CHP’nin hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi konuları sahiplendiğinden de kimse kuşku duymuyor. Ama, dediğim gibi, İlk Hedefler Beyannamesi de savunuyordu onları. Herhangi bir liberal parti de gelir onları savunur. Hatta liberalizm son kertede mülkiyetle ilgili bir ideoloji olduğundan hukuk konusunu çok daha güçlü şekilde benimser ve ödünsüz şekilde temellendirir. İngiltere ve Amerika örneği ortadadır. Churchill, ‘demokrasi Anglosaksonların yönetim biçimidir’ derken aslında o kültürün liberalizmle ilişkisini vurgulamaktaydı. Anglosakson kültürü demokrasiden liberalizme değil, liberalizmden demokrasiye geçmiştir, hukukla arasındaki kopmaz bağı da bu denklem sağlamıştır. Kaldı ki, bu kurallarla da aklı başında kimsenin herhangi bir zoru yok. Ayyrıca hatırlatayım, 1912’de yapılan ve ‘sopalı seçim’ diye anılan seçimlerde de bu kurallar savunuluyordu, her ne kadar İttihat ve Terakki onları dinlemediyse de. Veya 1946 seçimlerinde DP aynı koşulları üstelik CHP’ye karşı savundu. Kısacası liberal burjuva demokrasisinin kuralları, ilkelerini savunarak bir parti solda yer almaz. Öyle düşünenler siyaset teorisini bilmeyenlerdir.Nasıl olmasın? AKP ve öncülü partiler 1990’lardan başlayarak taşranın büyük kente göçünü kazasız belasız gerçekleştirdi. Başörtüsü tartışmaları üstünden belli bir kesimin toplumsallaşmasını ve kamusallaşmasını (ikisi tamamen ayrı kavramlardır) sağladı. Gelir transferiyle belli bir sermaye birikimini belli bir çevre için yarattı. Az gelirli, alt sınıflara gelecek hayali kurdurdu ve onlara umut verdi. ‘100 yıllık parantez’ dediğim aslında II. Mahmut’la birlikte başlamış ama Kemalist dönemle radikalleşmiş toplum dönüşümünden huzursuz olan çevrelerin psikolojisini yönetti. Hepsinden önemlisi büyük kentteki burjuvazinin karşısında taşranın utanılacak bir pozisyon olmadığını anlattı, kentte yerleşik çevrelerin toplumsallaşma kodlarını ciddi şekilde tahrip etti, onların içlerine kapanmasına, toplumun geri kalan kısmından kopmasına, kendi dışlarında kalan çevrelerden nefret etmelerine yol açtı. Öylelikle tez-antitez bağlamında toplumsal dikatomileri, paradoksları ve polarizasyonları yarattı. Zaman zaman açılan, zaman zaman kapanan ilişkiler içinde Kürtler ve Alevilerle ittifaklar kurdu, kuramadığı zamanlarda koalisyonlar denedi, onu da yapamadığında diyalogda bulundu. Her şeyin koptuğu bir dönemde ise o ilişkileri tersine çevirip bu defa milliyetçilik üstünden yeni alanlar yarattı. Osmanlıcılık sembolizmasıyla İmparatorluk dönemi duygularını, ‘büyük devlet’ hayallerini okşadı. Kısacası, EKB bir yandan, en geniş şekilde tanımlamak gerekirse kimlik politikaları diğer yandan AKP’nin son 25 yılda ürettiği toplumsal kültürün iki kurucu bileşeni oldu.