Türkiye’de 1950, 1965, 1983, 2002 gibi iktidar partisi için büyük başarıyla sonuçlanan genel seçimleri izleyen ilk yerel seçimler bir yana bırakılırsa, iktidarların yerel seçimlerdeki oyları bir önceki genel seçime nazaran düşer. Örnek 1977 ve 1989 seçimleridir. Hatta 2014 seçimleri dahi bu kümeye eklenebilir. 2024 yerel seçimlerinde AKP’nin ciddi şekilde oy kaybedeceği hissediliyordu. Oy kaybının şimdi ortaya çıktığı üzere bir yer kaymasıyla sonuçlanacağını ise kimse beklemiyordu. O zaafın nedeni bütün ilginin İstanbul seçim sonuçlarına yoğunlaşması, Anadolu’nun ihmal edilmesi, hiç değilse gözden uzak kalmasıydı. Oysa, 2024 seçimleri genel seçimlerden 10 ay sonra yapılacak ve iktidarın güven oylaması olacaktı. Hele seçim takvimi ve adayların hiç değilse iki üç ay önceden belirlendiği düşünülürse güven oylaması dediğim durum 8 ay sonra gerçekleşecekti.
İki faktör bu ‘referandumda’ rol oynayacaktı. Birincisi, yaşanan ekonomik krizin genel seçimlerde sorulamayan hesabının kapatılmasına duyulan ihtiyaçtı. Bu kesindir. Halk genel seçimlerde ertelediği sorgulama ve cezalandırma işini bu seçimde yapacaktı. İkincisi, neden o hesabın 2023 Mayıs genel seçimlerde sorulmadığıyla ilgilidir. Sorulmadı, çünkü, o seçimler hem seçim başkanlık seçimiydi ve toplumsal mutabakat (her ne kadarsa o kadarıyla) hala Erdoğan’a dönüktü hem de muhalefetin örgütlenme dağınıklığı, güven uyandıramayan manevraları, yönetimde yaşaması muhtemel sıkıntıları duyumsatan kompozisyonu ilginin Erdoğan üstünde yoğunlaşmasına yol açtı. Garip bir biçimde 2023 seçimi tam manasıyla başkanlık seçimi, bir tür yerel yönetim seçimi, 2024 seçimi de genel seçim olarak görüldü.
Soldan bakan birisi için merkez kavramı ürkütücüdür ama merkezin de kendi renkleri ve tonları var. 1973-1980 arasının sol CHP’si bir daha yaşanmayacakken, CHP, muhtemelen zamanın Adalet Partisi veya ANAP’ı gibi merkezde konumlanmış, modern, Batılı, ılımlı laik, halka dönük ama yönetici kadrolarıyla seçkinci bir parti olmayı tercih edecektir ki, CHP tüm tarihi boyunca tam da bu nitelikleri taşıyan bir parti olmuştur.
Bu tür faktörlerin ortadan kalkmasıyla 2024 yerel seçimlerinde hükümet doğrudan doğruya sorgulandı ve beklenmeyen bir yer kaymasıyla CHP lehine neticelendi. Hiç su götürmez şekilde 2000 sonrası politik tarihin en önemli dönemeçlerinden biri olan bu gelişme hakkındaki bazı düşüncelerimi erken bir eskiz halinde belirtmek istiyorum.
1. CHP’nin aldığı % 37 oy oranı birkaç açıdan başarıdır. Her şeyden önce Özgür Özel’in belirttiği gibi % 25’lik tavan delinmiştir. O tavanı önce Deniz Baykal sonra da on yıldan uzun bir süre Kemal Kılıçdaroğlu inşa etti. Kılıçdaroğlu döneminin muhasebesini çok iyi yapmak gerekir. Kılıçdaroğlu yıllarından kalan kadrolar ve ideolojik tutum partide yeniden değerlendirilmelidir. Çok önemli bir husustan söz ediyorum. Çünkü CHP’de cereyan eden genel başkanlık değişiminin henüz oturmamış, havada kalan kısmı da bu suretle tamamlanabilir ve parti üst kademesi bu suretle pekişebilir ki, açılan yeni dönemde Özel’le İmamoğlu arasındaki ilişkinin konsolidasyonuna bugünkünden çok daha fazla ihtiyaç duyulacağı açıktır.
