrem İmamoğlu için Saraçhane önemli bir yerdir. Orada haksızlıklar duvara çarpmıştır. Ama dün itibariyle Anayasal bir hakkın, barışçıl gösteri-yürüyüş hakkının duvara çarptığı yer haline de gelmiştir. İmamoğlu da dün verdiği fotoğrafla her zamanki çizgisinin dışında bir görüntü vermiştir.

Bitirirken…

Özgür Özel, dün iktidarın çizdiği çizginin içinde kaldı. Bugünkü görüşme öncesi moral üstünlük hem de 31 Mart yenilgisine rağmen Erdoğan’a geçti. Kutuplaşmayı ortadan kaldırmak, partilerin-liderlerin görüşmesi, normale, huzurlu günlere dönüş elbette son derece saygın istekler. Ama yaşanan tablo; liderlerle konuşurken, muhatap alınması-kazanılan çok sayıda belediyeyle hizmet edilerek ikna edilmesi gereken kitlenin, esas muhatabın halk olduğunu hatırlattı. Özgür Özel, AKP Genel Merkezi’nde Erdoğan ile konuşurken konu Anayasa’ya geldiğinde “konuşmak için memlekette bir demokratik zemin olmadığını, önce bunun kurulması gerektiğini de” söyleyecektir. CHP’nin parlamenter sisteme dönüş konusunda ısrarlı olması Türkiye’nin geleceği açısından önemlidir. Yazıda son söz saygın Anayasa Hukukçusu Serap Yazıcı Özbudun’un Yeni Arayış’ta yaptığı bir analizden.

“Bugün yürürlükteki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini yaratan 21 Ocak 2017 tarihli 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu, olağanüstü halin ifade ve katılma hürriyetlerini kısıtladığı bir ortamda TBMM’ye ve halkoyuna sunulmuştur. 16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasında mevzuata aykırı olarak mühürsüz oy pusulaları geçerli kabul edilmiştir. Bu ise Anayasa değişikliğinin meşruiyetine gölge düşürmüştür. Dolayısıyla bu noktada üzerinde durulması gereken en önemli soru, Türkiye’nin bugün içinde olduğu koşullarda ifade hürriyetiyle bu hürriyetten türeyen bilim ve sanat, toplantı ve gösteri yürüyüşü ve basın hürriyeti gibi hürriyetlerin alanının ne olduğu, vatandaşların karar alma sürecine katılma kanallarının ne ölçüde mevcut olduğu meselesidir. Maalesef Türkiye, bu anayasal hürriyetler yönünden MGK yönetiminin yarattığı koşullardan daha iyi bir noktada değildir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, olağanüstü hâl yönetiminin yarattığı anayasasızlaştırma ve otoriterleşmeyi kurumsallaştırmıştır.”

Yazıcı’nın sorguladığı “vatandaşın karara katılım kanallarının tamamen kapalı olduğunu” biliyoruz. Bakalım bugün ne olacak, kanallar lider konuşmalarının dışında halkın, kitlelerin katılımına da açılacak mı?