2. CHP, başarısının önemli bir bölümünü AKP’nin yenilgisine borçludur ve CHP başarısıyla AKP yenilgisi birbirinden ayrı iki unsurdur. On ayda seçime katılım %10’dan fazla düşmüştür. 61 milyon seçmenin 13 milyonu sandığa gitmemiştir. Bu çekimser davranışın daha ziyade AKP seçmeninden geldiği ve kendi partisini cezalandırmak isteğine dayandığı açıklıkla görülüyor. CHP’nin küskün kitleyi dönüştürerek kendi tabanında tutması önündeki en önemli sorundur. %37 oy büyük bir oy patlamasıdır ama ne kadar sabit olacağı konusunda şu andan bir şey söylemek olanaksızdır. Şartlara bağlıdır.
2000’ler boyunca CHP Batı sahil şeridine sıkışmış bir partiydi. Şimdi Ankara, Kırıkkale, Kırşehir dahil olmak üzere Anadolu içine kadar uzanıyor. Sahil şeridinin ikinci hattı olan Bursa, Bilecik, Kütahya, Uşak, Denizli hattını da yitiren bir AKP’nin kendisine tutsak olmaktan başka şansı yoktur. O kesimi yitirmenin ekonomik sıkıntılarını AKP yönetimde de hissedecektir.
3. Tam bu noktada şunu belirtmek gerekir: o kitleyi tabanında tutmak için CHP’nin yeni bir dönüşüme ihtiyacı var. O dönüşüm mutlak surette ideolojik olmalıdır. Ne var ki, bugüne kadar yapılan bunca sınamadan sonra CHP’nin daha sola dönük bir ideolojik dönüşüm geçiremeyeceği artık anlaşılmıştır. ‘Atatürk’ün kurduğu parti’ türünden cümlelerin daha fazla telaffuz edilmediği, edildiğinde de partiye ek bir güç kazandırmadığının görüldüğü bir ortamda ideolojik dönüşüm muhtemelen daha merkeze kaymak şeklinde gerçekleşecektir.
4. Soldan bakan birisi için merkez kavramı ürkütücüdür ama merkezin de kendi renkleri ve tonları var. 1973-1980 arasının sol CHP’si bir daha yaşanmayacakken, CHP, muhtemelen zamanın Adalet Partisi veya ANAP’ı gibi merkezde konumlanmış, modern, Batılı, ılımlı laik, halka dönük ama yönetici kadrolarıyla seçkinci bir parti olmayı tercih edecektir ki, CHP tüm tarihi boyunca tam da bu nitelikleri taşıyan bir parti olmuştur. Böyle bir partinin bölüşüm ve paylaşım politikalarında nispeten hakçı (‘halkçı’ değil) tutumu ile siyasal ve toplumsal etik kurallarına Batıdaki merkez partiler kadar uyum göstermesi yeni konumunu tamamlaması bakımından yeterli olacaktır. Bu planda dayandıkları tabanlar itibariyle Özel’le İmamoğlu arasında, tıpkı zamanında Gül’le Erdoğan arasında olduğu gibi, bazı çelişkilerin ve farkların olduğu açıktır.
5. Başarı dağılımını haritada izleyince ilginç bir durum ortaya çıkıyor ve yukarıda vurguladığım noktayı somutlaştırıyor. 2000’ler boyunca CHP Batı sahil şeridine sıkışmış bir partiydi. Şimdi Ankara, Kırıkkale, Kırşehir dahil olmak üzere Anadolu içine kadar uzanıyor. Sahil şeridinin ikinci hattı olan Bursa, Bilecik, Kütahya, Uşak, Denizli hattını da yitiren bir AKP’nin kendisine tutsak olmaktan başka şansı yoktur. O kesimi yitirmenin ekonomik sıkıntılarını AKP yönetimde de hissedecektir. Anlaşılan, bu iller ve hemen arkasında yer alan Bolu, Eskişehir, Afyon, Burdur hattı yeni bir sosyoloji üretmiştir. Son derecede dikkatli incelenmesi gerekir. O kentlerin sol değil sağ tarafından yönetilmek istendiği ve yukarıda saydığım unsurları benimsediği açıktır. Tekrarlarsam, AKP o kentlerin ürettiği sosyolojiden hatta sermayeden koparak daha fazla kendisini dönüştüren bir politika üretemezken CHP’nin kendisine nasıl bir yeni iskelet kuracağı da berrak bir şekilde ortaya çıkıyor.
AKP’nin zor bir yönetişim problemiyle karşı karşıya geldiği açıktır. Değindiğim demografik durum nedeniyle yönetişim problemi git gide ağırlaşacaktır. AKP yerel yönetimlerde muhalefet, genel yönetimde iktidar olacaktır.
6. Devam edelim. Doç. Dr. Hamid Akın Ünver’in yaptığı hesaplamayla bakarak hangi partinin kaç milyon kişiyi yöneteceğini görelim. CHP: 53 milyon (nüfusun %63’ü), AKP 20 milyon (%23’ü), YRP 2.5 milyon (%3.1), MHP 2.5 milyon (%3), DEM 6 milyon (%7). AKP’nin bu koşullarda toplumsal azınlığa düştüğü, CHP’nin yöneteceği nüfusun neredeyse üçte birini yöneteceği çok manidar bir durum ortaya koyuyor. DEM ise başlı başına bir olgudur, değineceğim.
7. AKP’nin zor bir yönetişim problemiyle karşı karşıya geldiği açıktır. Değindiğim demografik durum nedeniyle yönetişim problemi git gide ağırlaşacaktır. AKP yerel yönetimlerde muhalefet, genel yönetimde iktidar olacaktır. Böyle bir problemle hiç karşılaşmamış bir partinin nerelerde zorlanacağını görmek için dahi olmak gerekmez. Türkiye’de yaşanan krizlere yeni bir krizin eklendiği muhakkaktır.
8. Seçmen, Altılı Masa saçmalığını da ona dahil olan minör partileri de hatta İYİP gibi bir ucubeyi ve hiçbir şey olamayan ZP’yi de tasfiye etmiştir. Seçmenin bütünüyle merkez siyasetinden yana olduğu ve her fırsatta iki partili sistemi istediği, koşullarını oluşturduğu ve zorladığı görülüyor. Öteden beri öne sürdüğüm tezimle Türkiye gibi ülkelerde Üçüncü Partinin anahtar olacağını söylerim. Bu seçimde ilk kez üçüncü parti teşekkül etmemiştir. Üçüncü parti olacak partinin %10’un üstünde oy alması şarttır. YRP %6 gibi cılız, kendisi bir şey kazanmayan ama kaybettiren bir partiye dönüşmüştür. Keza DEM’in %5,7 oyu çok hazindir. TİP, entelektüel bir güç olacak ölçüde bile oy toplayamamıştır. Durum, yerel yönetim seçimleri perspektifi içinde anlaşılabilir. Ama CHP başarısının önemli bir bölümünün üçüncü partilerden geldiği anlaşılmaktadır. Henüz o ayrıştırmanın rakamlarına sahip değiliz ama DEM’den %4 oyun CHP’ye aktığı rahatlıkla söylenebilir. Devam edelim: CHP’nin bu seçimde GDA bölgesinde aldığı oylar da, geleneksel sağ şehirlerde aldığı oylar da ondan hızla bir merkez partisi olmasının istendiğini ortaya koyuyor. Ayrıntılı ve analitik şekilde il il bakılırsa bu iddiam daha da iyi anlaşılır. Yazının sınırları nedeniyle girmiyorum ama söylediğim kesin bir gerçeği vurgulamaktadır.
9. Aslında Türkiye’deki merkez seçmenin sevinmesi gereken bir durum ortaya çıktı bu seçimlerde. DEM’in CHP’ye, eğer söylediğim doğruysa, %4 kadar oy aktarması, merkez siyaseti güçlendirmesi ve Kürt sorununun çözülmesi bakımından çok önemlidir. Aynı şekilde YRP ile AKP’nin bütünleşmemesi, YRP’nin büsbütün sert çekirdekli hatta fanatik bir politik İslam’ın temsilcisi olması da önemlidir. O ayrışma AKP’nin kendisine yeni bir pozisyon almasını sağlayabilir ki, seçimin en önemli sonuçlarından biri odur. Verdiğim nüfus haritası anımsanırsa Türkiye’de toplumun çok büyük bir çoğunluğu siyasal İslam vurgulu, çağrışımlı, eğilimli siyasetten (hem de yerel yönetim gibi çok somut bir ölçekte) uzak kalmak istediğini göstermiştir. Buna mukabil CHP’yi, yaptığı reklamlardan anlaşıldığı gibi, sağa itmiştir. CHP reklamlarındaki kadınların başlarının örtülü, AKP reklamlarındaki kadınların başlarının açık olmasının üstünde uzun boylu durmak gerekir.
10. Türk siyaseti çok uzun yıllardır, dünyadaki gelişmelere de koşut şekilde, kimlik siyasetleriyle meşgul oldu. Yerel seçimlerde kimlik siyaseti gibi bir olgu ne kadar rol oynar sorusunun cevabı tartışmalıdır. Ama Türkiye gibi Kürt meselesi gibi etnik bir sorunla can yakıcı şekilde karşılaşmış toplumlarda soruya yanıt müspettir. Nitekim öyle de oldu. GDA bölgesindeki Kürt nüfusun yoğun olduğu şehirlerde seçilen belediye başkanları arayışın ve gerilimin hala devam ettiğini gösteriyor. Kayyumlarla seçilen başkanlar arasındaki ilişki somuttur ve tarihseldir. Ama aynı sorunun değişen demografi ve coğrafyalarda nasıl teşekkül ettiğini ayrıca ele almak gerekir. Bugüne kadar gelen gündelik siyaset kulis bilgilerinin ötesine geçerek büyük şehirlerde Kürt siyasetinin nasıl devam edeceğine dair elimizde pek de öyle kuvvetli sayılacak işaretler yok. DEM’in geldiği noktayı söylediklerimin kanıtı olarak gösterebilirim. Bunca parçalanmış, üç ayrı siyasetin yürütüldüğü bir partinin Kürt sorununu nasıl biçimlendireceği seçimin getirdiği en önemli sorunlar arasındadır. Bundan sonrasında kimlik politikalarının ne ölçüde etkili olacağı ise ele alınması gereken bir konudur. Müslümanlık sorunlarının çözüldüğü bir kültür, sosyoloji ve demografi ortamında Kürt konusu ağırlığını koruyor ve giderek artan bir ihtiyaçla çözüm bekliyor.
Türkiye’de CHP’nin yöneteceği 53 milyonluk, nüfusun %63’ünü meydana getiren kitlenin ve kütlenin en geniş anlamdaki kültürel talepleriyle genel iktidar arasındaki çelişkiler ya da uzlaşmalardır. 2000’lerden hatta 1994’ten beri gelen otuz yıllık dönemin sonunda ortaya çıkan bu tablo bize Türkiye’deki siyasetin geleceğinin ne kertede karmaşık ve gerilime dönük olduğunu anlatıyor. Eğer CHP bu gerçeği algılar ve dönüşümünü hızlandırarak tamamlarsa tarihsel bir sıçramayı gerçekleştirip mevcut durumunu sabitleyebilir ve ‘yeni’ niteliğiyle kalıcılaşır.
11. Öyle anlaşılıyor ki, bu seçimde kişisel karizmalar vs bir kenara itilmiş ve reel politik öne çıkmıştır. 2019 seçimlerinde İmamoğlu’nun oyu CHP’nin oyundan fazlaydı. İlk seçimde CHP, AKP’den 20 bin oy fazla almıştı. İkinci seçim doğrudan İmamoğlu’nun seçimiydi ve oy farkı 800 bine çıkmıştı. İmamoğlu CHP’nin önündeydi. Bu defa CHP oyları İmamoğlu’nun oylarını aşmıştır. Çok önemli bir sonuç bu, çünkü, önümüzdeki dönemin gerçek politika unsurları çerçevesinde cereyan edeceğini gösteriyor. Türkiye gibi gerçekten kopmuş ve yanlışı doğrunun yerine ikame etmekte beis görmeyen bir toplumda siyasetin gerçekle bütünleşmesi muhtemelen iki önde gelen partinin pozisyonlarını da etkileyecektir.
12. AKP ile CHP arasındaki ilişkiler gözden geçirilirken iktidar partisinin ‘gerçeğini’ çok iyi yorumlamak gerekir. AKP, 81 ilin tamamında oy yitirmiş görünüyor. Çok dikkat çekici bir sonuçtan bahsediyoruz. Fakat bu durumda dahi AKP’nin oy oranı, yitirdiği illerde bile %30’lar bandının altına düşmedi. Partinin yaşadığı başarısızlığın ekonomiden kaynaklanan nedenleri açıktır ve mevcut sonucu tartışmasız şekilde o nedenler tayin etmiştir. Buna mukabil, toplumsal yapının ve dönüşümün, demografinin, baş örtüsü gibi çözülmüş sorunların, laiklik ve Müslümanlık temeline oturan ayrışmaların bundan sonrasını nasıl belirleyeceği AKP’den daha fazla CHP’nin sorunu olmalıdır. ‘Küçük burjuva radikalizmi’ içinde cereyan eden toplumsal dinamikler bütün partileri az veya çok ‘AKP’lileştirirken’ , aynı radikalizmin rant ekonomileri üstünden gelen tesirleri, sınıfsal ayrışma, sanayi ve tarım ekonomilerinin geleceği, her türden göçün yarattığı toplumsal sonuçlar, kent ve bilhassa kent çevresindeki yerleşimlerin ortaya çıkardığı yeni mikro sosyolojiler bundan sonra AKP’nin de CHP’nin de hassasiyetle ele alması gereken unsurlardır.
13. En önemli konuyu sona bıraktım, o da Türkiye’de CHP’nin yöneteceği 53 milyonluk, nüfusun %63’ünü meydana getiren kitlenin ve kütlenin en geniş anlamdaki kültürel talepleriyle genel iktidar arasındaki çelişkiler ya da uzlaşmalardır. 2000’lerden hatta 1994’ten beri gelen otuz yıllık dönemin sonunda ortaya çıkan bu tablo bize Türkiye’deki siyasetin geleceğinin ne kertede karmaşık ve gerilime dönük olduğunu anlatıyor. Eğer CHP bu gerçeği algılar ve dönüşümünü hızlandırarak tamamlarsa tarihsel bir sıçramayı gerçekleştirip mevcut durumunu sabitleyebilir ve ‘yeni’ niteliğiyle kalıcılaşır. O niteliğin daha demokratik bir siyasetle bütünleşmek olduğunu ise bilmeyen yok. İlave edeyim: CHP bugüne değin hiç vazgeçmeden kültürel değerler üstünden siyaset yaparak reel politikayı görmezden (bir o kadar da bilmezden) gelmiştir. Şimdi ilk kez eline soyut, çağın dışında kalmış kültürel söylem unsurlarını bir yana itip ekonomi ve sosyoloji temelinde siyaset yapabileceği bir eşikte durmaktadır. Bundan sonraki başarısı bu doğrultudaki dönüşümünün gücü ne bağlıdır.
CHP sivil toplumu, toplumun bütününü siyasal olarak hareketlendirebilirse ve siyasetini somut kavramlar çerçevesinde, reel politikle bütünleşerek yaparsa demokratik toplum dönüşümüne de kendi geleceğine de büyük katkılarda bulunacaktır.
Bu hızlı saptamaları bütünleştirecek ve sonuç yerine geçecek birkaç vurguda bulunursam önümüzdeki dönemin çok daha zor bir siyasal atmosfer yaratacağını söyleyeyim. Yönetişim ve siyasal pratik açısından geçerli olan bu husus CHP açısından parti dönüşümü, lider kadrosunun konsolidasyonu ve nihayet ideolojik arayışın somutlaşması gibi unsurları içerecek. Genel yönetimle yerel yönetim ayrışması muhtemelen yerel yönetimlerdeki işleri daha zorlaştıracak. Eğer CHP sivil toplumu, toplumun bütününü siyasal olarak hareketlendirebilirse ve siyasetini somut kavramlar çerçevesinde, reel politikle bütünleşerek yaparsa demokratik toplum dönüşümüne de kendi geleceğine de büyük katkılarda bulunacaktır.